> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı  (Okunma Sayısı 665 defa)
31 Ekim 2010, 18:28:25
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 31 Ekim 2010, 18:28:25 »



İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı

Özcan Hıdır


Arapça "abd" kökünden türeyen ve kul-köle edinmek, taat etmek, tapmak, beraberinde olmak ve habsetmek gibi değişik anlamlara gelen ibadet, insanın rûhen ve cismen, zâhiren ve bâtınen bütün mevcudiyeti ile yalnız Allah'a yaptığı şuurlu bir taat ve yakınlığı diye tarif edilmektedir.

Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de ibadet kelimesinin yukarıda zikredilen manalardan ilk üçünde kullanılmış olduğunu görürüz. Mesela "Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yiyin, Allah'a şükredin eğer hakikaten ona kulluk ediyorsanız" (Bakara, 172) ayetinde kulluk ve itaat; "Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır demedim mi?" (Yasin, 60) ayetinde taat; "(Habibim) De ki: Bana rabbinden o apaçık deliller gelince, o sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza ibadet etmekliğimden kat'î olarak menolundum. Alemlerin Rabbine teslim olma emrini aldım." (Mü'min, 66) ayetinde ise, tapmak anlamında kullanılmıştır.

İbadet ancak bir niyyete bağlı olduğunda bir anlam kazanır. Niyyet ise, yapılacak olan bir işi yapmakta Allah'a itaat etmek ve yakınlığını istemektir. Niyyet kalbî amellerden biri olup, üç rüknü vardır:

a. Yapılacak işin mahiyetinin ve nasıl yapılacağının bilinmesi demek olan ilim tarafı,

b. O işi yalnız Allah için yaptığının ve bütün mükevvenatın sahibinin yalnız Allah olduğunun gönüldeki tasdiki demek olan haz tarafı,

c. Amele başlarken onu işlemeye kalbin teveccüh edip yönelmesi.

Niyyette bu üç unsur bir araya gelmedikçe niyet sahih olmaz ve yapılan iş de ibadet olarak değer kazanmaz. Bir amelin ibadet olarak değer kazanabilmesinin şartlarından biri de onun Allah ve Resulü tarafından ibadet olarak ta'lim edilmiş olup, nasıl yapılacağının tesbit edilmiş olması gerekmektedir. Öyleyse ibadetin tayin ve tesbitinde yegane ölçü, Kur'an ve O'nu bizlere tebliğ edip açıklayan Hz. Peygamber'in sünnetidir. Buradan hareketle Resûlullah Efendimiz'in (s.a) yapmış olduğu ve bize de tavsiye ettiği ibadetlerden bir tanesi kabul etmeyip, atmak dini tahrip olduğu gibi, yapmamış olduğu bir şeyi de ibadet diye ihdas etmek aynı şekilde din tahribidir. Dînî terminolojide "bid'at" diye isimlendirilen dinin özüne aykırı, sonradan ilaveler eğer inanç esaslarında olursa küfür olur. "Ben ona inanıyorum ama falana da inanıyorum, şöyle şöyle de inancım var" şeklindeki dine yapılan parçacı yaklaşımların, yine dînî terminolojide tek bir adı vardır: "Küfür" (Allah korusun) Bu bid'at eğer ibadetlerde olursa dalalet ve sapıklık olmaktadır.

Ne yazık ki bugün Türkiyemizde asrın getirdiği çeşitli fikir akımları ve kavram kargaşaları neticesinde, dinî mefhumların iyice özümsenemediği ve bu kavramları herkesin kendi sosyo-psikolojik ve kültürel arka planına (back-ground) göre algılayıp yorumladıkları gözlemlenmektedir. Bunun tabiî bir sonucu olarak da din din olmaktan çıkmakta, vicdanla sınırlı bir hadiseymiş gibi takdim edilmektedir. İşte kişinin fizikî ve ruhî olarak yaratılış gayesini yakalama süreci demek olan ibadetin, bugün birtakım münevverler (!) tarafından kamuoyu önünde sadece Allah'a "ta'zim"den ibaret olduğunun belirtilmesi aydınımızın genelde dini ve özelde de ibadeti algılayış biçiminin ipuçlarını vermektedir. Öyleyse dini terminolojinin bugün yeni bir üslupla (psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal ilimlerin verileri de kullanılarak) ele alınıp insanlarımıza takdim edilmesi mecburiyeti vardır. Bir bakıma yeni bir "İslâm'a davet metodu" geliştirilmesi gerekmektedir.

İbadetin psikolojik ve sosyolojik bakımdan izahına girerken bir noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. İnsanoğlu sadece kan, et ve kemikten ibaret bir mahluk değildir. Bütün mahlûkatla birlikte onun birtakım duyguları, hisleri vardır. Bunlar mutlak tatmin isteyen ve tatmin edilmediğinde insana elem veren, maddî (görme, işitme gibi) ve manevî (sevme, buğz ve merhamet gibi) duygulardır. İşte bu duyguların belirgin bazı tarafları vardır ki, bundan dolayı insan hayatı lezzet ile elemin uğrağıdır. Onun ruhu elemden gocunur, lezzetten hoşlanır. Elemin sebepleri karşısında öfkelenir veya korkar. Lezzetin sebepleri karşısında ise ümitlenir veya hırslanır. İnsanın kazancını ayarlayan şey de, halden istikbale doğru, bu korku ile ümidin devamlı karşılaşması ve çarpışmasıdır. Ümit silindiği zaman yeis kaplar, faaliyet söner. Korku silindiği zaman tuğyan başlar, akibet düşünülemez, faydalı işler yapılamaz, istihsal (üretim) yerine istihkak (tüketim) kâim olur.

Ümidin içinde bir korku, korkunun içinde bir ümit yoksa vazîfe hissi atâlete düşer. Eğer bir kimse vazîfesini yürütürken hizmetin yapılmamasından dolayı düçar olacağı bazı zararları, felaketler ve âfetlerin korkusunu kaybetmişse, veyahut ne kadar uğraşırsa uğraşsın muvaffak olacağı ümidini yitirmişse, artık insanların vazîfe duygusundaki hareketliliği görmek mümkün değildir. Vazîfe bir duygudur ve eğer atalete uğrarsa bir gevşeklik ve yavaşlık kendisini göstermeye başlar... Açları çalıştıran doymak ümidi, tokları çalıştıran ise açlık korkusudur.

Şu halde mutlak surette insanda bir ümit ve korku (havf ve reca) beraber bulunmalıdır. Bunlar geleceğe ait birer duygudur. Korku (havf) insanın erişmek istediği bir şeye erişemeyeceği düşüncesi veya kendisine musîbet olarak gelmesinden endişelendiği bir şeyin başına geleceği düşüncesinden gönlünde olan bir burukluk ve elemin adıdır. Arzu ettiği bir şeye nail olacağı, istemediği bir şeyden de kurtulacağı düşüncesi gelecekte gönlünde bir ferahlık hasıl eder ki, buna da ümit (reca) denir. Bunlar insanda çalışmak, ibadet etmek gibi gayretleri doğuran ana duygulardan olup, bunlar yok olduğunda insanın vazîfe hissi ve ibadet aşkı kaybolur.

İstikbale nazaran insan ruhunda ne ümidin ne de korkunun nihayeti vardır. Yaratılışta ümidin sebepleri sınırlı olmadığı gibi, korkunun da sebepleri sınırlı değildir. İnsan belli ümitler ve belli korkular karşısında devamlı müteessir olurken, zaman zaman da belli olmayan, sınırsız ümit ve korkuların tesiri altında kalır. Bu ümit ve korkuların karşı karşıya yer aldıklarını ve bir anda karşılaştıklarını görür ki, bu bir hakikattir. İşte o anda insanda öyle bir alaka uyanır ki, bu alaka bir taraftan bütün muhabbetleri, ümidin sebeplerine karşı sevgileri, diğer taraftan da bütün korkuları ihtiva eden bir havf ve reca heyecanı ile görülür.

İşte insan ruhunun bütünü ile müteessir olduğu mutlak bir havf ve recâ âmiline karşı duyduğu bu ilgi yaradılıştaki mabud ve ibadet fikrinin menşeidir ki, bütün vazife hissi bunda toplanır. Her insanın ahlakî karakteri, mutluluğu, mutsuzluğu bundaki ciddiyet ile mütenâsiptir. İnsan bu hissini neye bağlarsa, yani kendisini recasına ulaştıracağını zannettiği ve bütün sevgilerini tevcih ettiği şey ne ise, korkusundan ve bütün nefret ve gocunmalarından kendisini koruyabilecek şey ne ise mabudu odur. Bu bazan insanın kendi nefsi, bazan da malı, makamı ve ilmi gibi mahluk olan herhangi bir şeydir ve insan bunun farkında olmaz. Böyle bir duruma düşen insanın gönlünde sağlam bir nübüvvet müessesesi kurulmamış olduğu gibi o, vahyin de ne demek olduğunun farkında değildir. Çünkü bu mahdut olan dünya lezzetleri onun şuurunun tümünü kaplamıştır. Onun ötesinde bir lezzetin olabileceğini düşünmesi mümkün değildir. Zira onda gerçek akıldan eser kalmamıştır.

İnsanlara hakiki mabut ve ubudiyet alakasını unutturarak bütün musibetleri hazırlayan şirkin de menşei budur. Müşriklerin, putperestlerin, canlı-cansız türlü türlü putları ve batıl mabutları hep bu his ve duygu ile çıkmıştır. Dünyada böyle insanlar sanıldığından daha çoktur. Hatta kendilerinin mabut ve ibadet fikri ile hiç alakası olmadığını düşünenler her an bir mabut değiştirirler. Halbuki bütün varlığını fanilere bağlayan her gönül, hüsrana ve tehlikeye düşmeye namzeddir. Çünkü o fâni câzibe bir gün kopacaktır. Hangi fâni vardır ki bize bütün emellerimizi bahşedeceğine söz verebilsin? Bizi üstünde taşıyan yer, üstündeki kubbe, şu gördüğümüz âlemi aydınlatan güneş dahi bu teminatı veremez. Bu teminat yalnız ve yalnız Hayy ve Kayyûm olan Allah Teala'ya mahsustur. İşte bunun içindir ki ibadet, yalnız O'nun hakkıdır. Ancak O'na ibadet edenlerdir ki, diğer ümit ve korkulara kendilerini kaptırmazlar ve kendilerinden herkes faydalanır.

Bunun içindir ki Cenab-ı Hak, her namazda bize ona olan ahdimizde devam etmemizi hatırlatır. "Yarabbi yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz" ayeti bir ahittir. Ümitlerimizin ve korkularımızın tümünün doğru olarak birleştiği ve bize tüm emellerimizi verebilecek, tüm korkulardan emin kılacak olan Allah'ı Azimuşşan'a olan namazın tüm rekatlarında tekrarladığımız bir ahit.

Gönüller fânilere bağlandığı zaman çok defa ümit mebdei ile korku mebdeini başka başka görür. O zaman bakarsınız bir tarafta bir sürü sevgi mabudları diğer tarafta ise korku mabudları dizilmiştir. Bir tarafta hayır mabudları onun karşısında şer mabudları görürsünüz. Bunlardan iki zıt mabud arasında kalan zavallı gönül, ikisine de kendisini sevdirip, birinin korkusunu defetmek, diğerinin ümidine ermek, aradığına ve arzusuna ermek için ne heyecanlarla kıvranır. Aklın kabul etmeyeceği ne tezellül ve ta'zimler göstererek tapınır durur. Kendi zannında bir ibadet eder. Böyle olunca da bu zavallı gönül, bu iki zıt kuvvetin mütemadiyen kavga edip durdukları bir buhran sahası haline geçer.

Halbuki bu korku ve ümitler bir mebde'de birleşir, hem ümidin ve hem de korkunun amili bir zatı vahid olursa, artık o gönül iki zıt kuvvetin çarpıştığı bir buhran sahası değil, bütün ümit ve korkuların zatında toplandığı Cenab-ı Zatı Barî'nin her halde bir sürur bahşeden tecelligâhı olur....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı
« Posted on: 25 Nisan 2024, 13:53:42 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı rüya tabiri,İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı mekke canlı, İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı kabe canlı yayın, İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı Üç boyutlu kuran oku İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı kuran ı kerim, İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı peygamber kıssaları,İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahı ilitam ders soruları, İmanın Bekçisi İbadet ve Psikoloji İzahıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes