๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Haziran 2010, 17:47:47



Konu Başlığı: İnsanilik testi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Haziran 2010, 17:47:47
İnsanilik Testi

Bir inanç sisteminin, bir topluma neler getirebileceğini anlamak için, ya o sistemin geçmişte ele alıp biçimlendirdiği toplumlara bakmak, ya da eline, biçimlendirmek üzere yeni bir toplum vermek gereklidir. Ta ki, teoride ortaya koyduğu ilkeler, bir topluma inşa merhalesinde nasıl sonuçlar veriyor, ayan beyan görülebilsin. Bu çerçevede, İslam’ı deneyebileceğiniz gibi, sosyalizmi de kapitalizmi de, Yahudiliği, Hıristiyanlığı veya bir başka sistemi de deneyebilirsiniz.

     İslam’a bir bakalım. İslam’ın bu konuda, bize yeterince değerlendirme imkanı verecek kadar “toplumu inşa” tecrübesi var. Mesela, İslam la ilk karşılaşan Arap toplumu, bir örnek olarak incelenebilir. İslam ‘dan önce Arap toplumu ne idi? İslam ne getirdi? İslam’ı temessül ettikten sonra Arap toplumu nasıl bir keyfiyet değişimine uğradı? İslam’dan önceki Arap toplumunun dünyadaki özgül ağırlığı ne idi, İslam’dan sonraki ne oldu? İslam’dan önceki Arap toplumu insanlık bakımından sınansa nasıl bir netice ile karşılaşılırdı, İslam’dan sonra nasıl?

    İslam’dan önce... İslam’dan sonra... Bu çizgi, bir toplum için gerçek bir inkılabın ifadesidir. Bir köklü değişimin; adeta ölüp, yeniden dirilmenin; bir ba’sü ba’del mevtin... Arap toplumu için de öyle olmuştur.

     İslam gelmiş... “Cahiliye” özelliği ile tarihe geçen toplumu eline almış... Yeni bir iman, yeni bir öz kazandırmış. Toplum, İslam’ın elinde köklü bir değişim geçirmiş. Çirkinliklerinden, kirinden, pasından arınmış...

      Kızlarını diri diri toprağa gömen insanlar, rıfkı, merhameti, şefkati öğrenmiş. İnanç dünyaları, ağaçtan, taştan yaptıkları putlarda tükenenler, Allah’a iman gibi, insan kalbinin asli ihtiyacına rücu etmiş. İnsan ilişkileri; para, mal, evlat, nesep ve şöhret tarafından yönlendirilirken, “Hepiniz Adem ‘in çocuklarısınız; Adem ise topraktandır” ilkesiyle insanın asli güçsüzlüğü hatırlatılmış ve “Takva” da, yani Allah’a bağlılıkta yarışma ufku açılmış. Böylece, insanın insana tahakküm kapıları kapanmış, köle ile efendiyi kucaklaştıran bir kardeşleşme sağlanmış... Bir devlet başkanının size doğru yolu gösterdiğimde benim emrime uyarsınız. Hatalı davrandığımda bana itaat etmeniz gerekmez” demesi için, demokrasi tarihinde daha kaç asır geçmesi gerekecektir! Yine bir devlet başkanı, kürsüye çıkıp “Dinleyiniz ve itaat ediniz” dediğinde ona, yönettiklerinin “Seni ne dinleriz ne de itaat ederiz” diyebilecek cüreti göstermesi için, demokrasiler kaç asırlık gelişme seyrini tamamlamalıdırlar. Bir devlet başkanına tebaasının “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” demesi karşısında, onun da kendisini murakabe edecek bir toplumu yönetme imkanı verdiğinden dolayı Allah’a hamdetmesi örneği için de öyle... Bir devlet başkanının, gayri müslim tebaası ile “davalı” olarak hakim karşısına çıkması örneği içinde...

     Siz hiç, “Güler yüz sadakadır” ilkesiyle yetişen bir başka toplum biliyor musunuz? “İki kimse arasında doğrulukla hükmetmek sadakadır... Atina binmesi için bir kimseye yardım etmek... Yahut yükünü yüklemek sadakadır... İyi ve hoş söz sadakadır... Eziyet verecek bir şeyin yoldan kaldırılması sadakadır...” Güzelliği, bu kadar ayrıntılarına indiren ve “Müslüman, başka müslümanların elinden ve dilinden salim olduğu, zarar görmediği kimsedir.” diyerek, insanın, engin bir hayırhahlık ortamında eğiten bir başka inanç sistemi var mı?

     Allah, bu inanç sistemi çerçevesinde yetişen toplumu “İnsanlar için çıkarılmış hayırlı ümmet” olarak niteliyor. Hz. Peygamber (S.A.V.) de onları “yıldızlar”a benzetiyor. Bu İslam’ın gerçekleştirdiği 20 yıllık bir toplum farkıdır. “Cahiliye”den “Hayırlı Ümmet”e... İçtimai planda bir ilm-i simya olayı... Topraktan altın üretme...İslam’ın fıtrata dönüş mucizesi...
14 asır içerisinde, bir çok toplum, İslam’ın elinde bu inkılabı yaşamış. Asya ortalarından uzak Afrika’ya kadar büyük bir coğrafya parçası bu inkılabın şahidi... İslam’ın “Müdür fikir” olarak bulunduğu dönemlerde, onun gerçekleştirdiği toplum modelini ya da bir topluma neler getirdiğini, bu çağlara bakarak bütün unsurlarıyla değerlendirebiliriz.

     Günümüz İslam toplumları ise, garip bir durum arzediyorlar. Bir kere İslam, bu toplumlara “müdür fikir” olma özelliğini taşımıyor. Kurucu, inşa edici bir unsur olarak değil adeta bir “tereke” olarak yer alıyor. Babadan oğula bir ev, bir araba yanında, bir de hüviyet cüzdanında “İslam” özelliği kalıyor. Davranış planında da durum aynı. Fertte, eğer İslam’dan bir davranış modeli kalmışsa bu, genellikle, içi boşalmış bir anane keyfiyetini taşıyor.

     Meseleye toplum çapında bakıldığında ise, şu tespitlerde bulunabiliriz.

     İslam toplumlarında, içtimai planda İslam’ın “müdür fikir” olmadığını belirtmiştik. Bu doğrudur. Gerçekten İslam toplumlarında belirli tarihi vetirelerde, İslam dışı inanç sistemlerinden, “müdür fikir” seçilmiş ve sosyal yapı bu istikamette şekillendirilmeye teşebbüs edilmiştir. Ancak yüzyılları İslam’ı çerçevede oluşmuş bir toplumda, İslam’a rağmen “müdür fikir” seçme ve sosyal yapıyı ona göre oluşturma, sosyal değişim kanunlarının izin vereceği bir operasyon olmamalıdır. Nitekim olmamıştır da. Bu yüzden İslam toplumlarında ikili, yerine göre çok boyutlu bir etkileşim yakası görülmektedir. İslam ve İslam dışı inanç sistemleri, aynı anda, İslam toplumlarını şekillendirme durumundadırlar.

    Bundan da, bütünleşmiş bir sosyal yapı yerine, çok parçalı bir yapı ortaya çıkmaktadır. İslam ve İslam dışı sistemler, kişilerde veya sosyal müesseselerde yanyana yaşayan “Kültür kümeleri” oluşturmaktadırlar. İnsan planında ele aldığınızda onu, bir davranışıyla Müslüman, bir davranışıyla hıristiyan, bir diğeri ile kapitalist veya sosyalist olarak görmektesiniz. Sosyal planda değerlendirdiğinizde ise, İslam’ın müesseselerle İslam dışı, İslam’ın izin vermediği müesseseleri yanyana boy gösterir halde bulmaktasınız.
Bu parçalanmış yapı, İslam toplumlarında derin bir şahsiyet bunalımının yaşanmasına sebep olmaktadır. Bu yüzden “sistem arayışı” günümüz İslam toplumlarının ortak özelliği durumundadır. İslam toplumları kapitalizmden sosyalizme uzanan bir salıncakta gidip gelmekte, bu arada şahsiyet bunalımı ile birlikte sistem arayışı da daha bir yoğunlaşmaktadır.

     Bu noktada ne yapılabilir? Belki İslam toplumlarının şu an yapacağı en sağlıklı hareket, her gün yeni bir sistem denemekten önce, sıhhatli bir otokritiktir. Bu durum değerlendirmesidir.

     Her İslam toplumu, yaşamakta olduğu sosyal yapıyı bir güzellik-çirkinlik, insanilik-gayrı insanilik testinden geçirebilir. Alınan sonuçlar, kaynaklarına göre tasnif edildiğinde, İslam toplumlarının önüne sağlam bir kıyas ve değerlendirme unsuru çıkacaktır. İslam toplumları, yaşadıkları güzelliklerin ve çirkinliklerin kaynağını görecek, yolunu ona göre belirleyecektir.

    Şefkatin, sevginin, yardımlaşmanın, affetmenin, eziyet etmemenin, düşeni ayağa kaldırmanın kaynağı ne? “İnsan insanın kurdudur” ilkesini bir bayrak gibi taşıyarak, insanları ilkel bir ezicilik yarışına sokmak nereden kaynaklanıyor?

     İnancın kaynağı ne, inkarın hangisi?

    Ümidin kaynağı ne, ümitsizlik ve intiharın hangisi?

     Sorumluluk duygusunun kaynağı nerede, sorumsuzluk ve birbirinin acılarına karşı biganeliğin sorumlusu kim?

     Aileyi, kutsi bir sığınak gibi inşa etmeye çalışan kim, erkek-kadın ilişkilerini işportaya çıkaranlar hangileri?

     Çocuğu, Allah emaneti gibi gören ve onu, yaratılış çerçevesi içinde bir şahsiyet timsali olarak yetiştirmeye özen gösterme sorumluluğu nereden? Ona karşı topyekün bir savaşı sürdürenler kimler?

     Yaşlıyı, “Toplum üzerinden belaları defeden bir unsur” gibi görüp, ona “Kol-kanat germeyi” vecibe olarak yükleyen inanç sistemi hangisi? Onları, “Artık üretici nitelikleri bulunmayan” insan posaları gibi telakki edip, toplum dışına atmaya çabalayan düzen hangi düzen?

      İnsanın insana gülümsemesini, çıkar hesapları dışında bir cemile olarak telakki etme inceliği nereden? Selamı bile paraya dönüştüren anlayışın kaynağı ne?
Bu soruları, toplumun her müessesesi, insanın her davranışı için sorabilir ve ortaya sistemler adına, insanilik-gayri insanilik ölçüsü olacak bir sonuç çıkarabiliriz.

      Biz şu kanaatteyiz: Toplum eğer, imkan olup kimyevi bir analize tabi tutulabilse ve davranışlar, insani-gayrı insani tarzında ayrıştırılabilse, insani olanla İslami olanın çakıştığı, gayri insani davranış modelleri ve müesseselerin de İslam dışı şu veya bu inanç sisteminin yansıması olarak toplumu çirkinleştirdiği görülecektir.

      Mesele, yalnız uygulama açısından böyle değildir. Hadiseye nazari açıdan yaklaşıldığında da sonuç aynıdır. İnsan için güzel olanı kim belirlemelidir? Her. zaman kendi nefsi duygularını ön planda tutan ve yönüyle de, her zaman hataya, yanılmaya açık olan insan mı? Yoksa insanı yaratan ve onun bütün özelliklerini, bizzat insandan daha iyi tanıyan, ilmi ile zamanı kuşatan Mutlak Kudret mi? İslam, ilahi kaynaklı oluşu itibariyle de insanı mutlak güzelliğe götüren, insanı mutlak güzelliğin pınarında yıkayan, mutlak güzelliğin hayat manzumesidir.

     Bu yönden bakılınca, beşeri sistemler gelişip büyüdükçe zaafları da büyüyecek, insan planındaki bunalımlar, toplum ve müessese çapına ulaşacaktır. Bazı tarih felsefecilerinin, Prometeci laik-hümanist kültür sistemlerinin, medeniyet safhasına ulaşıldığında ahlaki alanda çöküntüyü, siyasi alanda Sezarizmi, sanatta bayağılığı getireceğine dair kanaatlerini, bu açıdan dikkatle değerlendirmek gerekir. Yani İslam dışı beşeri sistemleri, -adı ne olursa olsun- dünyayı fethetme imkanı verseniz, (bunu İslam toplumları için düşündüğümüzde, topyekun bir teslimiyeti öngörseniz) sonuçta, bugün yaşanmakta olan bunalımları büyütmekten başka bir şey yapmazsınız.

      Bir de aynı sorumluluğun İslam’a verildiğini düşününüz. Yani Kur’an’ın ifadesiyle “Yeryüzünde dinin yalnız Allah’a ait olduğu” bir ortamı tasavvur ediniz. Bu güzelliği tahayyül edebiliyor musunuz? İslam ilk hakimiyet çağına “Saadet çağı” adını vermiştir.

     Başka bir sistemin literatüründe “Saadet çağı” ıstılahı yok. İnsan kendini İslam’da buluyor demek ki, kendi mutluluğunu da...

Alıntı