> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > İtaat ve ölçüleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İtaat ve ölçüleri  (Okunma Sayısı 1783 defa)
27 Kasım 2010, 16:15:38
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 27 Kasım 2010, 16:15:38 »



İtaat Ve Ölçüleri


İtaat, en basit ifadesiyle, ‘emre uymak’ anlamına gelir. Dolayısıyla, itaat eyleminin gerçekleşmesi için, zorunlu olarak, iki tarafın bulunması gerekir. Bunlar, emreden ve emre uyan kişidir. İtaat, Allah’a ve Resülüne olabildiği gibi, ulu’l-emr’e ve hatta anne-babaya da olabilir. İtaatin zıddı ise, genellikle ‘ma’siyet’ olarak bilinir. Ma’siyet’te de, emre itaatsizlik, yani ‘isyan’ söz konusudur. Burada da isyan, Allah’a ve Resulüne (ya da ulul’emr’e) karşı olabildiği gibi, anne-babaya karşı da olabilir. Dolayısıyla, itaat kavramını incelerken, öncelikle ‘emir’ kavramı üzerinde durulmalıdır. Kim emretme yetkisine veya hakkına sahiptir? Emretme yetkisine sahip olana isyan edilirse ne olur? Hangi durumlarda emretme yetkisi meşruiyetini yitirir? İşte itaat kavramını doğru anlamak için, öncelikle bu ve benzeri soruların cevabını bulmak gerekir.

     Öncelikle, kişilerden itaatin istenmesi için, emredicinin ‘meşrû’ otorite sahibi olması gerekir. Buradaki meşruiyetin ‘hak’ kavramı temelinde tanımlanacağına ise kuşku yoktur. Yani emretme yetkisine sahip olduğunu iddia eden, buna hak sahibi olmalıdır. Allah, kullarından itaat ister; çünkü kullarını O yaratmıştır ve “yaratma da emretme de O’na mahsustur.” Allah, Hakk’tır; yani hakikatin kaynağı O’dur; dolayısıyla bir konuda ‘hüküm verme’ yetkisi de O’nundur. Örneğin bireysel ve toplumsal ilişkileri düzenleme noktasında belirleyici önemi haiz konularda hüküm verir ve bu hüküm ‘hak’kı (yani hakikati) temsil eder. Bu temel neden dolayısıyla, Allah’a itaat edilmelidir. Çünkü burada ‘emreden’, emretmeye layık tek kusursuz varlıktır. Bu emre uyan, bu eyleminden zarar görmez. Çünkü emir, hakikati temsil ettiği için, sonucu da ‘hikmet’ (toplumsal yarar vs.) olacaktır.

     Allah’ın Resulü (veya resulleri) de, itaat istemeye hak sahibidir. Çünkü Allah’ın resulü, kendi nefsi için bir itaat istememektedir. İtaatin sınırını yine Allah’ın Kelamı belirlemektedir. Dolayısıyla Allah’ın resulüne itaat de, sonuçta Allah’a itaattir. Fakat eğer dünyevi bir konuda, Allah’ın resulü, beşer olarak bir kanaat belirtmişse, bu kanaatin isabetsiz olma ihtimalinin olduğu durumlarda, başka kanaat serdetmek mümkündür. Nitekim bu konuda Allah resulünün hayatında yaşanmış örnekler vardır. Dolayısıyla Allah Resulü’ne itaat, O’nun her sözüne ‘kayıtsız-şartsız’ itaat demek değildir. Buradaki kayıt, ‘din’ ile ilgili hususlarla ilgilidir.

     Ulu’l-emre itaat ise, tıpkı Allah’ın resulüne itaatte olduğu gibi, ‘kayıtlı’dır. Çünkü burada her emir sahibine itaatten bahsedilmemektedir. Emir sahibinin itaat isteyebilmesinin şartı, ‘bizden’ olmasıdır; yani ‘Müslüman’ olmasıdır. Dolayısıyla, bu şartı, emir sahibinin emrinin ‘İslamî’ olması şeklinde yorumlamak da mümkündür. Çünkü “ma’siyette itaat yoktur.” Yani emir sahibi, açıkça yanlışlığı bilinen bir konuda buyruk saldığında, bu emre (zorunluluk şartları hariç) itaat edilmez. Çünkü emir sahibi, meşru olmayan bir şeyin yapılması için emir verdiği zaman, bizatihi kendisi ‘emre itaatsizlik’ etmektedir. Dolayısıyla hükümdarlar, sultanlar, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bir konuda ferman, yasa vs. ile buyruk saldıklarında, bu buyruklara itaatin ‘şartları’ vardır. Bu şart da, (her şeyden önce), emir sahibinin, yönetme yetkisini Şeriat’tan almasıdır. Eğer yönetici, açıkça Şeriat’a aykırı bir nizamın başında bulunuyorsa, o zaman, onun emirlerinin ‘meşruiyeti’ yoktur.

     İslam’a göre itaatin genel sınırları bunlardır. Bunun dışında, her hangi bir amaç için kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları grup, yapı, cemaat vs. için de ‘alt-düzey’ itaat kuralları geçerlidir. Fakat bu itaat, yukarıda sıraladığımız itaat biçimleriyle, özde farklıdır. Burada, emre itaatsizliğin bizatihi sorumluluk doğurması söz konusu değildir. Çünkü yapının kendisi gayr-i meşrû olabilir. Nitekim günümüzde bir çok grup ve cemaat, İslam adına kurulduğu halde, gerek düşünceleri gerekse icraatları açısından, İslam-dışı addedilebilir. Bu grupta yer alan ve ‘yemin eden’ kişilerin yeminlerinin gereğini yerine getirmeleri değil, yeminlerini iptal etmeleri sevaptır. Çünkü kişiyi günah işlemeye sevk eden yapıların içerisinde bulunmak, bizatihi ‘günah’tır.

     Bu bağlamda, “şeyhi olmayanın şeyhi Şeytan’dır”, “bize bağlanmayan patates dinindendir” gibi sözlerle, bağlılarından itaat talep eden yapılara bağlılık, bizatihi sorumluluk doğurur. Çünkü bilgisizlik, mazeret değildir. Samimi niyetlerle de olsa bu yapıların içinde bulunan kişiler, günaha yardımcı olmaktadırlar. Bu ise elbette sorumluluk doğurur. Bu nedenle, her itaat talep edenin talebini “Allah rızası kazanacağım” düşüncesiyle kabul etmek, Müslümanca bir davranış değildir. Müslümana düşen, bireysel eylemlerini olduğu gibi, toplumsal pratiklerini de ciddiyetle ifa etmesidir. Müslüman namazına titrediği gibi, bulunduğu yerin, konumun, mevkinin, yapının, cemaatin İslamî olup-olmadığına da dikkat etmelidir. Hatta cemaatle yapılan pratikler, daha çok önemsenmelidir. Çünkü bu pratiklerin sonuçları, toplumsal hayat açısından daha etkilidirler. Bu yüzden de, sorumlulukları da daha fazladır. Cemaatle yapılan ibadetlerin daha sevaplı olduğu yönündeki hadisleri de, aslında, bu zaviyeden değerlendirmek mümkündür.

     İtaat konusundaki bir diğer önemli husus da, ‘biat’in mahiyeti ve şartlarıyla ilgilidir. Biat, esas itibarıyla, Müslümanların ‘siyasal birliği’ni temsil eden bir kurumdur ve eğer Müslümanlar ‘siyasal iktidar’a sahipse, anlamlıdır. Kendisine itaati ‘biat’ olarak nitelendiren grup veya cemaatler ise, aslında bu kavramın içini boşaltmaktadırlar. Biat, çocuk oyuncağı değildir; salonda İslam devleti kuranların aldığı sözde-biatler, ‘biat’ olarak nitelendirilmeyi hak etmezler. Biat, ancak, altında bir toplumsal mutabakat söz konusu ise, anlamlıdır. Biat alacak kişi de, ‘temsil’ yetkisini haiz olmalıdır. Yani biat isteyen, buyruk sahibi olmalıdır. Buyruk sahibi olmak için ise, belirli bir toprak parçası üzerinde, siyasal erk sahibi olmak gerekir. Bu yoksa, biat talebinin de hiçbir anlamı yoktur. Hal böyle olunca, cemaatlerin, bağlılarından ‘biat’ talep etmeleri, aslında sorumluluk doğurucu bir şey olmaktadır. Çünkü hak etmediği halde biat talep eden kişi, aslında Müslümanların muhtemel bir birliğini baltalayıcı bir şey yapmış olmaktadır. Zira hak etmediği halde biat talep eden kişi, bir başka kişinin de biat talep etmesini meşru görüyor demektir. Bu durum, fırkalaşmaya zemin hazırlar. Fırkalaşma ise, elbetteki Müslümanların birliğini bozar, güçlerinin dağılmasına neden olur ve tabii ki mesuliyet doğurur.

Bu nedenle, siyasal erk sahibi olmadıkları yerlerde Müslümanların üzerlerine düşen görev, öncelikle bu gücü ele geçirmek olmalıdır. Bu güç ele geçirilmeden, kişilerin hayatları üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahip olunması mümkün değildir. Bugünün şartlarında bağlılarına ‘vatandaşlık sorumlulukları’na benzer yükümlülükler yükleyen yapılar, bağlılarından hak etmedikleri bir itaati talep etmektedirler. Ancak, siyasal erk ele geçirilmeden de, Müslümanların belirli yapılar içerisinde faaliyetlerde bulunmaları elbette mümkündür ve hatta gereklidir. Fakat bu faaliyetlerin ‘temsil yetkisini haiz’ bir İslamî Hareket’e inkılab edeceği zamana kadar, daima eleştirilmesi mümkündür ve gereklidir. Ne zamanki bir coğrafyada, her hangi bir yapı temsil yetkisini haiz bir İslamî Harekete dönüşmüşse, orada, yapının liderine itaat bir yükümlülük haline gelir. Temsil yetkisine haiz olmak için ise, hem ilkeleri bağlamında yapının İslamî olması hem de organizasyonel güç bakımından asgari şartları karşılaması gerekir. Üç-beş kişiden oluşan her grubun, ortaya çıkıp “biz İslamî Hareketiz” demesi, hiçbir mana ifade etmez. Dolayısıyla, İslamî Hareket sürecinde ortaya çıkan yapıların da, bağlılarından itaat talep edeceği düzeye ulaşıncaya kadar itaat kavramı konusunda hassas olmaları gerekir. Bu hassasiyetin ölçüsü de, yapılarının sürekli ‘öz-denetim’e açık olmasını sağlamaktır. Yani itaat talep eden her hangi bir yapı, hem İslamiliği noktasında hem de organizasyonel gücü noktasında sorgulanabilmelidir. Bu iki önemli noktada zaaf sergileyen yapıların itaat talep etmeye de hakkı yoktur.


M. Kürşad Atalar
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İtaat ve ölçüleri
« Posted on: 18 Nisan 2024, 14:28:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İtaat ve ölçüleri rüya tabiri,İtaat ve ölçüleri mekke canlı, İtaat ve ölçüleri kabe canlı yayın, İtaat ve ölçüleri Üç boyutlu kuran oku İtaat ve ölçüleri kuran ı kerim, İtaat ve ölçüleri peygamber kıssaları,İtaat ve ölçüleri ilitam ders soruları, İtaat ve ölçüleriönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes