๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 04 Ekim 2010, 17:15:03



Konu Başlığı: İslam inancında şeytan
Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Ekim 2010, 17:15:03
İslam İnancında Şeytan

İnsan, diğer varlıklardan çok farklı olarak yaratılmış, maddî-mânevî donanımıyla mahlukatın en şereflisi konumuna yükseltilmiştir. En üstün varlık olma, beraberinde bir takım sorumluluklar getirmiş, bir güzergah belirlenerek insanın ona uyması istenmiştir. Artık o, bütün saadetini Allah’a itaatte ve O’nun yolunda olmada; tüm mutsuzluğunu da bu güzergahtan sapmada arayacaktır.
İnsanın kazanma kuşağında kaybetmesine sebep olabilecek en büyük imtihan unsuru ise şeytandır. Şeytan geçirdiği şiddetli imtihan sonrası çizgisini koruyamamış, emre itaatteki inceliği anlayamamış, Cenab-ı Hakk’a karşı gelmiştir. Bununla da kalmamış, bahaneler ileri sürüp kendini müdafaaya kalkışmış, üst üste yaptığı yanlışlıklarla kendi sonunu hazırlamıştır. Allah’ın huzurundan kovulmuş, Cennet’ten atılmış, neyi var neyi yok hepsini kaybetmiştir.

Şeytanın bu hâllere düşmesinde Âdem (aleyhisselâm) bir test unsuru olmasına rağmen o, ego eksenli düşüncesiyle Allah’ın rahmetinden kovulmasının bütün suçunu Hz. Âdem’den (aleyhisselâm) bilmiş, bir anda ona ve nesline azılı bir düşman kesilivermiştir. Bundan böyle o, hayra bütünüyle kapanıp, şerre ait bütün fakültelerini işlettirerek insanın üzerine çullanacaktır.
Allah’a karşı duruşunu ayarlayamamış şeytanın en büyük arzusu, insanoğlunun da Yüce Mevlâ karşısındaki duruşunu bozması, kendisi gibi, insanoğlunun da kaybetmesidir.

İnançlı bir insan ise bu zorlu düşmana karşı önlemler almaya, onun hile ve tuzaklarından korunmaya çalışır. Yaratılışına uygun hayat biçimi adına projeler geliştirir. Eğer bunlarla şeytanın saldırılarını savuşturabilirse maksadına ulaşmış olur. Fakat şayet şeytanla baş edemez, önünü alamaz, ona uyarsa bu defa da yaptığına pişman olur, kalbinde burkuntular meydana gelir, duygu ve düşüncesiyle zıtlaştığından iç deformasyonuna maruz kalır. Bu iç huzursuzluğu, onu yeniden toparlanıp, yarlıganma talebiyle rahmet ve merhameti nihayetsiz olan Mevlâ’sına yöneltir. Böylelikle insanın bu yönelişi, kendisini Allah’tan uzaklaştırmaya çalışan şeytanın tüm çabalarını boşa çıkartır.
Şeytan, Allah tarafından insana musallat edilmiş apaçık bir düşman ve bir imtihan vesilesi; hayat ise bir yönüyle şeytanla mücadeleden ibaret bir süreçtir.


Şeytanın mahiyeti

Şeytan, nar-ı semûmdan yani vücuda işleyen kavurucu bir ateşten yaratılmıştır. Bu ateşin insanın gözeneklerine işleyen, teması halinde yakan, kavuran ve zehirleyen bir özelliği vardır. Mahiyeti bu olan şeytan da tıpkı yaratıldığı ateş gibi insana nüfuz ederek onun mânevî dünyasını zehirler, yakar ve bitirir. Zaten o kendi ifadesiyle “Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan.” demiştir. Mahiyeti bu olan şeytan tıpkı yaratıldığı ateş gibi insanın mânevî dünyasını yakar bitirir.

Şeytan, kendisi gibi ateşten yaratılan cin sınıfına mensuptur: “Meleklere secde edin dediğimiz zaman, hepsi derhal secdeye kapandılar. İblis müstesna. O cinlerdendi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Şimdi siz, benden ayrı olarak onu ve neslini mi dostlar ediniyorsunuz! Oysa ki onlar, sizin düşmanınızdır. Zalimler için ne fena bir değiştirmedir bu” ayetinde bu mana açıktır.
Meleklere yapılan ilâhî emre, içlerinde bulunduğundan ötürü şeytan da muhatap olmuştur. Fakat çizgisini koruyamamış, Âdem’in önünde secdeye kapanma emrini yerine getirmemiş ve kaybetmiştir. Ayetin ikinci kısmında da insanın Allah’ı bırakıp, şeytanı ve zürriyetini dost edinmesinin yanlışlığı ve fenalığı beyan ediliyor.

İmam Gazali şeytanın mahiyetinden ziyade zararları üzerinde durulması gerektiğine dikkat çekerek şöyle demiştir: “Şeytan hakkında lâtif bir cisim midir? Cisim değil midir? Cisim ise insanın vücuduna nasıl girer? gibi farklı şeyler söylense de işin doğrusu bu husus üzerinde durmaya gerek olmadığıdır. Şeytanın benliği üzerinde durmak, elbisene yılan girdi diyene yılanın enini, boyunu, rengini, şeklini sormak gibidir. Bunu duyan insan, hiç vakit kaybetmeden elbisesine giren yılandan kurtulmaya bakar. Bunun gibi, yılandan daha zararlı olan şeytanı duyan, onun cisim olup olmadığına bakmaksızın, derhal gerekli önlemleri almaya girişmelidir”


Şeytanın Yaratılış Hikmeti


Sadece şeytanın değil, etrafımızda müşahede ettiğimiz her şeyin bir yaratılış hikmeti/hikmetleri vardır. Sema, yer ve ikisinin arasında ne varsa hepsi bir gayeye matuf olarak varlık alemine çıkartılmışlardır. Abes yaratılmış hiçbir nesne gösterilemez. Öyleyse şeytanın mevcudiyetinde de birçok hikmetler vardır.
Hz Bediüzzaman, bu hikmetlerle alâkalı şunları söyler: “Şerrin yaratılması şer ve çirkin değil, bilakis şerrin işlenmesi şer ve çirkindir. Yaratma ve icat etme, bütünüyle neticeye bakar. Bir şeyi yapma ise hususi bir iş olduğundan hususi neticeye bakar. Mesela: Yağmurun gelmesinin binlerce neticeleri vardır ve bunların hepsi de güzeldir. İradesini kötüye kullandığı için bazıları zarar görse “yağmurun icadı rahmet değildir” veya “yağmurun mevcudiyeti şerdir” diyemez. Belki bu sözleri söyleyen şahsın bir ihmali veya hatası sebebiyle onun hakkında şer olur. İkinci bir örnek olarak ateşin yaratılmasında çok faydalar vardır, bütünüyle hayırdır. Fakat bazıları suistimal edip ateşten zarar görse “Ateşin yaratılması şerdir.” diyemez. Çünkü ateş sadece o şahsın kullanması için yaratılmadı. Belki o, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkarını kendine düşman yaptı...

İşte kâinattaki şerlerin, zararlı şeylerin ve şeytanların yaratılmaları, şer ve çirkin değildir. Çünkü çok önemli neticeleri vardır. Mesela: şeytanlar, meleklere musallat olmadıkları için meleklerde terakki yoktur, makamları sabittir, değişmez. Hayvanların durumu da aynıdır. İnsanlık aleminde ise yükseliş ve düşüşler nihayetsizdir. Bütün Peygamberler ve veliler terakkinin ve yükselişin, bütün Nemrudlar ve Firavunlar ise tedenni ve düşüşün misalleridirler.”

Anlaşılan o ki kötülerin ve kötülüklerin yaratılması şer ve çirkin değil, kötü işlerin yapılması şer ve çirkindir. Şeytan ve yardımcılarının mevcudiyeti fena ve kötü değil, asıl fena ve kötü olan, onların oyuncağı haline gelip şeytanlaşmaktır.

Küfrünün ortaya çıkmasına sebep olan Âdem’e ve onun nesline azılı bir düşman kesilen şeytan, onları azdırıp yoldan çıkartacağına dair yemin etmiştir. Artık o, insanın ebedi düşmanı, onun her türlü mahrumiyet ve sıkıntıya maruz kalması için çalışan en büyük hasmıdır. İşte böyle bir düşmanla uğraşmak zorunda kalan insan, devamlı tetikte ve uyanık kalacak, yaratılış gayesine uygun olarak yaşarken, kendisinde mevcut bulunan mekanizmaları rantabl kullanabilecektir. Öyleyse şeytan, insanın dünyada daha dikkatli ve temkinli bir hayat sürmesine sebep olmaktadır.

