> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > İradeniz hayatınızdır
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İradeniz hayatınızdır  (Okunma Sayısı 724 defa)
27 Kasım 2010, 16:21:40
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 27 Kasım 2010, 16:21:40 »



İradeniz Hayatınızdır…

Toplumların belirli bir uygarlık düzeyinde ilerlemeleri, bilim, kültür, sanat, ahlâkî ögeler vb. alanlarında bireyin rüşdünü idrak etmesiyle başlar, ruhsal terbiyeleriyle olgunlaşır ve hayalleriyle yaşamaya başladıklarında biter. Tarihsel bir seyir içinde, hayatın devamlılığına dair bütün besleyici enerjilerini kaybeden müflis toplumlarda, bireyin varoluş gücünü temsil eden tüm kültürel kıymetler, heyecan ve aksiyon verici taraflarından ayrıştırılarak, uzun süren bir tecrübe içinde çok zayıf ve etkisiz yankılar haline gelir. İnsanlar; özellikle doğal bir hal alan aldırmazlık havasının zehirlediği silinmiş hafızalarıyla, on yıllarca sürmüş bütün sosyal gerginliklere rağmen aslî hayatlarını yaşadıklarını ve tarihsel pekçok değerli birikimlere sahip olduklarını ısrarla söyler dururlar ama tam bir eyyamcılık havasının sapmaları içinde, daha güçlüler tarafından terbiye edilerek kültürel sicilleri değiştirilir.

 Çünkü kültürel sıkışmanın psikolojik baskısı onları aslında hiç de fark edemedikleri çok değişik zihinsel kategorilere taşımıştır. Böyle zihinsel problemleri oluşan bir toplumda, yeni yeni oluşan garip îman şemaları içinde Kur’an-ı Kerim’de, asli mânâsının çok dışında bir alanda tutularak, çok farklı bir değer olarak algılanmaya başlanır. Evet, o yine Allah katından bilinir ve yalnızca o sebeple saygıya açık hâli muhafaza edilir. Fakat zihinlerde tuttuğu gerçek yer bakımından o artık ne yazık ki, sıradanlaşmış toplumsal bir manifesto olarak görülecektir. “Senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Bize yalvarsınlar diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırdık. Hiç olmazsa kendilerine baskınımız geldiği zaman, yalvarmalı değiller miydi? Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan yaptıklarını kendilerine güzel gösterdi “ (En’ Am /42 – 43 )

 Onların dünyalarında aslında dramatik öykülere dönüştürülmüş hayatla kendileri arasında irtibat kuran unsurlar; oldukça geri bir algılama düzeyinde kalmış dimağların sıradanlaşmış kanaatleri ve enikonu ütopyaya dönüşmüş hayalleridir. Mağrur ve saldırgan dünyaya karşı kendi geleneksel dokularını yaşayan bir toplumun sağlıklı siyasal ve toplumsal algılamalarını yaralayan ve söz hakkını yalnızca kendisinde bulan yabancı normların durağanlaştırdığı kitleler, kendilerine eklemlenen yeni dağarcıkların marifetiyle kendi dünyalarının dışında çok farklı alanlara taşınırlar. Bu bütünüyle durağanlaştırıcı ve hatta yıkıcı süreçlerin failleri, daima yine aynı toplumun içinde yetişmiş, ancak kendi entelektüel sorgulamalarını hiçbir zaman yapmamış yine kendi beylik inançlarını halka dayatmada tatmin arayan yönetimdeki kehanet düşkünleri olmuşlardır. Onların rasyonel bir inançları olduğunu söyleyemeyiz ama garip bir şekilde İslâmî öğretiye karşı ortak bir yorumda birleşmişlerdir. Ve onlar halkın gerçek endişelerini hiçbir zaman ciddiye almadan, göz kamaştıran çalımlarıyla yeni kavramlar, yeni anlamlar ve hatta yeni îmanlar üretirler. Medreseden yetişmiş olan Besim Atalay, Milli Mücadele’nin sürdüğü günlerde 1920’de(*) Hamdullah Suphiyi destekleyen bir meclis konuşmasında: “Büyük Peygamberimiz diyor ki, dini ve Müslümanlığı ondan olmayan bir takım insanlar sağlayacak ve pekiştirecek. İşte Allah o kuvveti bize gönderiyor. Biz Bolşeviklere yaklaştıkça, şeriat’a daha çok yaklaşıyoruz” diyordu.(M. K. Tarihi – D.Avcıoğlu – clt.2 shf.433) Meclisten halk’a duyurulan bu ses, bocalayan insanımızın hayata bakış dengesini daha da bozarken bir başka yerde Sovyet elçisi Aralof: “Ankaraya gelişimden kısa süre sonra beni ziyarete gelen Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi; ‘Büyük dünya lideri Marx’ı selamlıyorum’ diyerek, Marx’ın küçük heykeli önünde başını eğerek bir süre saygı duruşunda bulunduğunu” söyler. (a.g.e – clt.2 shf.610 ) Hatta dahası, Milli Mücadele döneminde 13 Nisan 1920’de Kâzım Karabekir ve Müstahkem Mevki Kumandanı Kâzım Dirik’in merkeze çektikleri telgraf şöyledir; “Kur’an-ı Kerim, işçiye ve emeğe ilişkin ve bizce bilinebilen ne kadar Bolşevik ilkeleri varsa hepsini içine almaktadır. Bu nedenle de Müslümanlar Bolşevikliği kolay ve munis kabul etmekte ve karşılamaktadır.” Bizim burada gördüğümüz husus; yaşanılan çok uzun ve oldukça ağır cereyanların yaşandığı bir sürecin sonunda Müslümanların kendi yaşama biçimlerine ait sözlükte bile büyük değişiklikler olduğudur. Günümüzde Müslüman toplumların içinde bulundukları çöküntüye maruz kalmış hayat tarzlarının nasıl yollardan ve hangi dönüşümlerden geçerek şekillendiğini, mesele üzerinde daha fazla derinleşmeden ve zorlayıcı yorumlara kaçmadan bu şekilde anlamaya çalışabiliriz.

Yaşanan birçok tecrübeden ve dönüşümden sonra bu gelinen noktada birey, bütün canlılığına ve kendinden emin olduğu duygusuna rağmen asıl kültürel ekseninden o kadar sapmalar göstermiştir ki, bu derin kuşatılmışlık içinde kendisini değersizce yönetenlerin ikna edici vaatlerini ve içini yumuşatan aldatıcı telkinlerini hep bir dua tadıyla dinlemiştir. Bu duygu esareti yalnızca bizim yüzyılımıza ait değildir, bizim asırlar öncesinden bu günümüze intikal eden kolektif ve körleştirici mizacımızdır. Kalabalıklar, onların kendisini aldatmadaki üstün taraflarını hiçbir zaman tam olarak anlayamadılar. Ancak unutulan bir şey var ki, hayat her yerde hayat değildir, o yalnızca içinizde var ettiğiniz şekliyle bir mücevherdir ve birikiminizle, dikkatinizle, uyanıklığınızla ve basiretinizle onu daima zinde tutmayı başaramazsanız en pişman edici acılara çok tehlikeli yaklaşıyorsunuz demektir. Toplumumuza baktığımızda birkaç yüzyıl öncesinde hayatımıza hâkim olan kavramların, bugünkü insanda, hayatı anlamaya dair hiçbir değer ifade etmediğini, aynı sözcüklerin aynı heyecanı uyandırmadığını, dolayısıyla ortalarda bir yerlerde geçmiş zamanların bir artığı olarak güçlü yanlarını terk etmiş kitlelerin hızla kirlenmelerini sürdürdüğünü görüyoruz. Kimliksiz, şahsiyetsiz ve ifadesiz tuhaf bir toplum koduna dönüştürülen bu yeni şema içinde, toplumun istisnasız bütün kesimlerinde kendilerini evrenin merkezinde gören ruh ve fikir züppelerinin çoğaldığı, berrak kafaların azaldığı bir resim oluşmaktadır. Bugün, kendi insanının düşünce ufkunu aydınlatmaya ve müstemleke ruhlar olmaktan kurtarmaya çabalayan Lâtifi’ler, Molla Lütfi’ler, İbn-ül Emin Mahmut Kemal’ler yok. Yönetim erki içinde de, dünya konjonktüründe kendi nizamını ortaya koyabilecek ve kendisinin de var olduğunu hissettirecek yüksek basiret temsilcileri yok. 19. yüzyıl’dan bu yana kullanılan “Kaht-ı Ricâl” (**) tabiri bugün için tam anlamıyla yerini bulmuştur. Herkesin birbirini alçaltmaya çalışarak yaşadığı bu gamlı ve güvensiz toplumda yaşanılan adaletsizlikler ama özellikle Müslümanlar arasındaki sadakatsizlikler, ikilikler ve keskin zıtlaşmalar, insanların kirlenerek daha da büyük acıların içinde boğulmasını sağlarken iblis’in neşesine de doyumsuz katkılar vermektedir. Aynı durumu, belirsiz serüvenlere hızla yaklaşan daha üst düzeydeki kimseler için de düşünebiliriz. Bu daha da önemlidir, zira halkın uykusu kendi içlerinde toplumsal bir garabet ve iptidailik oluşturur ama onların gafleti, topluma en öldürücü kaymaları taşır. Hâl edilmeden bir süre evvel, Sultan II. Abdülhamid ütülenmiş beyaz gömleğini giyeceği sırada yanında bulunan Mabeyn Başkâtibi; “Frenk gömleğini mi giyeceksiniz?” diye sorunca II. Abdülhamid kaşlarını çatarak; “Ona Frenk gömleği demezler kolalı gömlek derler” diyerek cevap verişindeki inceliği, kelimelerde bile bağımlılığı red edişindeki dirayeti nasıl özlemezsiniz?

