๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Eylül 2010, 15:24:10



Konu Başlığı: İşçi işveren münasebetleri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Eylül 2010, 15:24:10
İŞÇİ-İŞVEREN MÜNASEBETLERİ

1. GİRİŞ
İslâm'a göre Allah adıyla yapılan üretime yönelik her gayret ve çalışma ibadet olarak değerlendirilir. Fert fert herkes kendi geçimini sağlamak için çalışmak ve başkalarına muhtaç olmamakla yükümlüdür. Peygamber Efendimiz (sav), bazı sahâbelerden başkalarından hiçbir şey istememek üzerine biat almış, bu sahâbeler de biatlarına, "kendileri at üzerinde iken düşürdükleri kamçılarını bile başkalarından istememek" derecesinde ittiba etmişlerdir. Peygamber Efendimiz (sav) insanları çalışmaya ve helalinden kazanmaya her vesile ile teşvik etmiştir. Bir hadîs-i şeriflerinde: "Kişi kendi elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir" demektedir. Benzer şekilde işçi ve işverenler de diğer vatandaşlar gibi toplum içinde yaşamak ve maişetlerini temin etmek için üzerlerine düşeni yapmakla mükelleftirler.
Günümüzde toplum hayatı, âdetâ çeşitli grupların kendi haklarını ve menfaatlerini elde etmek için kıyasıya mücadele ettiği, güçlünün hakkını elde ettiği ve bu arada başkalarının haklarından bir kısmını da ele geçirdiği bir hal almıştır. İslâm, muhalif güçler çıkarıp bunların mücadele esaslarını belirlemek yerine, tarafları anlaştırıp menfaatlerini telif etme tarafını tutar. İşsizliğe mani olmak ve üretimin devamını sağlamak hedeftir. Görünen odur ki, İslâm hukuku ve ekonomisi asırlardır, hatta batılı hukuk sistemlerinden daha önce bu konuyu ele alıp adaletli bir şekilde tanzim etmiş olmasına rağmen, pek çoğu itibariyle bu kimseler İslâm'ın kendi konumlarındaki düzenlemelerini, hak ve vazifelerini bilmemektedirler. Bu durumda İslâm'ın işçi ile işverenlerin münasebetlerini düzenleyen esaslarının ve bu esasların hatırlanmasında hem gayr-ı İslâmî sisteme alternatif oluşun vurgulanması hem de yaşamak isteyenlerin derli toplu görmesi açısından faydalar vardır.
İnsan fıtratı, dinin kuvve olarak ele aldığı bir kısım unsurlar içermektedir. Şehvet, gadap, hırs, cesaret, korku vs. Din bir yönüyle bunların sırat-ı müstakim üzere yönlendirilmesi, ferdin ve toplumun dünya ve ahiret hayatları için faydalı hale getirilmesi için Allah tarafından konulmuş kurallar bütünü olarak ele alınabilir. İslâm dünya ile ahireti, madde ile manayı birlikte kucaklayan bir dindir. Bu yönüyle, İslâm, İslâmî kurum ve kuralların işletilmesi suretiyle dengeli bir toplum yapısının teşekkülünü hedefler. Burada, bu kurumlardan üçü olan uhuvvet, adalet ve ihsan kavramları ile işçi ve işveren arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceği konusu üzerinde durulacaktır. İslâm öncelikle ferdî yükümlülüklerin yerine getirilmesi üzerinde durur. Çünkü her vazife karşılığında bir hak vardır. Böylece, fertlerin vazifelerini yerine getirmek konusunda gösterdikleri gayretler, toplumun her kesiminin haklarını elde etmesini netice verir. Fakat bir grubun haklarını elde etmeye çalışmaları, bir başka grubun çıkarlarını ilgilendiriyorsa sonuçta sosyal sürtüşmeler ve karışıklık ortaya çıkar. Adalet müessesesi bu düzensizlik ve sürtüşmeleri ortadan kaldıracaktır. Bundan sonra ihsan müessesesi devreye girerek meseleyi bir adım daha ileriye götürür. Buna göre fertler kendi haklarından başkalarının hesabına vazgeçeceklerdir ki bu en önemli sevap kaynaklarından biridir.
