๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 23 Kasım 2010, 18:05:58



Konu Başlığı: İçtihad ve modernite
Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Kasım 2010, 18:05:58
İçtihad Ve Modernite



İçtihad

 İctihad ve modernite arasında ne tür ilişki olabilir? Burada her iki kavramdan kastedilenin ne olduğunu belirterek, meseleyi açıklamamız gerekiyor.

İctihad, bütün hukuk sistemlerinde kullanılan ve sıkça müracaat edilen hukukî bir kavramdır. Bireylerin ve toplumların problemlerine, hukuk uzmanlarınca hukukî çözümler bulmayı ve üretmeyi amaçlar.

Biz burada İslâm Hukukundaki ictihad kavramanı ele alarak meseleyi değerlendireceğiz. O halde İslâm Hukuk terminolojisindeki tanımını hatırlatmakta yarar görüyoruz.

İctihad, Müslüman bir fakihin / müctehidin amelî meselelerde yapması gereken bütün gayretlerini göstererek ve şerî delilleri esas alarak, oradan hareketle ulaştığı sonuç ve hükümdür.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere Müslüman bir hukuk uzmanı, bireylerin ve toplumların problemlerine çözüm getirirken ilahî esasları baş tacı ediyor, onlara müracaat ediyor, onları ölçü alarak hüküm veriyor ve bu çerçevede kendi kanaatlerini ortaya koyuyor.

Müslüman hukuk uzmanı, İslâm literatüründe “fakih, müctehid veya İslâm âlimi” olarak nitelendirilir. Bu şahsiyetler, İslâm toplumunda en üst düzey bilgiye ulaşmış, Kur’ân ve sünneti en iyi bilen, toplumun yapılarını, siyasal sistemini, sosyal durumunu, ekonomik faaliyetlerini ve yaşam tarzını en sağlıklı bir şekilde tahlil edebilen fikri yeteneğe ve ilmî güce sahip olan kişilerdir. İslâm’ın ruhunu kavramış, esaslarla sapmaları, asıllarla bid’at ve hurafeleri birbirinden ayırt edebilen olgunluğu ve fikri üstünlüğü elde etmişlerdir.

Tabii ki burada, “ictihad kapısı kapanmıştır” diyen, İslâm Hukukunun tabiatını bilmeyen ve özünü kavramayan cahillerin sözlerine itibar edecek değiliz. Çünkü bir yerde din olarak İslâm yaşanıyorsa, hayat devam ediyorsa elbette orada hukuk da olacak ve hukukun devamını sağlayan ictihad da var olacaktır. Elbette güneşe balçık sıvamakla, güneşin ışığı yok olmaz.

İctihad, yerine göre rey, görüş, kanaat, düşünce, fikir, hüküm anlamlarını da ifade eder. Zaten Asr-ı Saadette başlangıçta rey olarak kullanılmıştır. Hicrî ikinci yıldan sonra, daha sık olarak ictihad kavramı kullanılmıştır. Günümüzde bir İslâm âliminin, bir konuda veya meselede “bu benim kanaatimdir, görüşümdür veya vardığım ilmî sonuç böyledir” diyorsa, zaten o konudaki ictihadını belirtiyor ve ortaya koyuyor demektir.

 

Modernite ve Modernizm

 

Modernite, kavram ve kök olarak modern kelimesinden türetilmiştir. Fransızca bir kelime olan modern, “içinde yaşanılan çağa uygun, çağdaş, çağcıl, asri, yeni” (1) anlamlarını, modernite (modernity) ise “modernlik” anlamını ifade eder.

Modernite kavramı üzerinde durmadan önce, modernizm kavramını açmaya çalışalım.

Modernizm, Türkçe’de “çağdaşlık, çağdaşlaşma, asrilik, çağcıllık, yenilikçilik, gelenekçiliğe karşı olma”(2) gibi anlamlarla karşılanır. Mesela başka sözlüklerde şu ifadeler yer alır: “Yerleşik geleneksel dini öğretiden, çağdaş düşünceye geçiş veya modern zamanların uygulama, kullanım ve ifade tarzıdır.”(3) Başka bir yerde: “Modern zamanların karakter, düşünce ve ruhu veya çağdaş sanatın prensip ve pratikleri”(4) olarak ifade edilir.

Sözlük tanımlarından da yola çıkarsak, çağa uygun olma derken, “Gelenekçiliğe karşı olma, geleneksel dini öğretiden çağdaş düşünceye geçiş” ifadeleri, işi inanç ve felsefe boyutuna çıkaracak bir tarz katmaktadır. Buradan, “dini olandan, örf ve geleneklerden uzaklaşma, kaçış” anlamları çok rahatlıkla çıkmaktadır.

Zaten olayın felsefi ve düşünce boyutuna gittiğimiz zaman bu anlamlar, daha kapsamlı ve sistematik olarak karşımıza çıkacaktır.

Örneğin Marksist ve Leninistler, modernizmi şöyle tarif ederler: “Yirminci yüzyılda kapitalist dünyadaki bunalımların edebiyat ve sanat alanında doğurduğu türlü türlü akımların genel adıdır. Abstraksiyonizm, fütürizm, formalizm, dadaizm vb. gibi akımlar bunlar arasındadır.”(5)

Marksist felsefe, tanımdan da anlaşılacağı üzere olayı kapitalist yaklaşıma, oradan da sadece edebiyat ve sanat biçimlerine indirgemektedir. Elbette modernizmin oluşumunda, inkâr edilemeyecek düzeyde kapitalizmin büyük bir damgası ve etkisi vardır. Ama tanımı, kavram ve terminoloji olarak verdiğimiz zaman, meselenin daha geniş bir boyutta olduğu açık ve net olarak anlaşılacaktır.

Aslında modernizm: “Aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüşümün ortaya çıkardığı ideoloji ve yaşam biçimidir.”(6) Bu anlayış, insanı merkeze alan, insanbiçimci bir esas üzerine oturan, sekülarizm, hümanizm ve demokrasi üzerine kurulu, kurtuluşu dinde değil bilimde arayan bir doktrindir.(7)

Burada dikkat edeceğimiz bir başka husus da, bu ideolojinin oluşum temelinin aydınlanma çağı ile başlamış olmasıdır.

Aydınlanma çağı, batı dünyasında rönesans ve reform hareketleriyle önce kilisenin doğmalarına karşı çıkarak ortaya çıkmış, daha sonraları dinin yol göstericiliğini reddeden ve insanın ilerlemesinin ancak akıl ve bilim sayesinde gerçekleşeceğini kabul eden bir anlayışa dönüşmüştür.(8)

Batıda bu seyir, önce kilisenin doğmalarına karşı çıkışla başlıyor, daha sonra bir din olarak Hıristiyanlık reddediliyor, en sonunda da din adına ne varsa bütün dinler reddediliyor. Tümüyle bütün dini öğretilerin dünyaya ve topluma yol göstericiliği, hayatı düzenlemesi, topluma müdahale etmesi reddedilmiş oluyor.

Bu çerçevede Sekülarizm, bu yeni dinin en temel öğretisini şekillendiriyor ve yeni yaşam tarzı bu esas üzerine bina ediliyor.

O halde Sekülarizm nedir? Sekülarizm: “Dünyevileşme, Sekülerleşme. Dinsel olan veya dinsellik ifade eden değer ve ilkeleri bireysel ve toplumsal yaşamın dışına iten, sadece bu dünyayı yaşanabilir kabul edip, âhiretten ilişkisini koparma temeline dayalı insanmerkezci düşünme ve yaşama biçimidir.”(9)

Kısaca Sekülerleşme, semavî olanla bağların koparılması ideolojisidir. İnsanı kendi kendine yeter kabul etme felsefesidir.(10)

19. yüzyıl ve 20. yüzyıla damgasını vuran pozitivizm de, aklı ve bilimi esas alan, almaktan da öte putlaştıran bir felsefi akımdır. Akıl ve bilim dışında hiçbir şeyi kabul etmeyen, dini ve dini öğretileri hayatın dışına çıkaran, insanla bağını kesen bir ideolojidir.

Sanırım, bu açıklamalardan modernizmin almış olduğu anlam, felsefe ve ideoloji olarak oluşum biçimi anlaşılmıştır. Tabii ki, “Batı tipi yaşam tarzı” dediğimiz bu dinin temel felsefesini, sekülarizm, pozitivizm, hümanizm oluşturmakta, bunların hepsini bünyesinde toplayan üst başlık da modernizm olmaktadır.

Modernite/modernlik ise, “genel olarak bir medeniyetin kendi gelişim çizgisi içinde görece en son dönemde geliştirdiği yaşam tarzıdır. Özel olarak da Batı medeniyetinin Rönesans ve aydınlanma dönüşümünden sonra kazandığı kültürel değer ve sosyal ilişkilerin özümsenmesi ile ortaya çıkan yaşam tarzıdır.”(11)

Özetle ifade edersek, Batı dünyasında ve medeniyetinde felsefe, ideoloji ve düşünceyi modernizm, yaşam tarzını ise modernite temsil etmektedir.

Bu ideolojinin temel görüşlerini şu şekilde ana başlıklar halinde verebiliriz:

           1-          Dinle, ilahî ve semavî olanlarla bağlarını koparıyor.

2-          Dinin hayata, bireylere ve topluma müdahale eden bir yapı olarak ele alınmasını reddediyor. Kısacası dinin egemenliğini kabul etmiyor.

3-          Din, fonksiyon olarak topluma egemen değil, toplumda bir kurum, folklor gibi tamamlayıcı bir unsur olarak ele alınır.

4-          Âhiret gününe iman etmez. Hayat, şu an yaşanılan hayattır, ondan sonra bir hayat söz konusu değildir.

5-          Aklı biricik esas ve kaynak kabul ediyor.

6-          Bilim, bilimsel buluşlar ve veriler yegâne kaynak, esas ve yol göstericidir.

7-          İnsanbiçimci ve insanmerkezci dünya görüşü esastır. İnsan, her şeyden üstündür, her şeyi şekillendiren ve biçimlendiren insandır. İnsanlar içinde de “beyaz insan” en üstünüdür. “Beyaz insan”, batılının zihninde de beyaz ırkın tamamı değildir. Avrupalı insan ve onun nesilleri demektir. Bir Türk, Arap, Fars, Kürt beyaz ırktan olsalar bile, “beyaz insan” değildir. İnsanmerkezciliğin de nerede odaklandığı böylece anlaşılmış oluyor.

 

       İctihad Modernite İlişkisi

 

       İctihad ile modernitenin ne tür ilişkisi olabilir? Yazımızda ictihaddan kastımızın İslâm hukukundaki ictihad kavramı, moderniteden de kastedilenin batı tipi hayat tarzı olduğunu belirtmiştik. O halde bu iki zıt dünya arasındaki ilişki nasıl olacak? Ya da böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün müdür?

       Temelde bu iki medeniyet arasında çok önemli ayrımlar mevcuttur. İctihadı temsil eden İslam medeniyeti, moderniteyi temsil eden Batı medeniyeti arasında en önemli ayrım, beslendiği kaynaklar itibariyledir.

       İslâm medeniyeti, Allah’a dayanır, ilahîdir ve âhiret iman eder.

       Batı medeniyeti akla ve bilime dayanır, âhirete inanmaz.

       Böyle iki karşıt platformda duran ilişkiyi nasıl oluşturacağız. Özellikle 20. yy. başında, Batı medeniyeti (İngiliz, Fransız, İtalyan ve Hollandalılar olarak), bütün İslâm dünyasını işgal etti. İslâm dünyası, batı medeniyetine mağlup oldu. Daha sonra bu işgaller iki şekilde devam etti. Ya kendi sömürge valilerini atayarak, işgal edilen ülkeleri yönettiler. Ya da batılaşmış zihniyeti temsil eden, ismi Ahmet, Muhammed, Ali olan yerli idareciler eliyle yönetimi devam ettirdiler.

        Batı, her iki durumda da, kendi medeniyetinin bütün değer yargılarını, anlayışlarını, düşünce ve görüşlerini bu ülkelere taşıdılar. Üstten dayatma ile toplumun değişim ve dönüşümünü sağlamayı amaçladılar. Özetle modernizm, İslâm dünyasına egemen kılınmaya çalışıldı. Bunda ne kadar başarılı olunduğunu belirlemek, çok ciddi çalışmalar gerektirir. Zaten bizim burada değerlendirmek istediğimiz konu da değildir.

        Burada ele alacağımız asıl husus, Batı tipi hayat tarzının getirdiği problemlere, yeniliklere, biçimlere, oluşumlara ve anlayışlara İslâm hukukundaki içtihad formasyonunu kullanarak, nasıl çözümler bulacağımız, sağlıklı, doğru ve İslâm’ın ruhuna uygun hükümler verebileceğimiz meselesidir.

       Tabii ki burada şu soru da sorulabilir? Bizim olmayan bir medeniyetin ürettiği problemlere, ortaya çıkardığı yeniliklere biz, İslâm hukukunun ictihad kavramını kullanarak cevap vermek zorunda mıyız? Cevap vermediğimiz zaman, ne kazanır neler kaybederiz? Bu soruların açılımlarına gelecek sayıda devam edelim inşaallah.


 

1 Doğan, D. Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, s. 702, Birlik Yayınları, Ankara, 1981; Püsküllüoğlu, Ali, Türkçe Sözlük, s. 1111, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.

2 Doğan, D. Mehmet, a.g.e.a.y.; Püsküllüoğlu, Ali, a.g.e.a.y.

3 Webster’s New Collegiate Dictionary, s. 733, G. & C. Merriam Company, Springfield, Massachusetts, USA,1981.

4 Longman Dictionary of Contemporary English, s. 700, Longman Group UK Limited, Harlow Essex England, 1988.

5 Bulgaristan’dan bir heyet, Marksist-Leninist Politika ve Ekonomi-Politik Sözlüğü, (çev. Nadir Savaşçı), s. 429, Yeni Dünya Yayınları, İstanbul, 1978.

6 Demir, Ömer, Acar, Mustafa, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 251, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1992.

7 Bkz. Demir, Ömer, Acar, Mustafa, a.g.e.a.y.

8 Bkz. Demir, Ömer, Acar, Mustafa, a.g.e., s.41.

9 Bkz. Demir, Ömer, Acar, Mustafa, a.g.e., s. 314.

10 Bkz. Demir, Ömer, Acar, Mustafa, a.g.e.a.y.

11 Bkz. Demir, Ömer, Acar, Mustafa, a.g.e., s. 251.


Mehmet Çelen