๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Haziran 2010, 15:48:02



Konu Başlığı: İbtida ve intiha
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Haziran 2010, 15:48:02
İbtida ve İntiha



Cenâb-ı Allah ne derse ferdî plandan toplum planına kadar hep o olur Cenâb-ı Hakk'ın bu takdirleri ve planları bağlayıcı, yönlendirici, ilzam edici ve insan iradesini aşan takdirlerdir Bu hiçbir şey yapmayarak teslim olmak demek değildir Olacağa değil, olana teslim olmak vazifemizdir İnsana düşen de hadiseleri süzerek, değerlendirerek onları birer kıymet-i hükmîyeye bağlamak suretiyle kalbî huzura ermektir Kul tedbir alır, işi takdir etme, planlama Allah'a aittir İbtidada yani işin başında teslim ve tevfîz tembelliktir İntihada yani netice de teslim, tefvîz ve sika itikattır Kısaca ibtida işin başı, başlangıcı; intiha ise sonu manalarına gelmektedir Bu zaviyeden işin başında olan kimseye mübtedî; işe girmiş ve yol alıp nihayetine ulaşmış kimseye de müntehî denir

İşin başında mıyız yoksa sonunda mıyız?
Bizim gibi insanlar kendini ibtidadamı yoksa intihadamı görmeli? İnsanın kendini mübtedî saymasının da müntehî saymasının da değişik yönleri vardır İbtida mülahazası bazen kaçamaklara ve tembelliklere sebep olabilir İntiha mülahazası da gururu netice verebilir Bir kimsenin kendini mübtedî sayması demek, kendini basit, sıradan, mebâdî ile meşgul olan bir insan addetmesi demektir Yani şöyle düşünüp kendine bakmasıdır; “Allah'a yakınlık ve yakınlığa terettüp eden lütuflar, ihsanlar adına ne mazhariyetim olabilir ki!” Böyle bakarsa bir kısım fevkaladelikleri de makul bir mahmile bina edebilir Mesela diyebilir ki; ”Benim böyle bir avansa ihtiyacım varmış ki Cenâb-ı Allah lutfettiAslında avans verilen insanlar çok vefalı insanlar değillerdir, sadece Hazret-i Rahman ü Rahim kaçmamaları için onlara bir kısım lütuflarda bulunuyor” Veya şöyle de düşünebilir; “Ben kendi mesâvîm, meâsîm, hatalarım açısından kendime bakınca mazhar olduğum şeylerin onda birine liyakatım olmadığını görüyorum Öyleyse bu fevkaladelikler hepsi O'ndan”

Alvar İmamının mülahazasıyla,
“Değildir bu bana layık bu bende
Bana bu lütf ile ihsan nedendir” diye düşünebilir

Ayrıca insan bu meseleye istidraç zaviyesinden de bakarak şöyle değerlendirebilir: ”Acaba bu bir istidraç olabilir mi?” Bilindiği gibi istidraç, bir ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi liyakatı olmadığı halde bir kısım lütuflarla insanın kibre, gurura sokularak baştan çıkarılma mekr-i ilahîsidir Yani hiç bilinemez bir şekilde onlar aheste aheste, şeytanın arkasına takılır ve şirazeden çıkarlar Başlarına sağanak sağanak fevkaladelikler yağdırılır fakat dengesiz olduklarından onların tamamını kendilerinden bilirler Dolayısıyla her birisi gururuna yenik düşer ve helak olup giderler Mübtedîye terettüp eden şey kendisine verilen eltâfı yanlış değerlendirerek, “ben ettim, ben yaptım, ben başarılı oldum” gibi şeytanî ve firavunca mülahazalara kat'iyen girmemesini bilmektir
Diğer taraftan Cenâb-ı Hak insanı fevkalededen bir takım ihsanlara, lütuflara mazhar edip ufkunu açarak Zât-ı ulûhiyetini daha derinden tanıma imkanı verebilir Dolayısıyla böyle lütuflara mazhar olan bir insan, kendine sıradan biri gibi bakar, her gün biraz daha O'nu derin duyar, daha içten hisseder Cenâb-ı Hakk'ın yed-i rahmetinin üzerinde dolaştığını ve rükûa gittiği zaman huzurunda eğildiğini hisseder İşte ufku buralara ulaşmış bir insan aklından hayalinden geçen olumsuz şeyleri bile cürüm saymalı Allah kendisini ona bu kadar bildirip duyurunca o da ‘küstahlıklara girmemeliyim' diye düşünmelidir Hayalini, tasavvurlarını ve taakkullarını yani akıl yürütmelerini kirletmemelidir Diğer bir ifadeyle Cenâb-ı Hakk'ın mazhariyetlerini bir marifet adamı gibi mutlaka yine O'na bir teveccühle, bir nazarla mukabeleyle değerlendirmelidir Hiç şüphesiz her meselede olduğu gibi bu meselede de dengeyi bulma önem arzetmektedir Mübtediyâne yürüme fakat bir diğer taraftan da Cenâb-ı Hakk'ın lütuflarını inkar etmeme Üstad'ın risalelerde ifade ettiği gibi, “ben güzel oldum fakat bu güzellik bana ait değildir, cübbeyi bana giydirene aittir” İnsan bütün bütün mazhariyetlerini inkar etmemeli, mazhariyetlerine göre tavır almaya bakmalı

İbtida ile intihayı bir arada götürme
İslamiyetin enginliğinin bir yönü de bidayetle nihayeti cem' etmesinde/biraraya getirmesinde yatmaktadır Dolayısıyla meselemizin diğer bir yönü de insanın ruh haleti itibariyle değerlendirmelerindeki bidayet ve nihayet mülahazasının cem'iyle irtibatlı Bazı insanlar müntehî olabilir ama kendini mübtedî görür ve müntehiyâne o eltâf-ı ilahîyeyi mübtediyâne bir kısım tavırlara bağlayarak kendini çok defa yerden yere vururTıpkı bir tabbağın beğendiği deriyi yerden yere vurması gibi mübtediyane bir mülahaza içine girerek kendini yerden yere vurur Fakat bunu yaparken de Cenâb-ı Hakk'ın üzerindeki nimetlerini inkar etmemeye dikkat eder Bu açıdan da mazhar olduğu şeylerin farkındadır
Bu şuur, Cenâb-ı Hakk'ın insana maddi bir servet, evlat ve iyi bir yuva bahşetmesi gibidir Bunları görmezlikten gelerek nankörlük etmek nasıl yakışıksızdır aynen öyle de onlardan çok daha önemli bir kısım mevhibeleri ve vâridleri, marifet adına zenginlikleri görmezlikten gelerek kendini sokaktaki sıradan bir insan gibi görme de çok büyük bir nankörlüktür

Âlem öyle yapıyor, bakıyor, dinliyor ve gelişi güzel konuşuyor diye bu seviyedeki bir insan onlar gibi davranmaya kalkışamaz Eğer herhangi bir şekilde böyle bir davranış içine girecek olsa buna marifet ufkunun bir tavrı olmalı Bu ufkun sahibi bir insan böyle bir durumda marifet ufkundan mesela şu tepkiyi alabilir; ”Hayır arkadaş sen böyle davranamazsın Sen Allah'ı çok farklı biliyorsun”

İhsan Şuuru
Cibril hadis-i şerifinde ifade edildiği gibi ihsan şuuruyla hareket etme yani; O'nu görüyor gibi ve O'nun tarafından görüldüğü mülahazasıyla davranma da meselemize ayrı bir ışık tutmaktadır Mesela adımını atarken bile “Acaba ayağımı münasebetsiz mi attım Allah'ın huzurundayım ayıp olmaz mı?” diye düşünmek işte bunlar ihsan mülahazasının tezahürleridir

Her şey imanla başlar, iman o ilk nazarî semeresini amelî diyebileceğimiz ibadetle, ubûdiyetle ve ubûdetle verir Sonra o meselenin bir metafizik derinliğe ulaşması, dünyadayken işin uhrevîleşmesi ve insanı alıp melekler safına ulaştırması ihsan şuruyla olur Diğer bir ifadeyle denebilir ki iman nazarî bir şey, ibadet ü taat ise amelî yani gözle görülebilir bir şeydir Bunların çoğu fizikî çerçevede cereyan ederlerBunların bir de metafizik derinliği vardır Ahirete ait gerçek derinlikler de buna terettüp eden Allah'ın lütuflarıdır Bu da ihsan yani görülüyor ve görüyor olma mülahazasıyla hareket etmedir Şimdi bir insan o ufku azıcık seziyor ve azıcık O'nu görüyorsa ve kapı aralığından hakikaten seyredildiğinin farkında ise ve bazen akıldan geçen göze ilişen, kulağa takılan dile dudağa dolaşan şeylerden dolayı hemen iki büklüm oluyorsa, hatta “Aman ya Rabbi yine haltettim, yine sütü döktüm!” diyorsa, o zaman sıradan insanlar gibi davranamaz Çünkü üzerinde mazhariyetler var ve belli ölçüde Sultan ona harem dairesinin kapısını aralamış En azından iç âlemi görmüş İşte bu iki şeyi cem' etmek önemli

Evet, bütün bu hususlar, hikmet erbâbının mümin hayatı için çok önemli gördükleri derin mülahazalar Bir mübtedînin bir müntehîden duyduğu bu hakikatlerin hepimiz için ibtida ile intihayı cem' dengesine vesile olması recasıyla


A Said Tunçpınar