2. UHUVVET
İslâm her ferdi evrensel bir kardeşlik içinde, sanki herkes tek bir ailenin ferdi imiş gibi birleştirir. Bu kardeşlik içinde tek tek ve hep beraber bütün üyeler eşit sosyal statüye sahiptir. Hadîste; "bütün insanlık Allah'ın ev halkı" olarak tarif edilmiş ve Allah'a en yakın olanın ailesine en iyi davranan olduğu ifade edilmiştir. Kardeşliğin en önemli gereği yardımlaşma ve ortak çalışmadır.. İnsanlık bir gemi içinde bulunan fertler olarak ele alınacak olursa, gemi içindeki her fert geminin hedefe varması için ortak hareket etmek ve kendi başlarına gemi üzerinde tasarrufta bulunmamak zorunda olmaları gibi, insanlık da yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmak zorundadırlar. Bu mecburi birlikteliğe ilaveten, Halik, Malik, Razık birliği, ülke ve dünya birliği, aynı havayı soluma, aynı ortak çevreye sahip olma gibi özellikler de İslâmî bir şuur içinde insanlığı kardeş olmaya zorlamaktadır. Bediüzzaman'ın ifadeleri içinde bir mü'min nazarında din ve vatan düşmanlarının kötülükleri -tecavüz olmamak şartıyla-adaveti celbetmemelidir. Çünkü "cehennem ve azab-ı ilâhî kafidir onlara..."
Kur'ân: "İyilik ve takva üzere yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın" (Mâide, 5/2); ayrıca "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin koruyucusudurlar, iyiliği emreder kötülükten sakındırırlar" (Tevbe, 9/71) demektedir. Bazı hadisler de ortak çalışmayı ve yardımlaşmayı daha geniş bir şekilde izah eder. "Mü'min mü'minin kardeşidir. Öyleyse kimse kardeşinin hatasını araştırmasın, yardımsız bırakmasın ve utandırmasın." Diğer bir hadiste de: "Mü'minler birbirine yardım edip destekleyen bir binanın tuğlaları gibi birbirlerinin yardımcısıdırlar" denmektedir.
Bazı pratik misaller üzerinde kardeşliğin etkisi görülebilir. Mesela bir kişi veya firma kendi kârı için başka kişilerin ve firmaların zarar etmelerini gözardı edebilir. Toplumun haklarını başkalarının ellerinden zor kullanımı ve mücadele ile almaları esasına dayalı ve güçlü olanın haklı sayıldığı gayr-ı İslâmî bir sistemde bu çok da garip bir durum değildir. Böyle bir sistemde büyük balık küçük balığı yutacaktır. Bunun sonucunda toplumun bütün kesimleri sürekli rekabet içerisinde, sürekli başkalarına karşı teyakkuz halinde olacak ve kimse rahat ve huzur yüzü görmeyecektir. Böyle bir sistemin biraz ilerisi anarşi toplumudur.
Durum ferdî plânda da hemen hemen aynıdır. İmana ait bilgilerden sonra en mühim amâl-i salihadır. Salih amel ise maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, Hukukullahı da bihakkın ifa etmekten ibarettir. Şuurundan mahrum insanlar arasında kardeşliğin de geçerli olacağı söylenemez. Mesela aynı işi ortaklaşa yapmaları gereken kimselerden bazılarının daha az gayret göstermesi diğerlerinin daha fazla ezilmelerini netice verecektir. İşçi çalışma zamanını kısaltmak için ağır çalışacak, ya da zaman çalacaktır.. benzeri misaller çoğaltılabilir. Sonuç olarak uhuvvet hem kişiler arası ilişkilerin düzenlenmesinde hem de toplum barışının sağlanmasında en önemli kurumlardan biridir.
3. ADALET
Adalet, sosyal hayatın dengesini sağlamada anahtar konumundadır. Adalet mekanizması sistemin işleyişini sağlamak amacıyla mukavele ve bunlarla ilgili düzenlemeleri gündeme getiriyor. Ayet-i kerimede "muhakkak Allah adaleti, ihsanı, yakınlarına vermeyi, ve her türlü kötülükten uzak durmayı emrediyor" (Nahl, 16/90) denmektedir. Görüldüğü gibi adalet ihsandan önce gelmiştir.