Allah, insanları sınamak, davranış ve inanç olarak onlardan hangisinin daha iyi olduğunu göstermek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. Farklı farklı imtihanlar değişik vesilelerle bize uygulanmaktadır ki o vesilelerden biri de şeytandır.
Müslüman’a düşen, şeytana akide ve amel yönüyle muhalefet etmek, bütün davranışlarında ona değil, Hakk’a tabi olmaktır ki bu, manen terakki etmek ve Allah’a yakınlık kazanmak demektir. İnsanoğlu en yüksek insanlık derecesini, bu ezeli düşmanına karşı verdiği ve vereceği mücadele ile elde edebilecektir.


Şeytanın İsyanı


Şeytan, nâm-ı diğer İblis, insanoğlu henüz yaratılmamışken meleklerle beraber yaşamaktaydı. Yapısı meleklerden farklı olmasına rağmen onların içindeydi. Kim bilir belki kendisi gibi ateşten yaratılan başka hemcinsleri de aynı ortamı paylaşıyorlardı. Ve bir gün Allah meleklere bir emir verdi. Melekler, o topluluğun çoğunluğunu teşkil ettikleri için Cenab-ı Hak onlara hitap etti. Fakat şeytan gibi o toplulukta bulunan herkes bu emre muhatap oldu. Kur’ân’da bu emrin geçtiği ayetlerden birisi şudur: “Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, ardından da Âdem’e secde edin dedik. İblisin dışında herkes secdeye kapandı, o secde edenlerden olmadı. Allah: “Emrettiğimde seni secde etmeden alıkoyan nedir?” dedi. O: “Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten onu çamurdan yarattın” dedi. Allah: “Öyleyse in oradan, orada kibirlenmek senin haddin değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin.” İblis: “Bana onların diriltilecekleri güne kadar mühlet verir misin?” dedi. Allah: “Haydi sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu. İblis: “Öyle ise beni azgınlığa mahkum ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere senin doğru yolunun üzerine pusu kurup oturacağım. Sonra onların önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından sokulacağım. Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın.” dedi. Allah: “Alçak ve kovulmuş olarak çık oradan! Onlardan her kim sana uyarsa iyi bilin ki cehennemi sizlerle dolduracağım.”

Şeytan, Âdem (aleyhisselâm) yaratılıp, önünde secde etme emri verilmesiyle denemeye tabi tutulmuş, böylelikle hissiyatı ve içinde gizledikleri ortaya çıkmıştır. İlahi emir gelince onun ilk işi secde etmekten kaçınma ve isyan, sonra da kibir ve küfrünü ilan olmuştur. Enaniyet içerisinde kendini temize çıkarmaya kalkışmış ve bunlara ilave olarak bir de ben ondan daha hayırlıyım diyerek hem yalan söylemiş, hem de bilgiçlik taslamıştır.
Halbuki böyle bir emir karşısında ona düşen boyun eğme ve itaat idi. Buna rağmen o kalkmış kendine göre fikir yürütmüş, batıl ve fasit bir takım kıyaslamalara girmiştir. Hz Âdem’i sadece çamurdan ibaret sanmış, maddeye takılıp kalarak Allah’ın çamurdan büsbütün farklı bir şey yaratabileceğini, ona kendinden bir ruh üfleyebileceğini anlayamamıştır.
Şeytan, geçirdiği imtihanla tersyüz olmuş, içi dışına çıkmış, mahiyetinde bulunan çarpıklıklar ortaya dökülmüştür. O, bu imtihan sürecinin hiçbir diliminde istenileni ortaya koyamamış, kabiliyetlerini kötüye kullandığından sürekli alçalmıştır. Neticede bütün hayır ve güzelliklere kapanıp, özündeki gelişmeye açık iyilik tohumlarını kurutmuş, birçok fena özelliğin kendisinde toplanmasına müsaade etmiştir.

İşte bu şeytan, insandan ve cinden şerre açık, nefislerini ıslaha kapatmış, vicdanlarını kirletmiş olanları kendine yardımcı edinir. Onları yaldızlı sözlerle kandırıp kendine meylettirir. Sonra da kendi uğursuz gayesi adına kullanır. Hep beraber sıradan insanların dışında peygamberlere bile sataşırlar: “Böylece biz, her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak. Ki ahirete inanmayanların kalbleri onların yaldızlı sözlerine kayıp kansın. Ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçları devam edip dursunlar.”
Bu âyetin tefsiri ile ilgili olarak İbn Abbas hem insanlardan hem de cinlerden şeytanların bulunduğuna vurgu yaparak bazan cinni şeytanların insî şeytanları devreye sokarak insanları aldatmaya çalıştığını belirtmiştir. Nitekim Allah Rasûlü Ebu Zerr’e hitaben: “Cin ve insan şeytanlarından Allah’a sığındın mı? demiş, Ebu Zerr de: “insandan da şeytan olur mu? diye sorduğunda Rasûli Ekrem: “Evet olur, hatta onlar cin şeytanlarından daha tehlikelidirler” buyurmuştur.

Nas sûresinde de insanlardan ve cinlerden şeytan olduğu ifade edilir. Bu ifadeden önce de, şeytanın sinsice davrandığı ve insanların kalplerine vesvese verdiği anlatılır. Mahiyet itibariyle insan olsalar bile şeytanla aynı fonksiyonu yaptıklarından ötürü bunlara mecazen şeytan denilmiştir.


ŞEYTANIN VASIFLARI


Şeytan, mahiyetindeki iyiliğe açık tüm istidatlarını iradesiyle öldürmüş ve kötülüğe ait bütün kabiliyetlerini de geliştirmiştir. İçini tamamen küfürle doldurup, inanmaya yer bırakmamıştır. Öfkeli bir insanın her halinden öfke döküldüğü gibi, onun hayatını da bütünüyle kötülük kaplamış, küfürle bütünleşip, her türlü şerri işlemeye hazır hale gelmiştir.

Şeytanın vasıflarından bazıları şunlardır:

a. Düşmanlığı

Şeytanın insana olan düşmanlığı apaçıktır. O, içinde taşıyıp durduğu isyan ve küfür tohumlarının ortaya çıkmasına sebep olduğu için Hz Âdem’e ve onun zürriyetine harp ilan etmiş, Allah’a saygısızca karşılık verirken: “Ben hiç Senin çamurdan yarattığına secde eder miyim! Yemin ederim eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım” demiştir.
Yüce Allah, onun bize olan bu öfke, kin ve nefretten müteşekkil düşmanlığını haber vermiş, bizim de onu düşman edinmemizin lüzumunu belirtmiştir: “Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman belleyin. O, kendisine tabi olanları alevli ateş halkından olmaya çağırır.”
Kur’ân’da: “Şeytan, içki ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokuşturmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor, artık vazgeçtiniz değil mi!” buyurulmaktadır. Şeytan işi birer pislik olarak nazara verilen içki ve kumar gibi vasıtalarla İblis, sosyal bünyeyi durmadan kemirir. İçki ve kumardan ötürü yıkılan aileler, dağılan yuvalar, meydana gelen insanlık dışı pek çok hadiseler, sosyal hayatı felç eden dünya kadar olaylar her türlü izahtan vareste olup bu toplumsal yarayı bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Onun azılı bir düşman olduğunu bilmek, ona karşı kendimizi uyanık tutmak açısından önemlidir. Esasen o, ciddî bir hasım olarak kabul edilse de edilmese de peşine düşenleri hep o can yakıcı ateşe sürükleyecek, hiçbir zaman iflah etmeyecektir.


b.Hıyaneti ve Nifakı


Şeytanın en belirgin özelliklerinden biri de hıyanetidir. Emanete vefasızlık yapma, verilen sözü yerine getirmeme, güveni kötüye kullanma manalarına gelen hıyanet, nifakla aynı manaya gelir. Şu var ki nifak, dine karşı lakayt kalma, umursamama yerinde kullanılır. Hıyanet ve nifak kelimeleri iç içe geçmiş, belli etmeden, verilen söze ve doğruluğa karşı çıkma manalarını ifade eder olmuştur. Şeytan insana en pes ve bayağı şeyleri yapmasını fısıldar, kötülüğü çok masum bir şekilde nazara verir. Maksadı hasıl olunca da sıvışır, ortadan kaybolur. Âdem’e ve hanımına da öyle yapmış, bir nasihatçi gibi onlara yaklaşmış, yeminler etmiş, o yasak meyveden tattırınca da çekip gitmiştir. Bundan sonra gelişen hadiseleri beraber göğüsleyecekleri yerde, onları yardımsız ve yardımcısız bırakmıştır: “Zaten şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakır” ayetiyle ifade edilen mana da budur. O, hiçbir zaman insanın hayrına dost olmaz, bir felakete sürüklemek için öyle gözükür, nihayet başı sıkışınca çekiliverir, hainlikten hiç vazgeçmez.

Şeytan hazûldür, insanları hizlâna atar, muavenetsiz, yardımcısız, kimsesiz, tek başına, sefil bırakır, zelil eder. Kendi düşüncesi doğrultusunda kullandığı insan ve cin yandaşlarına dahi vefasız ve nankördür. O, dünyada peşinden koşturduklarını öbür tarafta kurtaramayacağını, onlara faydalı olamayacağını ifade edecek: “İş bitirildikten sonra şeytan: Allah size gerçeği vaad etti, ben de size vaadde bulundum, ama ben sözümden caydım. Benim , sizin aleyhinize kullanabileceğim bir gücüm de yoktu. Sadece sizi (inkara ve isyana) çağırdım. Siz de benim çağrıma uydunuz. Öyleyse beni kınamayın da kendinizi levmedin. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni. Ben daha önceden beni Allah’a ortak tutmanızı da tanımamıştım zaten. Hiç şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır” diyecektir.

Şeytan, münafıkların ilki ve sonrakilerin de akıl hocasıdır. Nifak kelimesi hıyanet kelimesi ile bir nüansla ayrılsa da birbirlerinin yerine kullanılabilmektedirler. İnsanlar ikiyüzlülüğü şeytandan öğrenmişlerdir: “(Münafıkların durumu) tıpkı şeytanın şu durumuna benzer ki insana “inkar et” deyip insan inkar edince de “Ben senden uzağım, ben Alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım” der. Nihayet ikisinin de sonu, ebedi olarak ateşte kalmaları oldu. İşte zalimlerin cezası budur.”

c.Vesvesesi ve Sinsiliği

Nas suresinde geçtiği üzere şeytan “vesvas” ve “hannas” olarak nitelendirilmiştir. Vesvâs; kalbe hayırsız, faydasız, alçak hatıraları atan, yavaşça fısıldayan, insanların sinelerine vesvese verip durmada çok mahir olan demektir. Bu isim, söz konusu işte en başarılı olan şeytana ad olmuş, bu özelliğini çok kullandığından sanki vesvesenin bizzat kendisi haline gelmiş, bütün işi-gücü vesvese ve komplo olmuştur.

Hannâs kelimesi de Allah anıldığı zaman geri geri çekilen, sinen, o esnada kaybolan, sıvışıp giden, bu işi profesyonel olarak yapan demektir.
Vesvâs ve Hannâs kelimelerini, yukarıda söylenilen manaları göz önüne alarak şöyle ifade edebiliriz: İnsanın kalbine ve aklına, lüzumsuz ve alçakça düşünceleri atan, hiç belli etmeden fısıldayan, gizliden gizliye aldatma ve ayartma için fiskos edip duran, sinerek, gerisin geriye çekilerek fenalığa sürükleyen, değişik stratejilerle Hak’tan yüz çevirten, dönek, sineleri işkillendirip duran şeytan.
Kur’ân’da şeytanın vesvesesi ile alakalı misal olarak Hz Âdem ile eşine verdiği vesvese anlatılır. Şeytan, kendisine “Kovulmuş olarak çık oradan” denildikten, yani cennetten kovulduktan sonra Âdem’e ve Havva’ya vesvese vermiş, cennetin dışından, cennetin içindekilere tesir etmiş, ayaklarını kaydırmıştır.
Burada önemli olan husus şeytanın Âdem’e ve eşine verdiği vesvesenin cereyan şeklinden ziyade, cennetten kovulmasına rağmen, yine de vesveseye imkan bulabilmesidir. Cennetten çıkarılmış olma, onun bu işi yapma güç ve kabiliyetini kaybetmesi manasına gelmemiştir.


Mehmet Şeker