๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 20 Eylül 2010, 18:13:58



Konu Başlığı: İnsanlik bilinci ve sevmek 2
Gönderen: Sümeyye üzerinde 20 Eylül 2010, 18:13:58
İNSANLIK BİLİNCİ VE SEVMEK 2

YUNUS'TA İLÂHÎ SEVGİ
Şüphesiz, sevginin pekçok konusu vardır. Buniar, insan, nesne, Allah, kutsal değer ve motifler, vb. olabilirler. Şu var ki, sevgi gibi yüceltici bir kavramın kendisiyle bağlantılı olarak düşünüldüğünde iyice bir yüceldiği bir sevgi odağı bulunur ki bu, ALLAH'tır. İlâhî sevgi olarak da adlandırılan bu sevgi, Allah'ın, kullarına olan derunî sevgisine, kullar tarafından yapılan kulca, derinden bir mukabele şeklinde tezahür eder (33). Ve zaten, varlık ve oluş, Allah'ın insana, buna mukabil insanın Allah'a olan sevgisinin diyalektik ve dinamik tezahüründen başka ne ki?! Kendisini, mahlûkata olan sonsuz merhametinin ifadesi olmak üzere, 'Vedûd: seven, meveddet sahibi' şeklinde nitelerken (Hûd.11/90; Burûc,85/ 14), öte yandan, kalbi ve eylemleri mânâ potasında incelmiş kulların kalbine de 'sevgi' isti'dadının nakşolunduğunu bildirmektedir:

"İman eden ve salın fiiller işleyenlere, Rahmân olan Allah bir sevgi bahşedecektir" (Meryem, 19/96).
"Kâinat kendi kendine âşık bir Tanrı'nın neş'esi" dir (Şîri Orobindo), der (34) Uzakdoğu hikmeti..

YUNUS da, kendini hep bu ilâhî neş'enin derinliklerinde duymuş; varlığını, bu aydınlığın sönük bir gölgesi bilmiş; ilâhî azametin, varlığına istîiasını derinden hissetmiş; her dizesi, insanın, ezelî bir nidası ve münacâtı olmuştur. Bu aşk ile mest oiup, hamlıktan kemâle geçmiş, eşya ve olguların değeri bilgisine ulaşmıştır.

"Esritti aşka düşürdü
Ben ham idim aşk pişirdi
Aklımı başa devşirdi
Hayrı serden seçer oldum''
(35).

Mâsivallah, Allah'ın varlığına bir delil; kudretine bir nişane ve bir alem olduğundan, 'âlem' diye isimlendirilir. İşte âlem, ona vücûd verenin, O'nun, kendisine yönelik sevgisinin de bir izidir.. Bütün varlıklar içinde de, kendi fa-nî varlığını dolu, coşkun ve mutlak bir ilahî sevgi akışının selinde hisseden yegane varlık insandır. Daha doğrusu, bilincini ve gönlünü görünümler arkasına geçirebilmiş olanlar.. Bu noktada YUNUS, kendi varlık ve bilincini, sevgi ve muhabbet duyarlılığının yoğunluğundan ibaret görür:

"Mescidde medresede
Çok ibadet eyledim
Aşk oduna yanuban
Ondan hâsıla geldim"
(36).

Varlık, sevginin bir tezahürü ise, aynı şekilde varlığın devam ve bekası da, ilahî sevginin ikinci bir tezahürüdür. Daha doğrusu, Allah'ın oluşlara kesintisiz varlıklarını lütfetmesini gösteren el-Kayyûm' (Bakara, 2/255) isminin gerçekleşişidir. YUNUS da, bu derin köklü sevginin dünyasına bir mültecidir:

"Senin aşkın denizine
Düşübeni gark olayım
Kimsenem yok elim ola
Koma beni batmayayım"
(37).

"Koma beni batmayayım!" Bu yakarış, varlığımızın, hayatımızın, madde ve ruhumunuz; aynı biçimde tüm âlemlerin de, Allah'ın kudretine asılı bir tezahür olduğu; bekasını ve bekamızı devam ettirenin, ilahî, ezelî-ebedî mutlak olan bu sevgi olduğu şeklindeki derin bir hakikati kapsamaktadır. Binaenaleyh, Allah'tan uzaklaşan insanlık ve toplumlar, mutlak surette batacak, kendine ve âlemin ritmine yabancılaşacaktır. Bu nedenledir ki, ilahî sevgi, sevgi kavramının bir vechesini oluşturur.

"Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana Seni gerek seni
Aşkın serabından içem
Mecnûn olup dağa düşem
Sensin dün ü gün endişem
Bana Seni gerek seni"
(38).

Bu sevginin yoğunluğunda insan, daha özeldeyse sûfî, Mecnûn misâli, Leylâ'sını arzulamalıdır hep..

"Sufîlere sohbet gerek
Ahîlere ahret gerek
Mecnûnlara Leylâ gerek
Bana Seni gerek Seni"
(39).

YUNUS'umuzun Allah'a olan sevgisi, dindirilmeyen bir susuzluk; sonu gelmeyen bir çığlık ve acziyyet izharıdır. Kendi sınırlı varlığından, sınırsız varlığa ilticâ..

"Al gider benden benliği
Doldur içime Senliği
Dirliğinde öldür beni
Varıp anda ölmeyeyim"
(40).

Bu duygular içindeki derviş, ontolojik olarak imkânsızı izler; geleneksel sûfî yoruma uygun biçimde, sevdiğini kalbine indirir; gönlünü O'nun arşı, makamı kılar..

"Can gözü
O'nu gördü
Dil O'ndan haber verdi
Can içinde oturdu
Gönlümü Arş eyledi"
(41).

Bu beyitlerde, mümin kul ile Allah İlişkisinin, birlikteliğin çok özel bir biçimini dile getiren ve sonsuzun sonlu içine sığmasının imkansızlığı anlamında bir dilemma teşkil ederken, kulun kalbinin, ilahî nazargâh, îman ve ilahî merhametin tenezzülat makamı olması hakikatine dikkatleri yönelten şu kudsî hadisin bir yankısını bulmaktayız:

"Ben ne yere sığarım, ne de göklere; fakat Ben, mümin kulumun kalbine sığarım"

Gerek bu hadisin kapsadığı hakikat, gerekse 'gönlü', Arş-ı Rahmân addeden sûfî zevki, bize, Allah'ı iyice yaklaştırmakta; O'nun, çabalarımızın, ümidimizin ve beklentilerimizin hemencecik önünde bulunduğu; hayatımızın merkezinde olduğu vurgusunu taşımaktadır. Eşyanın ezici ve bitmeyen baskısı altında, İCARUS gibi -ruh- kanatları kırılmış ve me'yûs köşkün lambası... O'nu bütün objektif âlemin aydınlatıcısı olarak bilir ve ikrar ederken, bununla eş zamanlı olarak O- bizim her birimizin, mümin atalarımızınkine de karışan dilek ve aydınlanma niyazlarına bir ışıktır. Biz, 'mişkât' O ise, misbâh'.. Beşerî fânûs içindeki ışık kaynağı.. İşte bu durum, aşk-ı ilâhî'nin insanda en yoğun biçimde gerçekleştiği zirvedir..

" İman edenler, Allah'ı her şeyden daha çok ve fazla severler!" (Bakara, 2/165). Kur'an'ın vurguladığı gibi, 'gayri'nin, yani kul ile Mutlak Aydınlık arasına girebilecek tüm hâil ve mânilerin terk ü firâk edilerek, sırf Allah'a bağlanma ve O'nu sevme makamı.. İşte bu makamdadır ki, Yunus'umuz ile aynı pınardan nûş etmiş olan İBN-İ ARABİ,

"Ebediyyen aşık oldum ben aşkın sevgisine
Gene de yeter demedim, o kadar sevgiye kavuştum da
Sevgilim bana gösterdi vuslat güneşini
İşte o güneş aydınlattı dünyamı, gözümü, gönlümü"
(42).

Gerçekte, hakikatin en mahrem ve sırrî boyutlarına ışıklar yansıtan; bizi derin vuslatların zevkine erdiren bu 'sözler, kelimenin tam anlamıyla, şu mu'cizevî ve hayran bırakıcı vakıadan feyezân eder: Âşık, ma'şûk ve aşkın birliği.' Yorumu için özgün bir ekolün gelişmiş olduğu bu mânâlar, YUNUS'un mısralarında şöyle ifadesini bulur:
"Asılda âşık u mâşuk u aşk bir''(43).