Adaletin toplumda ne şekilde tatbik edileceği de Kur'ân'da belirtilmiştir. Kur'ân'ın en uzun ayeti olmakla meşhur Müdayene ayeti de adaletin en önemli icra vasıtası olan mukavele konusunda mü'minlere yükümlülükler getirmektedir. Adı geçen âyette, borç alış-verişinde şahitler tutulması, hatta noterlik kurumunun yazması, şahitlik için çağrılanların bundan kaçınmaması... emredilir (Bakara, 2/282).
Adalet mekanizmasının en başta gelen vazifesi, toplumda her türlü adaletsizliğin ve taşkınlığın kökünü kazımaktır. İslâm, toplumdaki, zayıf kimselerin haklarını korur. Herkes fıtratının bir gereği olarak kendi haklarını ve ellerinden gelirse başkalarının paylarından bir kısmını da almaya çalışır. Eğer herhangi bir şekilde başarılı olursa gruplar arasında anlaşmazlık ve çekişme kaçınılmaz olacaktır. Çünkü zarar gören taraf mücadele etmeye çalışacaktır. Bu şartlar altında İslâm her ferdin haklarını elde etmesini ve hiç kimsenin kendi tabii haklarını elde etmede başkalarıyla mücadele etmek zorunda kalmamasını sağlayacak bir adalet mekanizmasını işletmektedir. İslâm'a göre her vazifeye karşılık bir hak söz konusudur. Bunun tersi de geçerlidir. Dolayısı ile vazifelerini yerine getiren fertler, bu yolda gösterdikleri gayretlerle haklarına da ulaşmış olacaklardır.
Müslümanlar başkalarının haklarına hürmet etmekle emrolunmuşlardır. Hürmet edilecek haklar arkadaşlık, komşuluk, akrabalık, çocuk ve ana baba hakları, işçi ve işveren hakları... vs. şeklinde sıralanmaktadır. Her grubun birbiri üzerindeki hakları görmezden gelmesi kesinlikle yasaklanmış ye zulüm olarak tanımlanmıştır. Böyle durumlarda devlet zarar gören tarafın haklarını temin veya tazmin etmekle yükümlüdür.
Adaletin sağlanmasındaki en önemli vasıta mukavelelerin kudsiyetidir. İslâm hukukunda mukaveleler mevzuunda detaylı bir sistematik vardır. Burada bunlardan bazıları verilecektir. Mukavele ile bağlanmış yükümlülükler alanında İslâm her iki tarafın durumları belli bir forma sahip iki tarafın rollerinin şekil ve sınırlarını belirler; herhangi bir sapma mahkemeler tarafından düzeltilir. Burada mukaveleler de yazılmaktadır. İslâm hukuku her mukavelenin kendi özellikleri ile alâkalı olarak bir kısım şartları yerine getirmesini gerektirir. Mukavelelerin bağlayıcı özelliği Kur'ân tarafından da vurgulanmıştır. Ayette "bir de sözü yerine getirin, çünkü verilen sözden dolayı şüphesiz ki bir sorumluluk doğmaktadır" (İsrâ, 17/34) denmektedir.
Müdayene ayetinde ifade edildiği üzere İslâm hukuku mukavelelerin detaylarının yazılmasını ve bir tarafsız grup tarafından da şahitlik yapılmasını gerektirmektedir. Din tarafından özel olarak yasaklanmamışsa bütün mukaveleler taraflar için zorlayıcıdır ve mahkemeler tarafından bu durum takip edilir. Bütün mukaveleler belli şartları sağlamak zorundadırlar. Aksi halde mahkemece iptal edilirler. Peygamber Efendimiz (sav): "Ben kıyamette üç kişinin hasmıyım. Söz verip sonra sözünden dönen kimse, hür bir şahsı satıp parasını yiyen ve işçiyle anlaşıp, onu çalıştırıp istifade eden ve fakat sonra ücretini ödemeyen kimse" diyerek mevzuun ehemmiyetini dile getirmektedir.
