> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > İman ve İnsanın Konumu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İman ve İnsanın Konumu  (Okunma Sayısı 660 defa)
30 Ekim 2010, 17:18:31
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 30 Ekim 2010, 17:18:31 »



İman ve İnsanın Konumu

Mahmud Rifat Kademoğlu


İnsanoğlunun gerçek komünün anlaşılması ancak iman ile mümkündür. Çünkü iman yaratılış vakıasına dikkat çeker; insanın mahlûk oluşuna, üzerinde durulması gereken öncelikli bir gerçek olarak işaret eder. Her şeyden önce onu Halikına nispet eder; Halikı ile bağı ve ilişkisi üzerinde durur. İnsanın, bütün mükevvenat ve kâinatın tamamı gibi ilahi iradenin eseri olduğunu; aratılarak varolduğunu ortaya koyar. Onu bir parçası olduğu ve kendisi için hayat ortamı olan bütün bir doğa ile birlikte ele alır. Her şeyin açıklanmasını (varlığını ve varlığının idamesini) ilâhi iradeye ve meşiete ve O'nun halikıyetine bağlar.

Yaratılmış oluşu ve kulluğu inanla ilgili aslî gerçeğin taa kendisi ve onun mahiyetini aydınlatan esas olduğu halde; bugün genellikle kabul edilen (dar anlamda) bilim anlayışı, bu temel gerçeğe kayıtsız ve uzaktır. Bugün genel geçerliliğini sürdüren bilim anlayışı ile çeşitli bilimler; konuları kategorik olarak belirlenmiş ve bir tasnif düzenine bağlanmış sistemli ve metotlu araştırma ve bilgilenme disiplinleridir. Bunların, belli açılardan gözleme dayanmalarıyla ve o kontrollü gözlemlerle ilgili (sınırlı) analizleriyle belirli sonuçlar çıkarmaktan öteye açılmaları söz konusu değildir. Bütünü anlama cehdi gibi bir yönleniş ve iddiaları, mebde ve mead üzerine yorum geliştirmek gibi bir konuları yoktur. Onlar; varlığın, olayların ve ilişkilerin mahiyeti ile değil, onların nasıllığı ile ilgilidir. Her şeyin, zahiren gözlemlenebilen dış bağlantılarını ve akışını izlemekle yetinir. Bu anlamı ile bilimsel sonuçlar üzerine kurulmak istenen laik karakterdeki felsefenin ve serbest düşünce ürünü sayılan spekülasyonların da bu vadide ulaştıkları bir sonuçtan söz edilemez. (Bunların iddialı olanları netice itibariyle teori olmaktan; yani zan ve tasavvurdan öteye geçmez.)

Bu çizgideki bilim ve düşünce, teknolojideki etkili ve cazip gelişme ile birlikte insanın dünya hayatına olan tabii ilgisini ön plana çkarmış; normal mecramdan ötelere taşırarak onun bütün gündemini dolduracak kadar derinleştirmiş ve hatta bazen daha da ileri giderek neticede bir "sabit fikir" haline getirip saplantıya dönüştürmekten başka bir netice davet etmemiştir. Edebiyattan müziğe, resimden mimariye, tiyatrodan sinemaya hemen bütün sanat etkinlikleri ile de tamamlanan bu süreç dünyevi-seküler nitelikte bir anlayışın gitgide kökleşmesine yol açmıştır. Sanatta "realizm" adına, insanın psikolojik meyil ve zaaflarını gerçek beşeri veri olarak alan ve bunu bireysel ve sosyal boyutları ile enine boyuna irdeleyen bir tutum benimsenmiş; fakat bunun ötesine geçilememiştir. Dikkatler "dünyevi" olana çevrilmiş, konular bu yaklaşımla seçilmiştir. Böyle olunca da sanat, dünyevi ilgi ve yönlenişleri, alabildiğine yoğun hayal zenginlikleriyle süslemiş, bunları estetik değer ifade eden unsurlarla destekleyerek kuvvetlendirmiştir. Bir yerde, dünyevi ilgi ve yönlenişlerin; medeni ve kültürel bağlamda, zaman zaman tarz ve nüans farklılıklarıyla kendini hep tazeleyerek ifade eden ve yenileyen bir "üslup" içinde belirişi olmuştur. Onun insana heyecan verici duygusal yaklaşımının ve insanı iknaya yönelik mantıki kurgusunun altında hep bu öz gizlidir.

İnsana "yaratılmış" olduğunu unutturan ve kul olduğunu ise asla hatırlatmayan bu seküler kültür, kimliği onun etkisiyle yoğrulan kişiyi; kendini hep alacaklı hisseden, kesin ve vazgeçilmez dünyevi beklentileri olan, bunları ne pahasına olursa olsun elde etmek peşinde koşan gayet haris ve acımasız bir bencil haline getirmiştir. Onun gözünde sanki her şey ona hizmet için vardır. Bu insanın dünyevi mânâda beklentileri, normal hayal, tasarı, meyil, zaaf ya da sıradan bir ümit ve istekte bulunmanın ötesinde, ihtiras derecesindedir. Oysa tam bir ihtirasla beklentiye girmek ve bunu bir "sabit fikir" haline getirmek, sonunda o beklenen olmadığı zaman bir yıkımdır, kabul edilemez bir hayal kırıklığıdır ve hep de böyle olur.

İnsanın ise buna zaten hakkı yoktur. O yaratılmıştır, varoluşunda kendisinin hiçbir dahli olmamıştır. Cenabı Hakk onu hiçbir şey değil iken yaratmış, varlığa mazhar kılmıştır. Halik sıfatıyla onun vücut bulması için gereken sebepleri, şartları ve ortamı hazırlamış, bir araya getirmiş; onu dilediği bir surette terkib etmiştir. (Kur'an-ı Kerim, 82/8) Tamamen özel olarak onu donatmış; onu, geçmiş, gelecek ve halihazır bütün hemcinslerinden ayıran, sadece ona has bir hilkat ve benlik inşa ederek ortaya çıkarmıştır. Daha işin başında bu ne muazzam bir olay; ne kadar yüce bir keremdir. Bu muazzam olay karşısında bize düşen, yaratılıp-varolarak Allahu teâlâ'nın kulluğuna mazhar oluşun sevinç ve neşe yüklü şuuruna ererek bu büyük nimete şükretmekten başka ne olabilir?

Yaratılış vakıası hiç göz ardı edilebilir mi? İnsan kendi varoluşunu nasıl unutur? Mahza nankörlükten başka bir şey olmayan böyle bir kayıtsızlık ya da görmezlikten gelme doğrudan doğruya küfrün ve inkârın taa kendisi olmaz mı? Hangi bilim, hangi felsefe, hangi düşünce, hangi teknoloji, hangi sanat ve fantezi yaratılış olayının gözler önündeki azametini gölgeler yahut da onu meskût geçerek insan gündeminde öncelik alabilir? Ama, bu, seküler kültür ortamında olabiliyor ve insan kendi aslî gerçeğini unutur hale geliyor. Derinleşmiş dünya saplantısı yüzünden çıkarlarıyla ilgili bulduğu her söyleme öncelik verebiliyor ve güncellik tanıyor. Asli gerçeği olan yaratılmışlığını ise olmuş bitmiş ve artık geride kalmış, geçilmiş bir aşama sayarak göz ardı edebiliyor.

Oysa yaratıcısı olan Rabbi ile münasebeti süreklidir, hiç değişmemiş ve kesintiye uğramamıştır. Bu ilişkiyi, yaratılış vakıasını, hayat sürecinin sadece bir safhası ile ilgili sayarak o safhaya ait -zaman ve konu itibariyle belirli, sınırlı- bir özellik gibi anlamaya imkân yoktur. Yaratılış ve varoluş sadece başlangıca ait bir özellik olmayıp sürekli ve kesintisiz bir gerçeği ifade eder. İnsan sırf başlangıç itibariyle değil bütün hayat sürecinde Allah tarafından rızıklandırılarak ayakta kalır, ilâhi meşiet ve iradenin bu yolda olması sonucu yaşayıp gider. Onun bedenî anlamdaki gelişimi dünyevi süreçle ilgili göreceli bir olgudur; bu ona -haşa- Rabbine karşı bağımsız ve müstağni bir konum temin etmis değildir. Kendi iradesi dışında maruz ulunduğu bu gelişimi bile onun sürekli yaratılış gerçeğine mazhar olduğunu gösterir. O fizik ve biyolojik anlamda dahi anbean yenilenmeye, sürekli değişime, halden hale geçmeye, istihaleye maruzdur. Bebekken çocuk, çocukken olgun bir insan, kahil bir insan iken ihtiyar olacak ve nihayet vefat ederek dünyevi hayat sürecini tamamlayacakta, Bu süreçte hücreleri bile değişecek, her şeyi her an yenilenip sürekli farklılaşacaktır. Hiçbir şeyi yerinde sabit durmayacaktır. Bütün bunlar onun kesintisiz olarak yaratılış vakıasına maruz bulunduğunu göstermektedir.
Diğer taraftan halikıyet Rabbül âlemînin ilâhlık ve vahdaniyetinin, hak mabud oluşunun (bir vecihle) ifadesi olarak sürekliliği ve kesintisizliği gerektiren bir sıfattır. Cenabı Hakk'ın bu ismini, hayat sürecinin belli bir aşaması ile sınırlı görmek hem teolojik yönden uygun değildir ve hem de bu, izlenebilen olayların mahiyetine aykırı düşmektedir. Kısacası, hayat sürecinin tamamında kesintisiz ve sürekli bir gerçek olarak Cenab-ı Hakk'ın halikıyeti ve rubûbiyeti vardır. Ve insan, hayatının her ânı ve safhası itibariyle bu gerçeğe mazhar ve muhataptır.

Üzerindeki her şey ilâhi bir vergidir. Maddi-manevi, bizzat kendi kesbi ile ilgisi olan veya olmayan, bizzat vücudu ile alakalı bulunan veya sırf ekonomik-mali mahiyette olan her neye erişmişse bunların tamam ilahi irade ve meşiet ile kendisine verilmiştir. Nasıl bizzat bedeni ve benliği kendi bilgi, irade ve inisiyatifi dışında yaratılarak var edildi ve şekillendirildi ise; nasıl cildinin rengi, boyu-posu gibi bütün özellikleri Allah tarafından belirlenmişse; nasıl zamanın muayyen bir kesitinde belli bir coğrafya ve toplumda zuhuru takdir olunmuşsa, kendisine erişen bütün diğer nasipler de aynen böyledir. Çünkü o kendiliğinden hiçbir şeye dik ve mutasarrıf değildir; hiçbir konuda hiçbir sonucu gerçekleştirecek güç ve yeteneğine sahip kılınmıştır. Havi ve kuvvet ancak ve iadece Allah'a aittir. Her şeyin gerçek ve yegâne maliki ve hükümranı O'dur. O'nun bilgisi, dilemesi ve iradesi dışında hiçbir şey cereyan etmez; her şey ancak O'nun kudreti ile vaki olur.

Göklerde ve yerde canlı-cansız her ne var ise bütün ihtiyaçları, beklentileri ve her şeyleri için; her zaman, sürekli O'ndan ister durur. (Ku'an-ı Kerim, 55/29) Bazen şuurlu olmasa ve dua derecesini kazanmasa da "hâl dili ile" devamlı vaki olan olay hep budur. Çünkü bütün istek ihtiyaç ve özlemlerin yegâne karşılanma mercii O'dur ve bunların zamanı gelince bir şekilde devreye girişi esasında hep merciine bakan bir hâl ve tavır ifade eder.

İstekleri konusunda, bunları değil bizzat yerine getirme kudreti; belki bunların oluşumunda bile kendi önceliğinden söz edilemeyecek olan insan (Kur'an-ı Kerim, 81/29) zaten hiçbir şeyin gerçek mânâda sahibi olmamıştır. Üzerindeki her şey Allah vergisi bir emanet olarak geçici bir süre için ona tevdi edilmiştir. Onun asli gerçeği tam bir fakirliktir.

"Ey insanlar, sizler Allah'a (bakan, O'na muhtaç) fakirlersiniz. Allah'a gelince, O ganî olandır, hamîd olandır.." (Kur'an-ı Kerim, 35115)

Bu ayeti kerimede, insanın Allah'a mutlak anlamda muhtaç hâlde olduğu ve onun kendi başına tam bir fakr içinde bulunduğu yalın bir gerçek olarak ortaya konulmuştur. Allah'ın ganî; yani hem bütün hazinelerin ve zenginliklerin tek maliki ve hem de ihtiyaçt...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İman ve İnsanın Konumu
« Posted on: 26 Nisan 2024, 10:30:55 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İman ve İnsanın Konumu rüya tabiri,İman ve İnsanın Konumu mekke canlı, İman ve İnsanın Konumu kabe canlı yayın, İman ve İnsanın Konumu Üç boyutlu kuran oku İman ve İnsanın Konumu kuran ı kerim, İman ve İnsanın Konumu peygamber kıssaları,İman ve İnsanın Konumu ilitam ders soruları, İman ve İnsanın Konumuönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes