๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2010, 14:24:24



Konu Başlığı: İnanma Coşkusu
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2010, 14:24:24
İnanma Coşkusu

Müminler olarak bizler ovaları yeşillendiren berrak pınar suları gibiyiz. Dağların zeminlerinden kaynayan sularımızla insanı ve coğrafyayı diriltir, kurumuş topraklara hayat veririz.

Dağlardan coşkuyla akan sular, dağın sükûnetinde demlenebildikleri için hayatın bütün gizemli güzelliklerini zerreciklerinde barındırmaktadırlar. Bizler dağın kara sevdasını kalbimizin derinliklerinde yaşamışızdır. Bu sevda ile eriyen billur tanelerimiz, susamış gönüllere aşkın ve aşkınlığın sonsuz titreşimlerini hissettirebilir.

Hayata zirve esintileri

Bizim gönül şehrimizin dağları vardır. Dağsız bir şehir eksiktir. Bizler dağa dost olabilen, dağın yüceliğini kendi ruhunda barındırabilen insanlarız. Bizler dağın eteklerinde nasıl bir şehir oluşması gerektiğini tecrübelerimizle biliriz. Çünkü dağlarımız, şehir ve medeniyeti kuran ilâhi güçlerle donatılmış üstün insanların mekânıdır.

Bizler, Himalaya Dağı’nın esintileriyle hayatı keşfetmiş Muhammed İkbâl’in şu duasıyla potansiyel kapasitemizin farkına vardık:

“Allahım!
Ben bir selim,
Daracık bir ırmakta beni tutuklama;
Vadi, dağ, kemer olayım,
Bana alan lütfet!”

Hayatımız boyunca hem kendimizi okuruz, hem de Kitabımızı ve kitaplarımızı... Okumamızın temel amaçlarından biri, dağlara tırmanabilmektir. Okuduklarımız bize aslî vatanımızın bitimsiz güzelliklerini hatırlatmaktadır. Dağlara tırmandıkça tırmanmamız gereken diğer dağları görmeye başlarız. Böylece hayatın beşiğinin dağların derinliklerinde olduğunu öğreniriz. Aynı zamanda, dağlarda gezerken, dağlara tırmanmaktan vaz geçmiş, kalbi yitik kişilerin çöl fırtınalarında nasıl sağa sola savrulduklarını görmekten ürkeriz.

Güven barınağı

Albert Camus, “Batılılar ya yeni bir medeniyet bulacak ya da toptan intihar edecekler.” diye haykırdığında, büyük bir insan kitlesinin hâlâ aradıkları medeniyeti bulamadıklarını bildiğimiz için onları toplu intiharlarından kurtarabilir miyiz diye dağın derinliğinde her bir zerremiz su atomlarına dönüşünceye kadar, duygu ve düşüncelerimizi bulandıranlara karşı kendimizi korumaya çalışırız. Dante’nin, “Sen kendi yıldızını takip et; mutlaka şanlı bir limana varacaksın.” ifadesinin doğruluğuna inanmışızdır. Gecenin zifiri karanlığında aydınlanarak gidebileceğimiz bir yol bulmak üzere takip ettiğimiz yıldızlarımız bizleri her zaman şanlı bir limana bırakmışlardır. Sonunda imanla mücehhez varlığımız, coşkuyla engin su deryasına gark olabilmektedir.

Bir orman gibi

Kızılderili Lumbee Kabilesi’nde söylendiği gibi, günümüzde insanlar büyük bir hırsla geçmişe ait bilgiyi ararken, biz müminler geleceğin hikmetinin peşindeyiz. Çünkü yitirdiğimiz cennete girebilmenin yolunun hikmet ve irfan pınarından geçtiğini artık öğrenmişizdir. Bir ağaç gibi tek ve hür ve aynı zamanda bir orman gibi birlikte yaşanabileceğini tecrübe etmekteyiz. Bizler belki bir bilgin kadar biliyor olsak bile, bildiklerimizi, kendi doğasını koruyabilmiş bir dağ köylüsüne bile damıtılmış olarak nasıl aktarabileceğimizin gayreti içerisindeyiz.

Dağın ilâhî nefesleriyle dolu kulaklarımızla, güzelliklere âşinâ gözlerimizle, susmanın ve konuşmanın sahibini bilen dilimizle, medeniyetimizin yeniden ihyasında payımıza düşen görevlerimizi yerine getirme azmi içindeyiz. Susuzluktan çatlamış topraklar, mümin kimliğimizdeki ilâhi özsuyu ile yeniden canlanacaktır. Böylece yeşerecek nice ağaçlarla coğrafyalarımız dağ ve orman tazeliğiyle yeniden hayat bulacaktır.