๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 28 Kasım 2011, 17:15:53



Konu Başlığı: İnsan fıtratındaki hisler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Kasım 2011, 17:15:53
İnsan fıtratındaki hisler


Şu dünyadaki en mutlu kişi dünyayı bir misa­firhane gibi gö­rüp, ona göre hareket ederek, bu haliyle Allah (c.c.)’ın rızasını kazanan kişidir.
 
Dünyadaki işler geçici ve de­ğersiz olmakla bir­likte ahirete ait olan vazifeler, sonucu çok güzel olacak olan değerli vazifelerdir. Bundan dolayı insanın fıtratında varolan, şiddetli merak, sevgi, hırs, istek, kıskançlık ve bunlar gibi bin­lerce his ona, dünya hayatı için değil, sadece ahiret mutlulu­ğunu kazanması için veilmiştir. Bu nedenle o hisle­rin yönünü geçici olan dünya hayatından, sonsuz olan ahiret hayatına çe­virme-si gerekir ki, o hisler gerçek anlamlarını bulusun.
 
 Mesela;
Aşk, sevginin kalpte yoğunlaşmış halidir. Eğer insan kalbin­deki, bu aşk dediğimiz şiddetli hissi fani sevgililere yöneltirse, ya acı çeker, ya da böyle fani sevgililer kalbini mutmain etmediği için, sonsuz bir sevgili arar. İşte bu noktada mecazi aşk, gerçek aşka dönüşür. Ve böylece hem kalbi, hem ruhu, hem de bedeni gerçek sevgiyi ve gerçek sevgiliyi bulduğu için manevi huzuru ve mutluluğu da bulmuş olur. Hz İbrahim’in Kuran’da anlatılan bir misali bu konuya çok güzel bir örnektir:
 
 “İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu göster­dik ki, ke-sin inananlardan olsun. Üzerini gece kaplayınca bir yıldız gördü: ‘Bu imiş benim Rab­bim.’ dedi. Derken o ba­tınca ‘Ben batan şeyleri sevmem’ dedi.” [1]
 
 Evet, insanın kalbi daima batmayan, sönmeyen, hep baki sevgililer arar. Bitmeyen ve sönmeyen, hep var olan tek sevgili ise Hz. İbrahim’in bu ayette ‘Batan şeyleri sevmem’ sözüyle kastettiği yüce Allah (c.c.)’tır.
 
 İşte insanda, birbirinden farklı binlerce his vardır. Bu hislerin her birinin de aşk gibi biri mecazi, diğeri gerçek olan iki merte­besi vardır. Eğer insan mutlu olmak istiyorsa yapması gereken, o hisleri mecazi derecesinden, gerçek mertebesine yöneltmek­tir.
 
 Mesela, insan değersiz, boş işlere şiddetli bir inat ile sarılır ve onların peşinden koşar. Bakar ki, öyle inatla peşinden koştuğu şeyler, bir anlık inada bile değmiyor. İşte o kişi, o şey kendi adına zararlı olduğu halde onun üzerinde boş yere inat ettiğini düşünür ve o inadını değerli şeylere yönelterek sebata dönüştü­rür. Yani, inadını iman, İslamiyet ve ahirete yönelik işlerde kul­lanarak, insandaki kötü bir haslet olan o inadı, güzel ve yüksek bir haslet olan gerçek inada yani sebata dönüştürür.
 
İşte insan yukarıdaki misallerdeki aşk ve inat gibi kendine ve­rilen diğer his ve duygularını nefis ve dünya yönünde kullanıp, dünyada sonsuz yaşayacakmış gibi davranırsa, ne insanlar ta­rafından ne de Allah (c.c.) tarafından hoş karşılanmayan kötü bir ahlaka sahip olur. Fakat o hisleri, dünyadaki nasibini kaza­nacak kadar dünyaya yöneltip, geriye kalan şiddetli kısmını ahirete ait görevlere sarfederse, güzel bir ahlaka, ayrıca, hikmet ve hakikate uygun olarak saadet-i dareyne yani hem dünya, hem de ahiret mutlulu­ğuna sahip olur.
 
 İşte bu zamanda insanlara nasihat edenlerin, nasihatlerinin etki etmemesinin sebebi, onlara, güçlerinin yetmeyeceği şeyleri yapmalarını telkin etmeleridir. Yani, insanlara yaptıkları; ‘hırs göstermeyin, düşmanlık etmeyin, dün­yayı sevmeyin’ gibi nasi­hatleriyle sanki onlardan fıtratlarını değiştirmelerini istemekte­dirler.
 
Fakat bu olanaksız bir şeydir. İnsanlar fıtratlarını değişti­remezler, ancak fıtratlarında bulunan hislerin yüzlerini ger­çek yönlerine çevirebilir ve onları hayırlı işlerde kullanabilirler. Ki, Hz. Peygamber (a.s.m.) dönemindeki, Hz. Ömer, Hz. Hazma, Hz. Halid bin Velid, Hz Amr bin As, Hz. Ebu Sufyan bin Harb gibi birçok sahabe zulüm yönünde kullandıkları savaşçı özellik­lerini Müslüman olduktan sonra İslam yolunda kullana­rak o özellik-lerini gerçek şecaat haline getirmişler ve bu sayede bir çok fetihler ve zaferler gerçekleştirerek ilahi rızaya nail olmuş­lardır. Evet işte aynen ilahi rızayı kazanan bu değerli sahabeler gibi insan Allah (c.c.)’ın; rızasını ve rızasıyla birlikte ahireti ka­zanması için, ona verdiği hisleri doğru yönde kullanırsa iki alemin mutluluğunu da kazanır ve sonsuza kadar hiç bitmeye-cek bir hayata kavuşur. İşte gerçek kurtuluş da budur.


ALINTI