İNSANIN KEŞFİNDE BÜYÜK DÖNEMEÇ: SEVGİ
YUNUS'un insan gerçeğine bakışını ortaya koymadan önce, kısaca, Kur'an'ın insana tayin ve takdir ettiği, ona biçtiği değeri belirlemek gerekir. Çünkü, Kur'an'ın insan görüşü, en güzel açılımlarından birini YUNUS'un terennümü ve ruh okyanusunun sonsuzluğu döven dalgalarında bulurken, bu iklimin mânevî dokusunun, insanı, hangi yüce ufuk tasavvurlara; kainat ve oluşun hangi en mükemmel bir kavram ve idrakine ulaştırdığını da müşahhas bir hale getirir.

Kur'an'ın sunuşuna göre insan, yaratış ritminin en âhenkli ve ölçülü eseridir. İlahî halkedişin ekremi.. İlahî cemâl ve celâl nitelikleri, billur bir yankı halinde insanın üzerine düşmüştür. İnsan, yaratılış kıvamının en güzeli üzere bulunur.. Zira, ona verdiği kıymet ve değerin; varlıklar âleminde ona takdir ettiği mevki ve makamın yüceliği-nin simgesi olarak, insan, Rahmân'ın iki eliyle (ilgi ve ihtimamın en yücesiyle) yaratılmıştır. Statik bir mahiyet ve alaşımda değil, ama en dûn mertebeler de dahi olsa, bu ruhî gerikalmışlık çemberini kırabilme imkanına daima sahip olduğunun işareti olmak üzere, hep değişken, esnek ve gelişmeye müsait bir kıvâmda yaratılmıştır ('helû). Ayakları, varoluşun îek modalitesine bağlı olmayıp, fiillerin hürce gerçekleşmesini içeren bir yönelimle, hem negatif hem de pozitif gizli güçlerle donatılmış olan ('fucûr' 'takvâ' kontrastı) insan, kendisindeki hürriyet alanı olan bu İç mekân' sayesinde (44), isyan hürriyetine rağmen itâat tercihiyle, salt nûranî varlıklar olan meleklerden bile üstündür. Ve insan, kendisini kurup geliştireceği akıl kıvılcımı ile, bunun önüne açtığı varlıklar dünyasını fetih gücü sayesinde, İlahî Huzur'da, tek varlık kipli olan ruhanîlere üstün çıkmıştı. Çünkü o, insan oluş fonksiyonunu icra edebilmek için, kendi kendini denetleyen, böylece de onu varlık alanlarının en yücesine yaklaştırabilecek bir 'açık uçlu' varlık haline getiren üstün şuûr ve idrak (intellectus) ile donatılmıştır. İşte bu ilahî kazanım sayesindedir ki, her şey kendi anlamına kavuşur. ALLAH'ın yüce bilgisi, evrenin o düzeni; insanın mükemmelliği, hep bu akıl prizması sayesinde bize ulaşır. 'Allah'ın ilk yarattığı şeydir akıl' (45). İşte bu sayededir ki, 'dört varlık krallığına en üstünde bulunur (46) ve diğer tüm varlık kademeleri onun önüne serilmiştir (Bkz. Kur'an'da 'sehhara-emrine verdi, kullanımına sundu' fiilinin kullanımına). Ve insan, Şeyh Galibin ifadesiyle, "zübde-i âlem-kâinatın özü", Hz.Ali'nin anlatımıyla da, bütün kevn ü kâinatın kendisinde dürülü olduğu bir ımikrokozmos) yani bir küçük kevn ü kâinat..

Kur'an rûhunun bir yankısı olan Hz, Peygamber (sav)'in sözü de, işte, insana duyulacak olan sevgiyi, onun ilahî kökenine bağlı olarak, îman ile eşdeğerde görmüş, dahası, 'îman meşrûtu'nu, 'sevgi şartı'na raptetmiştir.

"Sizden hiçbiriniz, İman etmedikçe cennete giremez. Birbirinizi sevmedikçe de (hakikî anlamda) îman etmiş olmazsınız" (47).

Bir Allah dostunun ifadesiyle, 'Kalbten kalbe giden yol' diye nitelenen sevgi, YUNUS'un da, ilahî aşktan sonra işlediği en güçtü ve kalıcı temalardan birisini teşkil eder. O, 'Rabbim, ahiret gününde vücudumu büyüt, büyütki bütün âlemi ve cehennemi kaplasın da, oraya hiç kimse girmesin' diyen EBU BEKR ES-SIDDIK'ın, Türk illerindeki yankısıdır. İlahî kıvılcıma mahal olan insan (Hicr, 15/29; Sad,38/72) türüne karşı beslenen sevgi, bizi bir yandan kendimizi keşfe ve ona yapılacak bir yolculuğa açılırken, aynı zamanda da, bu en hârika âyet ve alâmetin medlulüne iletir.. İnsanı, en yüce sevgi ve bağlılık objesi olan ilahî sevgi ve kulluk duvarı önündeki bir mihrab gibi görürken YUNUS şöyle der bizlere:

"Gelin tanışık edelim
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz"
(48).

Sevgiyi çok yüce bir makama yüceltip, sevgisizlik ve kini de, tarihin en olumsuz dinamiği olarak görürken YUNUS, din' ile 'kinin birbirini dışlayan iki realite olduğunu, 'dinin varolabilmesi için, gönül dünyasından kinin çıkarılması gerektiğini, kendi şahsında tüm insanlığa iletir:

"Giderdim gönlümden kini
Kin tutanın yoktur dini
Ey yârenler ben bu sözü
uludan işittim ahî"
(49).

Bu asîl sevgi jestinde, insanda tezahür eden, cemâl ve keramet sıfatıdır, O anda da insan, Mutlak Cemâl ummanının kıyısında, ayakları maverâ suyuna ermiş gibidir.

"Eğer aşka erdin ise
Cân ü gönül verdin ise
Dostun ayân gördün ise
Bu varlığı bırak nedir"
(50).

Şu halde, sevgi olumlu bir değer ifade ederken, onun gücü ve ışığı karşısında bu zamansal ve nesnel varlık, sadece bir 'adem hükmündedir. İBN-İ ARABÎ'nin de belirttiği üzere, varlığın, sevgiden olan sudûrunun yine sevgiyle tamamlanmasıdır bu:

"Biz sevgiden sudur ettik
Sevgi üzerine yaratıldık
Sevgiye doğru yöneldik
Sevgiye verdik gönlümüzü"
(51).

Sevgiyi besleyen ve yine ondan feyezan eden en büyük kaynak ise, gönlün gönle dönük olması, ruhların barış sükûneti içinde vakûr, saygın, saygılı, hoşgörülü olmasıdır. Bu ten kafesi içinde "tecelli gâh-ı ilahî" olan 'Gönül Ka'besi'nin kırmamak; onu hep mamûr etmek de, benler arası tanışıklık, sevgi ve muhabbetin en temel yollarındandır. Kısaca, gönül yıkmamak.,. Sevginin objet'si olan insanın gönlü, çok nazik bir sırça köşktür; ki, kırılmaya!

"Sakıngil yârin gönlün
Sırçadır sımayasın
Sırça sındıktan geri
Bütün olası değil"
(52).

Sonuç olarak diyebiliriz ki, insandaki en tesirli ve faal güç olan sevgi, bir sanattır. Duygu ve düşüncelerini eserine yansıtarak, kendi kimliğini de oluşturan sanatçı gibi, insan da, sevgi olayında kendi kimliğini ve dünyasını keşfeder.. Dışındaki duyu, şuur ve bilinç adalarının dünyasına girer.. Oîe yandan sevgi, doğabilecek yalnızlık ve atılmışlık (delaissement) duygusunun önüne geçebilecek en büyük olaydır. Çünkü seven kimse, nabzını sevgiye tuttuğu sürece, kimliğinin gerçek boyutlarına ulaşır. Keşfedilmemiş okyanuslara varır.. Ayaklarımızın ıslanması bir yana, ruhumuzu yıkar ve arındırır.. Bu, bir katre ile deryânınvusiatıdır:

"Damla, denizle birlikte ise, deniz demektir. Değilse, o sadece damladır, deniz ise yine denizdir''(53).

Sevgi, birey ve fertlerin içine gömülü olduğu, bizi yutan yalnızlıkları da aşmanın en ümitli yoludur. Yalnızlık, dağları bekleyen korkunun adıdır; insanlığın en trajik hali de, hızla artar nüfusuna rağmen hâlâ kendini yapayalnız hissetmesidir. Çünkü, insanlar arasındaki 'duvarlar' hâlâ dipdiridir!. Duvarların aşılarak, dünyaların ve güneşlerin barışık kılınması zorunludur. 1991 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi OCTAVİO PAZ, insanlığın ebedî özlemini dile getirirken sevginin, yitik dünyanın anahtarı olduğu güçlü duygusunu uyandırır. Bütün insanların kalbinden konuşur o, şu mısralarında:

"İnsanla insan arasındaki duvarları yıkmalı, ayrılan ne varsa birleştirmen, yaşam ve ölüm, karşı dünyalar değil!
Biz çift çiçekli bir sapız, yitik dünyayı bulmalıyız; içeriden ve dışarıdan düşlemeli... "(54).

İnsana en aykırı duygu, korkudur, tedirginliktir.. Korkunun ve korkutmanın olduğu yerde, 'insan'dan değil, özünden kaybeden 'yitik insandan bahsedilebilir. Bu sebepledir ki, korkutmak, insanlık hissini yok etmenin; sömürme, ezme, hükmetme duygularını açığa vuran aşağılama ve sadece algı -bilinç değil- sahibi olan hayvanlar derekesine indirgemenin en vaz geçilmez aracı olmuştur. Bütün çağlarda korkudan bahsedilebilire de, daha yoğun ve sistematik olmasına dikkat çekmek için olsa gerektir ki, CAMUS de, özellikle XX. yüzyılı, korku çağı' olarak adlandırmıştır (55). Öte dünyada, insanlığın, kendisinden ilk hesaba çekileceği şey.. İşte, içimizdeki ve dışımızdaki korku duvarlarının aşılması, ancak sevgi vesilesiyle mümkün olabilecektir. O halde, barışıklıktan yana olanlara düşen, yaşadığımız korkulu realiteyi, sevginin dünyasına yaklaştırmak; YUNUSUMUZ'un,

"Ben gelmedim dâva için
Benim işim sevgi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmağa geldim" (56).
mısralarında âbideleşen sevgi pespektifine ulaşmak olmalıdır.


34- Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, s.53.
35- Güldeste, s.96.
36-A.e., S.92.
37-A.e.,s,49.
38-A.e.,s.38.
39-A.e.,S,44.
40-A.e.,s.53.
41-A.e., S.102.
42- İbn Arabî, İlahi Aşk, çev. Mahmut Kanık, İnsan Yay., İstanbul, 1988, s.25.
43-Tam ve Tekmil Yunus Emre Divanı, s.162.
44- F.Schumacher, Aklı Karışıklar İçin Kılavuz, çev. Mustafa Özel, İz Yay., İstanbul, 1990. s.44, vd.
45- Taberanî, el-Evsat'ında rivayet etmiştir (İmam el-Gazzalî, İhâu Ulûmî'd-din, I, 83).
46-Schumacher, a.g.e., s.29-40.
47-Buharı, Sahih, İman, 7.
48-Güldeste, s.106.
49-Tam ve Tekmil Yunus Emre Divanı, s.163.
50-Güldeste, s.81.
51-İbn Arabî, İlahî Aşk, s.28.
52- Güldeste, s.171. (Sımak: kırmak).
53- Abdulkerim Sürüş, Biz Hangi Dünyada Yaşıyoruz, çev. Hüseyin Hatemî, Seçkin Yay., İstanbul, 1986, s.76.
54- Octavio Paz, Kartal mı Güneş mi, çev. Ali Cengizkan, V Yay., Ankara, 1990, 2. bsk., s.24.
55- Aibert Camus. Denemeler, çev. Sabahattin Eyuboğlu-Vedat Günyol, Say Kitab Paz., 4. bsk., İstanbul, 1982, s.57.
56-Güldeste, s.91.



Doç.Dr.Sadık Kılıç