๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 22 Ekim 2010, 16:30:41



Konu Başlığı: İslam hayata istikamet kazandırmıştır
Gönderen: Sefil üzerinde 22 Ekim 2010, 16:30:41
İslam, hayata istikamet kazandırmıştır    

İnsan bazı hakikatlere kalb yoluyla muttali olur; gözün göremeyeceği şeyler kalb yoluyla görülebilir. Bazen de hiçbir kitabın yazmadığı, anlatmadığı meselelere yine kalb ve his yoluyla aşina olur insan.

Fakat her insanın hissi farklı olduğundan ve içinde bulunduğu âlemin rengini alıp değerlendireceğinden ötürü herkes isabetli bir hüküm veremeyebilir ve körlerin fil tarifi gibi hakikati sadece bir yönüyle değerlendirme durumunda kalabilir.

Hiç fil görmemiş a'mâların, filin bir yerini tutarak fili tarif etmeleri gibi insanlar da verdikleri hükümlerde bir kısım isabetsizlikler izhar etme durumuna düşebilirler.

İnsanda her ne kadar asıl mesele kalb ise de her fert kalben müşahedesiyle verdiği hükümlerde bazen değişik hava ve tesirler sebebiyle, bazen de insanın seradan süreyyaya kadar alçalma ve yükselme arasında, alçalıp hayvanlaşma veya yukarıya çıkıp melekleşme arasında seyriyle bu mertebelerin hükmüne tabi olarak vereceği hükümler isabetsiz olabilir. Onun için İslam, doğrudan doğruya insanın içi, kalbi, letâifi ve selim fıtratı olan bir kaynaktan doğan hakikatlere bir akıntı vermiş; bunları bir mecraya çevirmiş ve insanın sinesinden doğan kulluk ihtiyacını; namaz, oruç, zekât şeklinde formüle etmiştir.

Hıristiyanlık Hak bir din idi ve elinde Allah'tan gelme hak bir kitap vardı. Fakat zamanla bir anlamda muvazene bozuldu. Yaratıcı Allah'tır dedikleri halde, Hz. Mesih'e de ulûhiyet isnat etmeye durdular. Allah "Göklerin ve yerin yaratıcısı, ezeli ve ebedi Hâlık'tır." dedikleri halde Hz. Meryem'i �hâşâ- Allah'ın hanımı gibi gösterdiler ve Hz. Mesih'e Allah'ın oğlu deyiverdiler. Bütün bunlar tevhitte muvazeneyi bozma manasına geliyordu. Çünkü bir varlık ya müstağni-i alel ıtlaktır ya da muhtâc-ı mutlaktır. Allah, müstağni-i alel ıtlaktır. O, Hz. Mesih ve Meryem olmadan evvel kimseye ihtiyacı olmadığı gibi onlardan sonra da ihtiyacı yoktur. Allah muhtac-ı mutlak olmadığına göre, bunun ortası da yoktur. Mesih ve Meryem, tarihin belli döneminde arz-ı dîdâr etmiş müstesna simalardır. O devreye kadar Allah (celle celaluhu) -hâşâ ve kellâ- Hıristiyan'ın zihnindeki bu mevhum ihtiyacı ne ile giderdiği sorusunun cevabı yoktur. Keza Yahudilik de Hz. Üzeyir'i aynı şekilde ele almıştır. İslam'a göre bu düşünce tarzı tevhiddeki muvazeneye ters ve fikrî bir inhiraftır. Allah, Allah'tır, ezeli ve ebedidir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hz. Mesih ve Meryem ise Allah'ın kuludurlar. İşte Kur'an bu şekilde Hıristiyan ve Yahudi'nin itikadını da tadil etmiş ve aynı zamanda düşünceye ayrı bir istikamet kazandırmıştır. Bazı tarihçilere göre Yahudilik maddiyeci; Hıristiyanlık da tamamen spritüalist bir zihniyetin temsilcisidir. İslam bir taraftan bu maddeciliğe şiddetli bir tokat indirmiş, her şeyi maddeye irca edenlere "dur" demiş, diğer taraftan da ruh da vardır madde de; ikisi de ayrı tecellilerdir. Biri kudret, irade ve meşîetten ise, öbürü de âlem-i emirdendir demiş ve dayanaksız faraziyelerin önünü alarak tefekküre bir istikamet kazandırmıştır.

İNSANLIK KENDİNE GELECEKTİR

Kendisine Cenab-ı Hak kulluğun erkân ve âdâbını öğreteceği ana kadar Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de nasıl kulluk yapılacağını belirleyemiyordu. Ama yine de kulluk yapmaya çalışıyordu. Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadiste -ki, bunu başkalarından duymuş olması lazım- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hira Dağı'nda bir mağaraya çekilip orada uzun zaman ibadet ettiği anlatılır. Bu ibadetin nasıl olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Biz bundan, Hz. İbrahim'den, perdeler altında, o güne kadar devam edegelen kulluk şekli nasılsa öyle ibadet ettiğini anlıyoruz. Ama Efendimiz kulluk yapardı. Kur'an gelince kulluğu formüle etti ve hayat-ı içtimaiyeye ayrı bir istikamet verdi.

Efendimiz çok afifti. İçinde putların dolu olduğu Kâbe yıkıldığında O Kâbe'yi yapmada çalışıyor, Cahiliye putperestlerinin Ficar harplerine iştirak ediyor, Kâbe halkının yanında yerini alıyor ve Hılfu'l-Füdûl'da bizzat bulunuyordu. İslam geldikten sonra, Allah nerede, ne zaman ve nasıl harp edildiğini öğretti: "Kim, savaşı Allah yolunda ve Allah düşüncesi ile yapıyorsa o, Allah yolundadır; gayrisi Allah yolunda değildir. Allah'ın yüce ve yüksek adının âfâk-ı âlemde bayraklaşmasına matuf yapılan savaş Allah yolundadır." Beyanlarıyla İslam, savaş sistemine de böyle bir istikamet kazandırıyordu.

Bütün bunlarla İslam'ın topyekûn bir hayata istikamet kazandırdığı söylenebilir. Aslında beşer bünyesinde, kalbinde, ruhunda ve dimağında mündemiç olarak bulunan hakikatler İslam sayesinde neşv ü nema bulma imkânını buldu, beşerdeki büyük potansiyel enginlik inkişaf etti. Medeni milletlere, medeniyet muallimi olma halini ve ufkunu kazandıran İslam'la insanda canavarlığa sarf edilebilecek güç, cesaret, şecaat.. gibi vasıflar hakperestlik istikametinde kullanılma istikametini elde etti.

İslam tarihi ve İslam medeniyet tarihi üzerine araştırmalar yapan insaflı müsteşriklerden birisi şunları söyler: "Beşer, Hz. Âdem'den Hz. Muhammed devrine kadar elde edebileceği terakkinin ancak yüzde yirmi beşini kazanmıştır. Hz. Muhammed, getirdiği esaslarla fikre ve hayata kazandırdığı istikamet sayesinde yüzde yirmi beş daha terakki etmiş ve yüzde elliye ulaşmıştır. O günden bu güne, o formülleri kullana kullana biz ancak yüzde yirmi beşlik bir mesafe kat edebilmişizdir. Ve beşerin terakkisi için tanıdığımız en son noktaya, -ümit ediyoruz ki- bundan sonra ulaşacağız."

Evet, İslamiyet'in gelmesiyle fikir, artık tam istikamet kazanmıştır. Bugünkü ilmî ve fikrî tıkanıklık inşallah erbabının elinde, demirin Hz. Davut'un elinde balmumu gibi yumuşak hale gelip istenilen kalıba girmesi gibi kamet-i kıymetine uygun şekilde açılacak ve inkişaf edecektir.

1- İslam, hayatın her yönüne bir istikamet kazandırdığı gibi aynı zamanda ahirete ait de yönlendirmelerde bulunmuştur. İnsanın kulluk ihtiyacını; namaz, oruç, zekât ve hac şeklinde formüle etmiştir.

2-
Hak din olarak gelen İslam, diğer dinlerin inhiraf ettikleri mevzularda gerçeği açıklayıcı beyanlarıyla insanların dini hayatına istikamet getirmiştir.

3- Aslında, İslam'ın gelmesiyle insanlığın dimağında potansiyel olarak bulunan hakikatlerden inkişaf etmeyenler inkişaf etmiş, inkişaf edenlerse daha bir gelişip serpilmiştir.

ZAMAN