En önemli şartlar şunlardır:
1. Mukavelenin yapılışında her iki tarafın gönüllü olması ve herhangi bir zorlamanın söz konusu olmaması gerekmektedir. Her iki taraf da içerik üzerinde anlaşmalıdırlar. Bir taraf mukavelenin kendine zorla kabul ettirildiğini söylerse mahkeme bunu iptal eder.
2. Mukavele ile ortaya haklar ve yükümlülükler bütün taraflara açıkça izah edilmelidir. Bir taraf mukavele hakkında yeterli bilgiye sahip değilse ve bu nedenle bir zarara uğrarsa mukavele yürürlükten kaldırılır.
3. Mukavelede herhangi bir eksik tanımlama olmamalıdır. Mesela işçi yapacağı işi, işin süresini, karşılığında ne alacağını, işveren de işçinin kendisine yapacağı işin miktar ve kalitesini bilmelidir.
4. Zarar vermemek esas olmalı. Hadiste "ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız" denmektedir. Mukavele meseleyi her yönüyle ortaya koymalı, bunun dışında taraflardan birine gelebilecek herhangi bir muhtemel zarar bulunmamalıdır.

Burada sayılan genel şartlara ilaveten işe alınmada yapılması gereken özel bir mukavele de vardır. Bunlar da genel olarak, işin mahiyeti, süresi ve karşılığı olan ücreti belirleyen mukavelelerdir.
İslâm, işin tabiatına ve süresine bağlı olarak, işverenin fazla işle işçiyi zorlamasına müsaade etmez. Eğer iş, işçinin kapasitesinin üzerinde ise işveren işçiye yardım etmek zorundadır. Bu konuda Kur'ân ve hadisin emirleri gayet açıktır. Şuayb (as) (işveren), Musa (as)'ya (işçi) "Haberin olsun ki ben şu iki kızımdan birisini, bana sekiz sene ücretle çalışmak şartıyla sana nikah etmek istiyorum. İstersen on seneyi tamamlarsın. Bununla ben seni zorlamak istemem. İnşallah beni dürüst kimselerden bulursun" (Kasas, 28/27) diyor. Bu ayete göre eğer işveren işçisini korumuyorsa dürüst değildir anlamı çıkmaktadır. Burada rahatsızlık işçiyi aşırı yoracak ağırlıkta iş vermek şeklinde anlaşılabileceği gibi başta üzerinde anlaşmaya varılmamış olan herhangi bir şeyin istenmesi olarak da anlaşılabilir. Hadiste "Onlar sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah Teala Hazretleri onları ellerinizin altına emaneten koymuştur. Kimin kardeşi eli altında ise, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı işi buyurmasın. Eğer buyurursanız onlara yardım edin" (Buharî, Itk, 15; Müslim, Zühd, 74) denmektedir.
Bu hadis açıkça ortaya koymaktadır ki bir işveren işçisine aşırı miktarda veya işçinin normal çalışmasıyla çok uzun sürecek ve onu rahatsız edecek iş veremez. Bunlara ilaveten, işveren işyerinden ve işin tabiatından kaynaklanabilecek tehlikelere karşı bir kısım koruyucu önlemleri almak, temiz ve sağlıklı bir çalışma ortamı sağlamak ve çalışma yerinde çeşitli sosyal imkânları hazırlamakla da yükümlüdür. Kısaca işveren, iş süresince emri altında çalışanlara işin kolay ve rahat bir şekilde yapmalarını sağlayacak tedbirleri almak zorundadır. Bütün bunlardan sonra, işe alınmada yapılacak mukavelenin içermesi gereken şeyler şöyle sıralanabilir:
1. İş, işçinin gücünün üstünde olmamalıdır. Bu mukavelede işçinin kapasite ve yeteneğinin işçi tarafından tanımlanması ile sağlanabilir.
2. Yapılacak işin bütün detayları ile tanımlanmış olması gerekir.
3. Maksimum iş süresinin baştan belirlenmesi gereklidir.
4. İşyerlerinden kaynaklanabilecek tehlikelere karşı yeterli tedbirlerin alınmış olması gerekir.
5. Sıhhi çalışma şartları ve sosyal imkânların belirlenmesi gerekir.

Belirlenmesi gereken en önemli hususlardan birisi de işçiye ödenebilecek ücretin ve diğer ödemelerin miktarıdır. Kur'ân ve hadis bu konuda da bazı tavsiyeler yapmaktadır. Mesela teklif edilen asgari ücret işçinin ve ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir. Kur'an'da boşanmış kadına bebeğin beslenmesi süresince yapılacak ödemeyi anlatan âyet bu konuya da ışık tutuyor. "Çocuğun babasına da, annelerinin maruf vechile yiyeceği ve giyeceği borç olur.. bir de çocuğunuza süt ana tutup emzirtmek isterseniz, vermek istediğiniz ücreti meşru şekilde ödediğiniz takdirde size bir günah yoktur."(Bakara. /233)
Bu ayete göre miktar yiyecek ve giyecek olmaktadır. Bu ayet ne kadar genelleştirilebilir sorusu akla gelebilir. Hadiste: "Emriniz altında çalışanlar sizin kardeşlerinizdir... Emri altında bir kardeşini çalıştıran ona kendi yediğinden yedirsin ve kendi giydiğinden giydirsin... Temel ihtiyaçlarında onları tatmin etsin" buyruluyor. Bunlara ilaveten, hadiste geldiği üzere, işveren onlara kendi emekleri neticesinde kazanılmış olan mahsulden vermeye teşvik edilmiştir.
Her iki taraf da söz konusu şartlarda anlaştıktan sonra mukavele kanunî hale gelmiş olur. Bundan sonra kişilerle veya işle ilgili bir sebep olmaksızın herhangi bir taraf mukaveleyi feshedemez. Taraflardan birinin ağır hastalığı, ölümü veya bir afetle işin bozulması ile mukavele geçerliliğini yitirecektir. Benzer şekilde çalışma yeri yangın, sel veya deprem gibi bir afetle tahrip olduğunda işveren mukaveleyi feshedebilir. Başka nedenlerle mukavele feshedilemez.
4. İHSAN
İhsan kavramının düzenlemesine göre bir kişinin ekonomik davranışı İslâm'ın ahlâk kurallarına göre düzenlenmektedir. İslâm güzel ahlâk üzerinde ısrarla durur. Güzel ahlâk, yapılması veya yapılmaması konusunda bir kısım müeyyideler bulunmayan meselelerde bile dinin tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmek olarak ele alınabilir. Mevzumuzla alâkalı olarak mesela, mukavelenin yaptırıcılığı vardır. Fakat mukavelede bulunmasa bile her iki tarafın güzel ahlâk ve ihsan şuuruyla yapması gereken davranışlar da vardır.
İhsan kişinin motivasyonunu kuvvetlendirerek kendi başına bir davranış geliştirmesini sağlar. Başkalarının hesabına kendi haklarından bazılarından vazgeçme anlamına gelmekte olup bir yükseklik nişanesi sayılmaktadır. İslâmî incelikte ihsanı hayatına tatbik etmeye çalışan bir fert rasyonelliğin İslâm'daki anlamıyla tam uyum içindedir. İhsanı davranış haline getiren kişi anlar ki Allah bu davranışının karşılığını ahirette kat kat fazlasıyla verecektir. İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir? (Rahman, 55/60) İhsanın hayata tatbikinde işçi ve işveren birbirine nazik ve duyarlı olmak zorundadır. Bu diğer taraftan sosyal dayanışmayı da kuvvetlendirir.
İhsanın uygulamaya konması ferdin takvasıyla ilgilidir. İslâm tâbilerinin yüksek ahlâkî olgunluğa sahip olmalarını teşvik etmektedir. Bunlar arasında dürüstlük, doğruluk, sorumluluk duygusu... sayılabilir. İhsanın uygulama örnekleri Kur'ân ve hadîste mevcuttur.
* İşçi iyi çalışmak ve kendini ve ailesini geçindirecek yeterli miktarda kazanmak için teşvik edilmiştir. Bu yönde gösterilen gayretler ibadet olarak değerlendirilmektedir. Kendisi ve ailesinin geçimi için elinden gelenin en iyisini yapmak emredilmektedir. Bu mevzuda gösterilen gayretlerin Allah nazarında cihadla eşit sevab kazandıracağı şeklinde teşvikler vardır.
* İşçi İslâm'ın iyi işçi tanımlamasına kendini dahil etmeye çalışmalı, güvenilir ve verimli olmalıdır. "O hanımlardan biri "Babacığım onu ücretle yanına al çünkü o tuttuğun ücretlilerin en hayırlısıdır. Kuvvetli, emin bir kimsedir" dedi." (Kasas, 28/26) ve hadîste "en iyi kazanç, çalışkan bir işçinin dürüstçe kazandığı kazançtır" denmektedir.
* İşçi sorumluluklarının bilincinde ve işini nasıl yapacağının şuurunda olmalı, işini mükemmel yapmaya gayret etmelidir. İş sırasında eline verilmiş işverene ait eşyayı korumalıdır.
Bahsi geçen durumlar işçiyi yükümlülükleri konusunda uyarır. Bir işi kabul ettikten sonra, işçiler işe kendi işleri nazarıyla bakarlar, yani işe tüm dikkatlerini, ciddiyetlerini ve düşkünlüklerini verirler. Diğer tabirle işçiler mukavelede yazılı olanın üzerinde kendini işe vererek onu muhafazaya çalışır. İşe ve işverene sadakatleri adaletin gerektirdiğinden daha fazla işe sarılmalarını netice verir.
İslâm işverenler için yüksek ahlâkî standartlar koymaktadır. Belli başlı olarak işverenler:
* Dürüst olmalı, işçiyle ilgili her konuda İslâm’ın standartlarını gözetmelidir. Hadîste "Dürüst tüccar, peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle haşrolacaktır" denmektedir.
* Maişetini helalden kazanmalı. Zekat ve sadakasını vermeli.
* "En iyiniz emri altındakilere en iyi davrananınızdır" emri doğrultusunda davranmalıdır.
Kısaca işverenleri nazik, dürüst, müsamahakar, yardımsever olmaya davet eden pek çok hadîs ve âyet vardır. Bunlar ahiret hesabına zorlayıcı emirler içermektedir. Ferdin öbür alemdeki başarısı veya başarısızlığı dünyada ahlâkî emirlere uyup uymaması ile sıkı irtibatlıdır.
5. SONUÇ
İslâmiyet bütün rükünleriyle toplumu bir huzur toplumu haline getirmek, hem dünyası hem de ahireti mamur topluluklar teşekkül ettirmek gayesine matuf olarak, insanlarda bulunan kuvveleri sırat-ı müstakime yöneltmek istemektedir. Özetle böyle bir toplulukta vatandaş devleti ve devlet adamlarını sırtında taşır çünkü devlet ve devlet adamları da vatandaşın fahrî hizmetçileri olmuşlardır. Patron işçinin yanındadır. Yemesinde, giymesinde ve meşru isteklerinde... Bir aile ferdi gibi yediğinden yedirir, giydiğinden giydirir, yapamayacağı işi ondan beklemez. İşçi de işin yanında, işverenin yanındadır. Çünkü bilir ki; Allah hakkından sonra en önemli şey kul hakkıdır ve farz ibadetlerinden sonraki çalışması ibadet hükmündedir.

NOTLAR
1. Bu makalenin hazırlanmasında, M. Ramazan AKHTAR'ın AJISS. Vol, 9. 2'de yayınlanan An Islamic Framework for Employer Employee Relaitonships başlıklı makalesinden geniş ölçüde yararlanılmıştır.
2. Ayrıca. Prof. Dr. Servet ARMAĞAN'ın Ana Hatlarıyla İslâm Ekonomisi kitabının ilgili kısmından ve Risale-i Nur Külliyatının muhtelif kitaplarından da yararlanılmıştır.
3. Hadis mealleri genelde Prof. Dr. İbrahim CANAN’IN Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi kitabından, âyet meâlleri de Hak Dini Kur'ân Dili mealinden alınmıştır.




Sadık Maraşlı