Toplumu hem kültüründen, hem irfanından hem de imanından ayırırken kibirleri içinde cilveleşen gösterişli zümreler, bu ülke insanının ve yetişen nesillerin üzerine çok ağır kokan kültürel tortular bırakmaktadırlar. Toplumun bünyesinde oluşturulan, bazen da arkasında belli zamanlara ait korkuların izlerini taşıyan bu emel ve değer kaybı; daha sonra, hamiyetsiz, tedirgin, samimiyetsiz ve günübirlik yaşantıları doğurur. Böylece birey başkalarıyla paylaştığını zannettiği bu dünyada üçüncü sınıf olmaya iyice hazır hale gelir. Hermann Hesse, ünlü kahramanı Siddharta’ya şunu söyletir: “İnsan aradığı zaman, mümkündür ki, o yalnız aradığı şeyi görebilir.” Ancak toplumun üyeleri murakabeye bağlı hayat alanlarını terk ettikleri ve îmânî rezervlerini kaybettikleri için, kendilerince anlamlı sayılabilecek mağlubiyetleri sık sık yaşarlar, fakat bunun kendi unutkanlıklarından doğan ve bedeli oldukça ağır bir cürüm olduğunu da her seferinde gözardı ederler. İngiliz sömürgesi olarak uzun yıllar en sıkıntılı en yoksul dönemlerini yaşayan Hindistan’da Mohandas adında genç bir Hindu, Sheik Mehtab adındaki Müslüman arkadaşının özelliklerine, korkusuzluğuna, atılganlığına imreniyor ve kendisinin neden bir türlü böyle olmadığını sorguluyordu. Mohandas’ın dini et yemeyi yasaklıyordu. Arkadaşı et yediği için mi acaba böyleydi? Bu sorunu mutlaka halletmesi ve cevaplaması gerektiğine inanıyordu. Birgün Sheik Mehtabla birlikte ormana giderler. Orada Mehtab’ın getirdiği keçi etinden bir parça kopararak uzun süre çiğner fakat bir türlü yutamaz. Çok büyük çabalardan sonra zorlayarak ve midesi bulanarak yutkunur. Sonraki bir hafta boyunca rüyalarında, karnındaki bir keçinin melediğini görür. Bu zor tecrübe onu ebediyen tutsak etmek isteyen gözboyacılara karşı ilk isyanıdır. Mohandas daha sonra bir firmanın hukuk danışmanı olarak Güney Afrika’ya gider. Ve bu kez kendisini küçük düşüren ama hayatının gidişatını değiştirecek olan ikinci bir olayı yaşar. Bir dava için Transvaal’in başkenti Pretorya’ya gitmesi gerekiyordu. Gece giden bir trene bindi ve elinde birinci mevki bir bilet olduğu için birinci mevki bir kompartımana oturdu. Natal ilinin Maritzburg kentinde kompartımana bir beyaz girdi, derisinin rengi biraz koyu olan Mohandas’ı görünce çıktı. Kısa bir süre sonra iki demiryolu memuru ile b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İradeniz hayatınızdır
« Posted on: 26 Nisan 2024, 21:44:46 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İradeniz hayatınızdır rüya tabiri,İradeniz hayatınızdır mekke canlı, İradeniz hayatınızdır kabe canlı yayın, İradeniz hayatınızdır Üç boyutlu kuran oku İradeniz hayatınızdır kuran ı kerim, İradeniz hayatınızdır peygamber kıssaları,İradeniz hayatınızdır ilitam ders soruları, İradeniz hayatınızdırönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes