๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 01 Temmuz 2010, 14:19:00



Konu Başlığı: İnsanın melekût yönü
Gönderen: Sefil üzerinde 01 Temmuz 2010, 14:19:00
İnsanın melekût yönü     
Bilindiği üzere insanın bir mülk bir de melekût yanı vardır. Yani onun fiziğe ait bir yanı olduğu gibi fizik ötesine açık bir mahiyeti de vardır.

Evet onun, bir taraftan behîmî hisler, şehvetler, gazaplar, kinler, nefretlerden ibaret hayvanî bir yanı, diğer taraftan da iz'an, irfan, mârifet, muhabbet, kulluk ve tevazu gibi melekî bir cenahı söz konusudur. İşte insanın, potansiyel insanlıktan hakikî insan olma ufkuna yükselmesi, mahiyetinde bulunan bu meleklik yönünü inkişaf ettirmesiyle mümkün olacaktır. Yoksa cismaniyetine bağlı kaldığı, hayvaniyetinin güdümünde yaşadığı; yani yiyip içip yan gelip kulağı üzerine yattığı sürece o, mülk âleminin dar çerçevesi içinde sıkışır kalır; kalır da ahsen-i takvîm sırrına mazhar bir varlıkken hayvanlardan da aşağı bir duruma düşer. Fakat o, hayvaniyetten çıkıp cismaniyeti bırakırsa yani nefsanî, hayvanî ve cismanî kâzurattan temizlenerek Cenâb-ı Hakk'ın esmâ-i ilâhiye, evsaf-ı sübhaniye ve şuun-u rabbaniyesinin nurlarıyla tenevvür ederse farklı bir mahiyete erer, farklı bir mahiyet kazanır.

İşte âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde meleklerin bu ölçüde zikredilip nazara verilmesinin hikmetlerinden biri, insanda potansiyel hâlde bulunan bu melekiyet yanını harekete geçirmek, tetiklemek, neşv ü nema bulmasını sağlamak ve böylece onu melekleşme ufkuna ulaştırmaktır. Evet meleklerin hâli, nazara verilmek suretiyle melekleşmeye bir teşvik ve çağrı yapılmakta, mahiyetimizde meknî bulunan melekûta ait hususiyetleri inkişaf ettirmemiz istenmektedir.

Melekler ve Sonsuzluk Duygusu

Biraz önce de ifade edildiği üzere insan beden ve cismaniyetin dar çerçevesinde kalır, âlem-i melekûta açılmazsa, tıpkı çuval içinde kalıp neşv ü nema vetiresine girmeyen ve böylece yalnız başına yok olup giden bir tohum gibi olur. Böyle bir tohumda çoğalma, artma ve bereketlenme söz konusu olamayacağı gibi, mevcut hâliyle kaldığı müddetçe onun için çürüme ve yok olma mukadder demektir. Fakat o tohum ne zaman ki toprağın altına girer ve neşv ü nema sürecine dahil olursa, sümbüle, derken oradan başağa yürür, başak başakları netice verir ve Allah'ın izniyle, bir tek tohum ambarlar dolusu buğdaya dönüşür. Aynen bunun gibi insan, maddiyatın dar mahpesinde kurtlanıp çürümek için değil sonsuzluğa yürümek için var edilmiştir. Bu sebeple onun mutlaka mahiyetinde mündemiç bulunan ebedilîği duyup hissetmesi, ölümsüzlüğe uyanması, uyanıp kalb ve ruhunu sonsuzluğa yönlendirmesi gerekir. İşte insanın bütün bunları kendi içinde duyup hissedebilmesi, hissedip gerçekleştirebilmesi için meleklerin Allah'la olan daimî münasebetleri, aktif, canlı ve kesintisiz kulluk hâlleri nazara verilmiştir. Çünkü Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize, Miraç yolculuğu esnasında her geçtiği yerde oraya ait melekler topluluğunu kullukla bütünleşmiş bir vaziyette müşâhede ettiğini ve kimisi rükûda, kimisi secdede ve kimisi kıyamda olan bu meleklerin yaratıldıkları günden beri hep aynı ibadet şekliyle Rabb'ilerine arz-ı ubûdiyette bulunduklarını bildirmektedir. İşte onların bu kesintisiz kullukları, Allah'la olan bu daimî münasebetleri bizim için canlı ve hayattar ebedî bir varoluşa çağrı gibidir.

ZAMAN