๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:43:32



Konu Başlığı: İnananlardan Yana Tavır Almak
Gönderen: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:43:32
İnananlardan Yana Tavır Almak

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan

Kur’an-ı Kerîm çerçevesinde genel bir değerlendirmeye tabi tutuldukları zaman Allah’ın elçileri ve insanlığın hidâyet rehberleri olan peygamberlerin, gerçekten dikkat çekici birtakım nitelik ve özelliklere sahip oldukları görülmektedir. Meselâ Kur’an-ı Kerim’de anlatılanlar, anlatılmayanlar; Hz. Harun, İbrahim ve İsa aleyhimüsselâm gibi cemâlî, Hz. Nuh ve Musâ aleyhimasselâm gibi celâlî yapıda olanlar; Ulü’l-azm peygamberler, komuta yetkisi olanlar, komuta yetkisi bulunmayanlar, sonuç almış olanlar, alamamış olanlar, hatta öldürülenler, Nuh ve Lut aleyhimesselâm gibi hanımları kendilerine inanmayanlar, kitap sahibi olanlar, olmayanlar … Bu ve benzeri farklılıklara sahip bulunan peygamberlerin hiç şüphesiz ortak oldukları özellikleri de bulunmaktadır. Allah’a kulluk ve Tâğut’tan uzak kalma temel görevleri; “Allah’a karşı saygılı olun ve bana uyun!” çağrıları; “Ben Allah’ın size gönderdiği güvenilir elçisiyim, buna karşı sizden herhangi bir şey de istemiyorum” diye kendilerini takdimleri; nefsin/bireyin terbiyesi, ümmetin/toplumun yönetimi gibi meşguliyet alanları, ilahlık iddiası ve Allah adına yalan söylemek gibi yetkisiz oldukları konular, onların ortak niteliklerinin başında gelir. Peygamberlerin ortak sünnetlerinden ikisi var ki bunlar günümüze gündemimize yönelik muhtevasıyla üzerinde ayrıca durulmaya değer derinlikli bir anlam ve yapıya sahip bulunmaktadır: İnananlardan yana tavır alıp onlara sahip çıkmak ve Muvahhid/inançlı nesiller yetiştirmek..

1. İnananlara sahip çıkmak

Kur’ân-ı Kerîm’den öğrendiğimize göre hemen bütün peygamberler, görev yerleri ve sürelerinde en büyük mukâvemeti/karşı koymayı o toplumların genellikle yönetici/önde gelen kesiminden görmüşlerdir. Kur’an-ı Kerîm’in “mele’ ” diye tanımladığı bu takım, peygamberlere inanmakta fazla bir problem yaşamayan sade insanları küçük görmüş ve peygamberlerden bu insanları çevrelerinden uzaklaştırmalarını, kendileriyle görüşme ön şartı olarak istemişlerdir. Peygamberler de genel bir uygulama olarak inananlardan yana tavır alıp onlara kol-kanat germişler, müminlerle beraber olmayı tercih etmişlerdir.

Hz. Nuh’un şu sözleri, hem bu tür istekleri hem de peygamberlerin bu istekler karşısında takındıkları tavrı ve inananlardan yana duruşlarının gerekçelerini yansıtmaktadır:

“Ey milletim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfâtım ancak Allah’a aittir.

Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi câhil bir topluluk olarak görüyorum.

Ey milletim! Ben onları kovarsam, beni Allah’ın azabından kim korur? Düşünmüyor musunuz? Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum, gaybı da bilmem. ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, ‘Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir’ diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zâlimlerden olurum!”1

Öte yandan Peygamber Efendimize de şu talimat verilmiştir:

“Sabah-akşam Rablerine O’nun hoşnutluğunu dileyerek dua/ibadet edenlerle birlikte ol, bunda sebât et..Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme! Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına esir olmuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!2

“Mü’minlere karşı alçak gönüllü ol!”3

“Sana tabi olan mü’minlere merhamet kanadını indir!”4

Tercih sorumluluğu

İnanan insanlara kuşku ile bakan ve onları küçük gören, tabiatıyla kendilerini de o toplumun söz sahipleri diye tanımlayan elitlerin ve egemenlerin hemen her devirde aynı tutum içinde oldukları tarihî ve sosyal bir gerçektir. Bu kaba tutumlarına “çağdaşlık, modernlik” gibi gerekçelerle kılıf uydurmaya çalışmaları ise, egemen ve inançsız sınıfların beyin ve idrak sefâletlerini örtmeye asla yetmemiş ve yetmeyecektir. Özellikle tercih noktalarında hep kendileri gibi düşünen ve yaşayanları öncelemeleri, inananları ise ötelemeye çalışmaları ve kendileri için tehlike odağı görmeleri ne yazık ki günümüzün de en büyük modernlik saplantısı olarak gözükmektedir. Dinî değerleri dışlamak için modernitenin ya da sistemsel kimi ilkelerin gerekçe olarak ileri sürülmesi, inananlara yönelik tarihî tavrın güne yansıyan boyutunu oluşturmaktadır. Geçmişte böylesi ortamlar, peygamberlerin inananlara sahip çıkmaları, onlardan yana tavır koymaları ile düzeltildiği gibi bugün de aynı şekilde, inananların tercih sorumluluklarını inananlardan yana kullanmalarından başka düzelme ve düzeltme yolu olmadığı açıktır.

2. Muvahhid/İnançlı Bir Nesil Yetiştirmek

Allah katında büyük cürüm sayılan Allah yolundan insanları (Allah’ın kullarını-müslümanları) alıkoyma girişimlerini (Saddün an sebilillah)5 önlemek için bütün peygamberlerin ve dolayısıyla Peygamber Efendimizin de seçtiği yol, engelleyicilerin toptan helâkini istemek değil; onların soyundan muvahhid / inançlı bir nesil yaratmasını Allah’tan dilemek ve bu uğurda sabırla çalışmak ve gerektiğinde hicreti göze almak olmuştur.

Tâif yolculuğu dönüşünde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Mekkeli müşriklerin toptan yok edilmeleri dâhil ne isterse yerine getirileceği Cebrâil aleyhisselâm tarafından bildirildiğinde, Efendimizin,

“-Hayır! Ben, Allah’ın, o müşriklerin soyundan, hiçbir şeyi ortak koşmayıp yalnızca Allah’a kulluk edecek (muvahhid/inançlı) nesiller yaratmasını dilerim”6 diye karşılık vermesi, hem onun insanlığa duyduğu engin şefkatini ve hem de tüm çağlara gerçek çıkış yolunun ne olduğunu göstermekte, hidâyet rehberliğinin gereğini ortaya koymaktadır.

Netice

Bir kere daha vurgulamakta fayda vardır ki, Allah elçileri peygamberlerin, inananlardan yana tavır alıp onlara sahip çıkmak ve muvahhid/inançlı nesiller yetiştirmek diye ifadelendirdiğimiz bu iki ortak sünneti, inananlara her yöre ve her devirde geçerli soylu bir duruş ve problemlere köklü bir çözüm yolu göstermektedir.

Günün, gündemin asıl problemi de bize göre bu iki noktada yoğunlaşmıştır. “Tercih/seçim sorumluluğu ve gelecek kaygısı” ile hareket edilmesi halinde, peygamberlerin izinde bir tavır ortaya konulmuş olacaktır. Bu da toplumun geleceği için umut verici bir bilinç ve gündemi etkileyici sessiz ve soylu bir adım demektir.

Dipnotlar: 1) Hud (11), 29-31; 2) el-Kehf (18), 28; 3) el-Hıcr (15), 88; 4) eş-Şuara (26), 215. Burada ayrıca Abese suresi’ndeki uyarıyı da hatırlamakta fayda vardır. 5) Konuyla ilgili âyetler için bk. M.F. Abdulbâki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfâzı’l-Kur’anı’l-Kerîm, s.403; 6) Buhârî, Bed’ul-halk 7; Müslim, Cihad 11