๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Aralık 2010, 16:45:00



Konu Başlığı: İslama davet
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Aralık 2010, 16:45:00
BİR CEMİYETİN KENDİ ÇALIŞMASI İÇİN GEREKLİ OLAN FİKİRLERİ BENİMSEMESİNİN VUCUBU



Ahmet Mahmud

 Şerîatça talep edilen sadece bir cemaatın bulunması değildir. Daha doğrusu, bu emir (İslâm’ı) ikâme edecek cemaatın bulunmasıdır. Cemaatın bulunmasının gerekliliği ile ilgili deliller buna delâlet ederler. Şöyle ki:

- Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:


“Hayra (İslâm’a) davet edecek marufu (Allah’ın emrini) emredecek ve münkeri (Allah’ın nehiylerini) nehyedecek sizden bir gurup bulunsun. İşte onlar felaha kavuşanların ta kendileridir.” (Ali İmran: 104)

Bu ayet gereğince Şerîat, ideolojisi İslâm ve varlığı sebebi olan gayeyi gerçekleştirmek için lazım olan Şerî hükümler ve fikirleri benimseyecek siyasî bir cemaatın tesis edilmesini farz kılmıştır.

Bu gaye ise, İslâm’ı hakim kılmak, onun otoritesini tesis etmek ve halifeliği kurmaktır. Buna göre talep edileni yerine getirecek bir cemaatın bulunmasını istemiştir. İslâm’a davet, marufu emretmek ve münkeri nehyetmek kendisinden talep edilmiştir. Yine sırf İslâm’a davet etmek, marufu emretmek ve münkeri nehyetmek değil, bunlardan hedef ve gayeyi gerçekleştirmek talep edilmiş olmaktadır. Bu gaye ise İslâm’ı hakim kılmak, onun otoritesini tesis etmek ve halifeliği kurmaktır.

- Rasulullah (SAV)’in “Bir yerde bulunan üç kişi kendilerinden birini emir olarak tayin etmedikçe, bu kendilerine helâl olmaz.” (İbni Hanbel)

Rasulullah (SAV)’ın bu sözünden anlaşılan husus; Şerîat, Müslümanlar ortak bir işte bulunurlarsa bu işi gerçekleştirebilmek için bir emiri tayin etmelerini farz kılmıştır. Hangi iş üzerinde tayin edilmişse ve onu tayin edenler kimler olursa olsun onların tarafından itaat edilmesi farzdır. Ta ki Şerîatın istediği şekle göre ortak işlerinden hedef edindikleri gayeyi gerçekleştirinceye kadar bu emirlik devam eder.

- Allahu Tealâ’nın Müslümanlara bir çok farz kıldığını ve bunların sorumluluğunu yalnız halifeye üstlettiğini gördüğümüz zaman bu farzları yerine getirmek için Hilâfet Devleti’ni kurmak ve bir halifeyi ikâme etmek farz olmuştur. Bu farzı ancak bir cemaat yerine getirebilir. Öyleyse Hilâfet Devleti’ni tesis etmek ve onun halifesini tansip etmek için faaliyet yapacak bir cemaatın bulunması şarttır. Nitekim Şerî kaide şöyledir: “Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olan hususlar da vacibtir.”

Bu noktalardan belli oluyor ki cemaatın varlığı, kendisinden Şerîatça talep edilen gayenin bulunmasına bağlıdır ve bu bağlılık kopmaz. Çünkü kendisi sırf İslâm’a davet etmek için amel yapacak bir cemaat değildir. Sırf tebliğ etmek için tebliğ cemaatı değildir. Ancak kendisi İslâm Devletini kurmak yoluyla Müslümanların hayatlarında İslâm’ı ihya etmek için kurulmuş olacak bir cemaattır. Nitekim İslâm Devleti fertle ve toplumla ilgili İslâm hükümlerini tatbik etmek için Şerî metot sayılmaktadır. Buna binaen bir cemaat hangi gaye için kurulmuşsa onun varlığı buna bağlı olur ve bu gaye için var olmalıdır.

Bu cemaat kendisinden istenen her hususu bünyesinde bulundurmuş olabilmesi için şunlar gereklidir:

A- Kendi çalışması ve faaliyeti için lazım olan Şerî hüküm, görüş ve fikir benimsemelidir. Kendi mensuplarını bunlara sözde, amelde ve düşüncede bağlanmalıdır. Çünkü bu benimseme olayı cemaatın birliğini gerçekleştirir. Zira bir cemaatın fertleri genel olarak İslâm’a dayalı olursa ve gayeleri bir olursa, fakat değişik fikirler ve içtihatlara sahip olurlarsa içinde bölünme, kutuplaşma ve hizipleşmeler hasıl olur. Hatta cemaatı bir çok guruptan müteşekkil hale gelir. Onun davası; diğerlerini kendisiyle birlikte çalışmaya ve farzı yerine getirmeye davet etmekten çıkıp, kutupların benimsedikleri fikirleri birbirlerine benimsettirmeye ve davet etmeye dönüşür. Herkes görüşünü cemaatın liderliğine benimsettirmek için aralarında çekişme meydana gelir. Bundan dolayı benimsemenin önemi ve meşruiyeti ileri gelir. Zira cemaatın vahdeti Şerîatça istenir. Nitekim cemaatın birliğinin korunması, ancak çalışmak için lazım olan fikirleri benimsemekle ve çalışan gençlerin bunlara bağlanması ile sağlanır.

Böylece benimsemenin vucubu şu Şerî kaide açısından olur: “Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olan husus da vacibtir.”

Madem ki cemaat nezdindeki fikir, görüş ve hüküm Şerî olmaktadır ve cemaat kendi gençlerinin güvenini kazanmaktadır, öyleyse gençlerin çalışmalarıyla ilgili fikirlere bağlanmaları caiz olur. Çünkü Müslüman kendi görüşünü terk edip diğerlerin görüşlerini benimsemesi caizdir. Osman b. Affan (r.a), biat edilebilmesi için kendi içtihadından vazgeçip Ebu Bekir ve Ömer’in içtihatlarını benimsenmeye çağrıldı. Bu şartı kabul edince kendisine biat edildi. Sahabeler bunun üzerine icmaa ettiler ve ona biat verdiler. Bu ise vacib değil caizdir. Çünkü Ali (r.a), kendi görüşünü terk edip Ebu Bekir ve Ömer’in görüşlerini benimsemeyi red etmiştir. Bu nedenle hiç bir sahabe onu kınamadı. Ayrıca Şaabi’nin rivayet ettiğine göre Ebu Musa kendi görüşünü bırakıp Ali’nin görüşüne, Zeyd kendi görüşünü bırakıp Ubey b. Kaab’ın görüşüne ve Abdullah kendi görüşünü bırakıp Ömer’in görüşüne bağlanıyordu.

Ayrıca Ebu Bekir ve Ömer görüşlerini bırakıp Ali’nin görüşüne bağlandıklarına dair rivayetler geçti. Bu delâlet ediyor ki müçtehit, başkasının içtihadına güvenince kendi içtihadını bırakıp başkalarınınkine bağlanabilir. Binaenaleyh bu cemaatın gençleri, cemaatın anlayışına bağlanmalıdırlar. Toplamından tek fikir ve duygu bütünlüğü oluşmalıdır.

B- Cemaatın çalışmasıyla Şerî hükümleri benimsemesi gerekli olduğu gibi bu hükümleri yürürlüğe koymak için lazım olan uslupları benimsemesi gerekir. Uslup ise, Şerî hükmü uygulamak için lazım olan şekillerdir. Bir asıl bulununca ve delil gelip bu aslın ispatlanmasını sağlamak için gelirse, bunun uygulanmasıyla ilgili bir şekil gelir. Misal olarak: Rasulullah (SAV)’in çalışmasını örnek edinerek cemaat, kendi gençleri nezdinde yoğun kültürü bulundurup yerleştirmelidir. Bu ise kendisine bağlanması gerekli olan Şerî hükümdür. Peki bu Şerî hüküm hangi şekilde infaz edilecek? Bu hükmü yerine getirmek için belli bir uslüp lazım. Bu şekil; halakalar veya guruplar şeklinde olabileceği gibi başka şekilde de olabilir.

Uslübu seçmek için akıl kullanılır. Bu Şerî hüküm yürürlüğe koymak üzere akıl en münasip şekli seçebilir. Bu ise aslı açısından mübahlık hükmünü alır. Şerîat ise, Şerî hükmü uygulamayı talep etti. Fakat onun uygulama uslübunu Müslümanlara bıraktı.

Tek bir Şerî hüküm için bir çok uslüp bulununca cemaatın çalışması ve gençlerinin ona göre yönlendirilmesi için bunlardan bir uslübun benimsemesi için zorlanır. Böylece cemaat, Şerî hükmü yürürlüğe koymak için bir uslüp benimsemiş oldu. Bu durumda uslüp, bağlı olduğu Şerî hükmün mahiyetine dayanır ve Şerî hüküm ne kadar bağlayıcı olursa, onun uslübu da o kadar bağlayıcı olur.

Bir cemaat yoğun kültür vermek için halakalar uslübunu benimsemek istiyorsa, bu uslübun neticesine bakmalı ve bundan hedef edinen gayeyi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini incelemeli, bundan sonra bunu benimser. Yine halakalar üslubunu gerçekleştirecek her üslub benimsenir. Misal olarak; bir halakanın gençlerinin sayısı gayeye uygun olmalıdır. Sayı fazla olursa gençlerde kültürü yerleştirme ameliyesini engelleyebilir. Onların sayısı azalırsa, halakalar çoğalacak ve bu nedenle sıkıntı duyulacak ve iş yorucu da olacaktır. Buna göre halaka gençlerinin sayısı ne fazla ne de az olmayıp bu üslubtan edinen gayeyi gerçekleştirmelidir. Bu sayı akıl yoluyla sınırlandırılır. Keza halakanın müddeti de aynıdır. Müddetini sınırlandırırken ders görenlerin konsantire edip edemediklerine dikkat edilmelidir. Onun müddeti artarsa, kavrama kabiliyeti zaafa uğrar. Yine müddeti az olursa fikirler tam şekilde izah edilemeyecektir. Buna benzer, halakanın randevusu günlük mü, haftalık mı yoksa iki haftalık mı? Bunun randevusu davetteki pratik tarafına engel oluşturmamalıdır. Gençler pratik tarafı hesabına ilmî tarafla meşgul olmasınlar. Bu şekilde Şerî hükümlere uygun bütün üslupler benimsenir.

Yerine getirilecek Şerî hükmün gerçekleştirilmesine tam uygun şekilde tesbit edilir. Üslubler hakkında ne denilirse takriben aynı şey vesile ve vasıtalar hakkında denilir. İşi yerine getirmek için ne icab ederse cemaatın emiri üslub ve vasıtayı değiştirme hakkına sahiptir.

C- Cemaatın faaliyeti, yeryüzünde geniş bir bölgeyi kapsayacağı ve devletlerarasında uzanması olacağı için cemaata ve hizbe öyle büyük bir mesuliyet ve koskocaman bir görev kendisine atılacak ki, buna göre idarî bir mekanizma kurmalıdır. Dava işlerini takip edecek, çalışma alanında hedeflerini gerçekleştirecek, davetin hareketini düzenleyecek bir disipline sokacak, gençlerin temerküzlerini izleyecek, düşüncesi için genel hava ve ortamları hazırlayacak, fikrî çatışma ve siyasî neticeyi yütürecek ve bu farzı gerçekleştirmek için kendisini vakf etmiş bir vücut ümmete bakmasını sağlayacak bir mekanizma tesis etme hizbe elzem olur. Bu nedenle öyle bir organize ve tanzim edilmiş bir yapı gerekir ki gayeyi gerçekleştirmek için en güzel şekilde gerçekleşmelidir. Çalışmayla elde edilen neticeleri izleyecek ve meyveleri koruyacaktır.

Binaenaleyh başarılı şekilde talep edileni gerçekleştirecek şekilde davetin işlerini yönetebilecek bir mekanizma ve idarî yönetmenlik benimsemek kaçınılmaz olur.

Bundan sonra hizbin vücudu ve içindeki faaliyeti bir düzene sokacak idarî kanunu benimsemek gerekli olur. Bu kanun emirin yetkilerinin ne olduğunu, hizbi nasıl yöneteceğini, onun seçilmesinin nasıl gerçekleşeceğini, vilayet ve bölgelerin sorumlularını kimlerin tayin edeceğini ve onların yetkilerinin neler olduğunu belirtecektir. Bu kanun, hizbin her işini düzenler ve herkesin yetkisinin sınırını belirtir.

Bunlar çalışmayla ilgili Şerî hükümleri yürürlüğe koymak için lazım olan üslup ve vasıtaların hükmündedir. Benimsenen idarî üsluplerin emir tarafından gerekli olduğunu görmesinden dolayı benimsenmesi vacib olur. Çünkü emire itaat etmek vacibtir.

D- Benimsenen her fikre bağlanmak gerekir. Öyle olmazsa hizib kendisine aykırı hareket edilirse nasıl davranacak?! Hizib, kendisine aykırı hareket edilirse azarlama mı yapacak yoksa idarî cezaları uygulayacak mı?

Teşkilat, benimsediğine aykırı hareket yapan veya çizilen Şerî çizgi dışına çıkana idarî cezaları indirmeyi benimsemelidir. Bu cezaların meşruluğu ise, emire aykırı hareket etme konusundan kaynaklanır. Çünkü Şerî hüküm, emire itaat etmeyi vacib kıldı. Üzerlerine hangi konularda emir olarak tayin edilmişse, bu konularda ona aykırı gelmek haram olur. Bu olmazsa cemaatın emiri olması ne mana verir?!

Rasulullah (SAV) şöyle buyurdu: “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur, kim bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur. Kim emire itaat ederse bana itaat etmiş olur ve kim emire isyan ederse bana isyan etmiş olur.” (Müslim)

İdarî cezalar ise, hizib veya cemaatın emirinden tutun en küçük üyesine kadar uygulanmalıdır. Bu cezalar, benimsenen konulara aykırı gelinirse o zaman uygulanır. Kim benimsenen Şerî hükümlere ve üsluplere aykırı hareket ederse ve idarî mekanizmanın veya idarî kanunun varlığını hiçe sayarsa veya yetkisinin dışına çıkarsa hesaba çekilmelidir.

Böylece fikrî çerçeveyle birlikte organizeler çerçevesi bulunmalıdır. Organizelerin mekanizmaları da çalışmanın fikirleri ve metodun hükümlerini ince şekilde pratiğe dönüştürmek için gece gündüz çalışmalıdır. Nice İslâmî olan veya olmayan cemaatların organize, kitleleşme ve mekanizma işlerini dikkat etmedikleri için nasıl yıkıldıklarını gözlerimizle gördük.

Bir cemaat, benimseme işini itibara almazsa ihtilaflar içinde bulunması, kargaşa, kutuplaşmalar ve boş dairede dönmesi, muhasebe bulunmaksızın sınır dışına çıkmalarla dolması tabiidir. Böyle bir cemaat farzı kifaye ile kaim olmaz.

Yine üyelere ve sorumlular belli ve disiplinli Şerî şartlara binaen seçilmeyip yakınlık derecesine veya toplumdaki makamına ve yerine veya ilmî kariyerine göre seçilirse, görevlilerin ve sorumluların dağılımı kötü olacak ve elemanları makam peşine koşan kişiler haline getirecektir.

Ayrıca ayrımsız uygulanacak idarî cezalar bulunmazsa büyük muhalefetler, küçük muhalefetler gibi geçiştirilecek, çalışmada isyanlar normal olarak kabullenilecek ve hatalar çoğalacaktır.

Binaenaleyh düzenleme, tanzimleme, organize işine ve aktifliğe dikkat edilmelidir ki, davanın fikirleri ve gençleri sağlam bir düzen içerisinde yürüsün ve çalışma kolay hale gelsin. Nitekim hizbin veya cemaatın yapısı ve kitleleşmesi, edindiği gayeye münasip şekilde olmalıdır.

Hiç bir kimse şöyle zannetmesin: “Kitleleşme ve organizeleşme önemli değildir.” Bilâkis bu çok önemlidir. Bunun çizilmesi ve oluşturulması güzel yapılmazsa, lazım olan hükümler benimsenmezse ve bağlayıcı olmazsa, cemaat yıkılmaya mahkum olur ve kayıplara karışır.

Bunun yanı sıra hizbî vecibeleri veya cemaatın görevleri, hizbe ve cemaata bazı maddî yükümlülükleri üstlenir. Cemaatın işlerini yürütmek için bazı gençleri müteferiğ yapacak, ulaşım masrafları olacak, neşriyatlarını basacak ve buna benzer dava işleri vardır. Bu ihtiyaçları gerçekleştirmek için paraya muhtaç olur. Bu malî mükellefiyetleri hizbin gençleri üstlenmelidir. Kim kendini davaya verirse, bundan daha küçük olan malını verir.

Şu var ki; cemaat dışarıya diğer fertlere veya cemaatlara veya devletlere elini uzatmamalıdır. Bir cemaat böyle davranırsa, davanın düşmanları tarafından kolayca kullanılır. Bir cemaat mala veya paraya muhtaç olduğu zaman ve elini dışarıya uzattığı zaman bunu düşmanları görürse hemen yardım sunmaya başvururlar. Başta bu yardımlar temiz görünür, az bir müddet sonra belli şartlar ve amaçlar verilmeye başlanır.