๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 15 Eylül 2010, 18:10:58



Konu Başlığı: İbadetlerin ekonomik fonksiyonları
Gönderen: Sümeyye üzerinde 15 Eylül 2010, 18:10:58
İbadetlerin Ekonomik Fonksiyonları

1. İbadetlerin İnsana Bakan Mümtaz Hikmetleri

Asıl itibariyle ibadetler, Yüce Allah onları emrettiği için yapılırlar; herhangi bir hikmet, maslahat ve dünyevî fayda beklentisiyle yapılmazlar. Bununla birlikte her bir ibadetin dünyaya, ahirete, ferde, topluma, ekonomik hayata, hukuk düzenine, ruh sağlığına bakan hikmet ve maslahatları vardır. Hatta ibadetleri bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman bunların sanki ibadet olsun diye değil, insanların dünya ve ahiret saadetini, ruh ve beden sağlığını, fert ve toplum arasındaki iyi münasebetleri ve genel huzuru gerçekleştirmek ve temin etmek maksadıyla emredilmiş olduğunu söylemek mümkündür. Her ibadetin bütün hikmetlerini değil, sadece en önde görünenlerini esas aldığımız zaman, ibadetlerin ibadet olmalarının yanı sıra, ne ölçüde insanın ruh ve beden sağlığını koruduğu, fert ve toplum arasındaki münasebetleri temine yönelik fonksiyonel özellikleri bulunduğu kolayca görülecektir.

Namazın en büyük fonksiyonu, kişinin ruh sağlığını temin etmesidir. “(Ey Peygamber!) Namazı kıl… (Bil ki) Allah’ı zikretmek, en büyük (ibadet)tir…”1 ve “(Ey Mûsâ!), Bana ibadet et ve beni zikretmek için namaz kıl”2 meâlindeki âyetler, namazın Allah’ı zikir anlamına geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Kalplerin gerçek anlamda tatmini ve huzur bulması da ancak Allah’ı zikir ile olur.3 Hadislerde ifade edildiği üzere namaz kılan kişi dünya kelâmı konuşmaktan menedilmiştir.4 Çünkü musallî namazda iken Rabbi ile hasbihal5 ve meşguliyet halindedir.6 Günde beş defa Allah’ın huzurunda divan duran kişi manevî huzuru bulduğundan bu kişilerde ruhî problemler pek fazla görülmez.7 Dolayısıyla namaz, sanki kişinin ruh sağlığını temin etmek için emredilmiş gibidir. Ruh sağlığı bozuklukları dünyada tedavisi en pahalı hastalıklar arasında yer almaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde hükümet, her sene bu tür hastalıkların tedavisi için yaklaşık 142.2 milyar dolar harcamaktadır.8

Orucun en büyük fonksiyonu, kişinin beden sağlığını temin etmesidir. Hadis-i şerifte “Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” buyurulmuştur. Bazı hadislerde de orucun bedenin zekâtı olduğu9 ifade edilmiştir. Kök anlamı itibariyle zekât, artmak, fazlalaşmak anlamına geldiği gibi temizlik, saflık ve duruluk anlamına da gelir. Bu hadiste zekât kavramı temizlik anlamında kullanılmış olup kişinin hem bedenî hem mânevî kirlerden temizlenmesini ifade eder. Bedenî açıdan oruç on bir ay boyunca yorulan bedeni bakıma ve revizyona almak demek olduğundan beden için oruç önemli bir sağlık kaynağıdır. Vücud, başka zaman atamadığı toksinleri ancak oruç sayesinde dışarı atar ve böylece besin zehirlerinden kurtulur. Bu bakımdan oruç sanki kişinin beden sağlığını temin etmek için emredilmiş gibidir.

Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Zekât İslâm’ın köprüsüdür.”10 Bu anlamda zekât, zenginle fakir arasındaki münasebeti sağlayan, fakirde zengine karşı hürmet ve saygı, zenginde de fakire karşı merhamet ve şefkat hislerini doğuran mâlî ve dinî bir ibadettir. Her yerde olduğu gibi İslâm ülkelerinde de zenginler ve fakirler olmuştur. Ancak bu ekonomik farklılaşma, hiçbir zaman sosyolojide “sınıf” dediğimiz ayrışmayı doğurmamıştır. Ayrıca her zaman İslâm ülkelerinde fakirlikten zenginliğe geçişler olduğu gibi bir şekilde zenginlikten fakirliğe düşüşler de yaşanmaktadır. Bundan daha da önemlisi, İslâm tarihinde hiçbir zaman zengin-fakir çatışması olmamış; bu iki ekonomik sınıf, sınıf bilincine sahip birer “sosyal sınıf” haline dönüşmemişlerdir. Bu sınıflar arasındaki münasebet ve muvazeneyi tesis eden en önemli unsur zekâttır. Dolayısıyla zekât, sanki toplumun huzurunu temin etmek için emredilmiş gibidir.

Hac, senede bir defa yapılabilen bir ibadet olup, rükünleri ihram, Arafat vakfesi ve ziyaret tavafından ibarettir. Bazı imamlara göre ceza gerekmekle birlikte ziyaret tavafı senenin herhangi bir gününde de yapılabilmektedir. Ayrıca umre ibadeti çerçevesinde Kâbe’yi her zaman tavaf etmek mümkündür. Bu durumda haccın en önemli rüknü Arafat’ta vakfe olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber de “Hac, Arafat’tır. Kim cem‘ (Müzdelife) gecesi fecrin doğmasından önce vakfeye yetişirse, haccı idrak etmiş olur”11 buyurmuşlardır. Hikmet bakımından haccın topluma bakan en önemli fonksiyonu ise renkleri, dilleri, ülkeleri ve kültürleri farklı olan dünya milletlerinin bir arada toplanıp tanışmalarını ve kaynaşmalarını sağlamasıdır. Dolayısıyla hac dünya milletleri arasında müsbet münasebetler kurmakta ve farklı toplum ve topluluklar arasındaki huzuru temin etmektedir. Bu anlamda sanki hac, dünya milletlerinin tanışması ve farklı yerlerdeki toplumların birbirlerine yabancı kalmayıp huzur içinde yaşamalarını temin için emredilmiş gibidir.

Sonuç olarak ibadetlerin, insanın ruhî saadetini, beden sağlığını, toplumsal huzurunu, milletler arası yardımlaşma ve dayanışmasını sağlayan en önemli manevî unsur olduğunu söyleyebiliriz.

2. İbadetlerin Ekonomik Dengenin Teminatı Olması

Ekonominin en temel kanunu arz ve taleptir. İktisadî huzurun mevcut olması için bu iki unsurun dengede olması gerekir. Bunlardan biri yüksek diğeri düşük olursa ekonomik denge bozulmuş olur. Bu bozukluk da dalga dalga toplumsal yapının ve huzurun bozulmasına sebep olur.

Başka bir ifadeyle ekonominin biri üretim, diğeri tüketim olmak üzere iki ayağı vardır. Ekonomik huzur, bu iki unsurun dengede olmasına bağlıdır. Bir ülkede üretim çok, fakat tüketim az ise, bu dengesizlik mutlaka bir ekonomik krize sebebiyet verecektir. Yine bunun tersi olarak piyasada bir malın mevcudiyetine şiddetle ihtiyaç olduğu halde o mal piyasada bulunmadığı için tüketilemiyorsa, bu durum yine bazı sosyal ve ekonomik problemlere sebep olmaktadır. Huzurlu ve dengeli bir ekonomide arz ve talep, üretim ve tüketim dengede olmalı; üretilen mallar tüketilebilmeli, tüketim ihtiyacı olan mallar da üretilip piyasaya sürülmüş olmalıdır.

Yine bir ülkede ekonomik dengelerin sağlanması için sadece devletin gelir ve giderlerini eşitlemesi, denk bütçe ile çalışması yeterli değildir; vatandaşların da büyük bir çoğunlukla kendileri için bu dengeyi oluşturması gerekir. Devletin aşırı miktarda borç yükü altına girmesi bir gün devlet sistemini sıkıntıya sokacağı gibi, vatandaşların da bir gün çevirmesi mümkün olmayan borç ile işlerini yürütmeye çalışmaları, aynı şekilde ekonomik ve sosyal dengelerin bozulmasına sebebiyet verecektir.

a. Namazın ekonomik fonksiyonları

Bir ülkede üretim ve zenginlik ne kadar yüksek olursa olsun, eğer çoğu vatandaşlar ürettiklerinden ve kazandıklarından daha fazlasını tüketiyorsa, er-geç o ülke bir ekonomik krize sürüklenir. Günümüzde ABD merkezli kriz de esasen böyle bir sebepten dolayı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla yüksek üretim ve ekonomik zenginlik, her zaman toplumsal huzurun ve ekonomik istikrarın garantisi değildir.

Günümüzde ekonomik krizler umumiyetle varlıklı ülkelerde ortaya çıkmaktadır. Krizlerin ana sebebi, insanların tüketim veya üretimlerini daha çok borç para ile gerçekleştirmeleridir. Tüketiciler harcamalarını mevcut kazançlarından değil de gelecekte kazanacaklarını umdukları sermayeye dayanarak bankalardan aldıkları kredilerle gerçekleştirirlerse, işsizliğin arttığı dönemlerde mevcut işlerini kaybetmeleri veya umdukları parayı kazanamamaları halinde borçlarını ödeyemez hale gelirler. Üreticiler de ürettikleri malları satamadıkları veya talep düşüklüğü sebebiyle maliyetinden daha düşük bir fiyata satmak mecburiyetinde kaldıkları ya da sattıkları malların parasını tahsil edemedikleri için krize girerler. Krizlerde her iki tarafın kabahati bulunmakla birlikte, kabahatin çoğu üreticilere aittir. Çünkü reklâmlar ve uzun vadeli satışlar yoluyla tüketiciyi tüketim çılgınlığına sürükleyenler, üreticilerdir. Üreticilerin bütün oyunlarına rağmen, tüketiciler gelirleri oranında harcama alışkanlığını elde edebilseler, o ülkede yine kriz olmaz. İşte namazın önemi, daha çok burada ortaya çıkmaktadır.

Namazın doğrudan üretime katkı sağladığını söylemek mümkün değildir. Ancak tüketim tarafına geldiğimizde rahatlıkla namazın en büyük ekonomi tasarımcısı ve düzenleyicisi olduğunu söyleyebiliriz. Kul ile Rabbi arasındaki irtibatı sağlamasının dışında namazın en önemli fonksiyonu, kişiyi her türlü kötülükten ve çirkinlikten alıkoymasıdır.12 Bu anlamda namaz, farkına varmadan kişide “şuur” dediğimiz durumdan daha yüksek düzeyde doğru bir tüketim bilinci oluşturur. Bir nevi namaz insana “kazandığın parayı içkiye, uyuşturucuya, kumara, şans oyunlarına, zinaya ve Allah’ın yasakladığı diğer şeylere harcayamazsın” şeklinde, manevî bir baskı yapmaktadır. Çevremizde namaz kılanlara baktığımız zaman da, genellikle bu kimselerin içki içmediklerini, kumar oynamadıklarını, zina etmediklerini ve haramlığı çok açık olan diğer kötü işleri yapmadıklarını görürüz. Diğer taraftan bu insanların israf sayılabilecek harcama içersine de girmediklerini müşahede etmekteyiz.

Bir de dünyada tüketim mallarıyla ilgili şöyle bir gerçek vardır: Helal olan şeyler daima daha ucuz, haram olan şeyler ise daima çok pahalıdır. Namaz kılan kişi haram olan şeylerden uzak durduğu için otomatik olarak kazandığı parayı pahalı olan yollara harcamaktan da uzak durmuş olur. Helal olan şeyler de ucuz olduğu için kazancı az da olsa bu kadar bir kazanç normal geçimi için kafi gelir. Ayrıca inanç ve ibadetler yoluyla mala ve lüks yaşantıya karşı olan hırs ve özentisini de yendiği için, halihazırda israf sayılacak harcamalara girmez ve geleceğe yönelik olarak da lüks sayılacak bir takım ihtiyaçları da borçlanma yoluyla gidermeye çalışmaz. Dolayısıyla namaz kılan kişi ayağını yorganına göre uzatır, kazandığı kadar harcar, geleceğe yönelik büyük borç altına girmez.

Dengeli bir ekonominin kurulması üretimi arttırmakla değil, insanlarda tüketim bilincini yerleştirmek suretiyle olur. Namaz bu bilinci otomatik olarak oluşturmaktadır. Bediüzzaman’ın da dediği gibi; “İktisad eden, maişetçe aile belasını çekmez”13 meâlindeki hadis-i şerîfi sırrıyla, iktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çekmez… Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda israfâta medâr olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bâzen haysiyet, namus, rüşvet alınıyor. Bâzen mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek manevi yüz lira zarar ile maddi yüz paralık bir mal alınır.14

Namaz, dolaylı olarak üretime de katkıda bulunur. Namaz kılan insan bilir ki, Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister. Dolayısıyla bir lokma bir hırka anlayışının doğru olmadığı anlar ve zamanın şartlarına göre makûl ve normal olan şeyleri talep eder. Meselâ geleneksel olarak kız ve erkek çocuklar bir odada yatıp kalkmakla birlikte, Hz. Peygamber’in belli bir yaşa geldiklerinde Hz. Peygamber’in erkek ve kız çocuklarının ayrılmasını emretmesi sebebiyle, bu zamanda ebeveyn için ayrı, erkek ve kız çocuklar için ayrı odaların bulunmasını dinî bir gereklilik olarak algılar ve böyle bir evde yaşamayı arzu eder. Malî gücü buna yetiyorsa bu vasıflara sahip bir evi talep eder. Bu tür talepler de inşaat sektörünün canlanmasına vesile olur. Diğer taraftan maddeten ilerlemiş olan ülkelerde mevcut olan birçok imkan ve varlığın, farz-ı kifâye çerçevesinde İslâm ülkelerinde de bulunması gerektiğine inanır ve bunların İslam ülkelerinde bulunması için çaba sarfeder. Bu da ekonomik anlamda yeni talepler demektir. Askerlik, bilim ve eğitimle ilgili varlık ve imkânlar bunun en açık örneğidir.

b. Orucun ekonomik fonksiyonları

İslâm’da ibadetler birbirini destekler ve tamamlarlar. Tüketim bilincinin oluşması konusunda oruç da namaz gibidir. Namaz gibi oruç da insanı bütün kötülüklerden uzak tutar.

Orucun ekonomiye en önemli etkisi sağlık giderlerinin azaltılması şeklinde olur. Oruç tutan insan perhiz yapmış sayılacağından bu tedbir sayesinde vücûdunu büyük ölçüde hastalıklardan korumuş ve yapılması muhtemel birçok sağlık harcamasından da kurtulmuş olur.

Ramazan ayını bayramla birlikte düşündüğümüzde bu ayı, ekonomik canlanma ayı olarak değerlendirebiliriz. Esnaftan bazıları gelirlerinin önemli bir kısmını Ramazan ayında elde ederler.

İyi bir ekonomi ancak iyi bir güven ortamında gelişir. Ramazan ayının önemli fonksiyonlarından biri de, bu ayda güven ortamının iyileşmesidir. İstatistiklerin ortaya koyduğu sonuca göre hemen hemen bütün İslâm ülkelerinde Ramazan ayında işlenen suçlar % 50 dolayında azalmaktadır. Bu da daha fazla güven, daha fazla ekonomi anlamına gelir.

Ramazan ayında bir de fakirlere verilen sadaka-i fıtırlar vardır. İslâm’a göre ekonomik açıdan insanlar üç sınıfta mütalaa edilir: Zengin, orta halli, fakir.

Havâic-i asliyyenin dışında zekâtlık mallardan nisap miktarı mala15 sahip olan (nisâb-ı gınâ sahibi) kişi zengindir. Bu şahıs zekât vermek, kurban kesmek ve sadaka-i fıtır vermek mecburiyetindedir.

Havâic-i asliyyenin dışında zekâtlık olmayan mallardan nisap miktarı mala sahip olan (nisâb-ı istiğnâ sahibi) kişi orta hallidir. Bu kişi zekât vermekle yükümlü olmamakla birlikte zekât alamaz; ancak kurban kesmek ve sadaka-i fıtır vermekle yükümlüdür.

Zekatlık olsun olmasın havâic-i asliyyenin dışında nisap miktarı mala sahip olmayan kişi fakirdir. Bu kişi zekât alabilir, ayrıca kurban kesmek ve sadaka-i fıtır vermek yükümlülüğüne de sahip değildir. Türkiye’de ortalama olarak nüfusun % 30’unun fakir, % 70’inin orta halli ve zengin olduğu varsayımına dayandığımızda, 50 milyon insanın sadaka-i fıtır vermesi gerekir.16 Bu sayı asgarî sadaka-i fıtır17 miktarıyla çarpıldığında Ramazan Bayramı öncesinde fakirlere üç yüz milyon TL sadaka-i fıtır verilmesi gerekir. Bu paranın en fakir bir milyon kişiye verilmesi halinde her kişiye bayram öncesi 300 TL para verilmesi anlamına gelir.

c. Zekâtın ekonomik fonksiyonları

İstikrarlı bir ekonomik yapı, sosyal huzurun temini için her zaman yeterli olmayabilir. Bir ülke ne kadar zengin olursa olsun, fakirlerle zenginler arasında çok büyük gelir farkı bulunuyor ve zenginlerden fakirlere herhangi bir yardım gitmiyorsa, bu ülkede de er-geç sosyal patlamalar olacaktır. Sosyal dengenin sağlanabilmesi için mutlaka fakirlerin ihtiyaçlarının da belli seviyede giderilmesi gerekir. Yukarıda ifade edildiği gibi zekât gibi bazı malî ibadetler sayesinde şimdiye kadar hiçbir İslâm ülkesinde zenginlerle fakirler arasında sosyolojik anlamda bir farklılaşma olmamış ve bir sınıf bilinci oluşmamıştır. Dolayısıyla zekât, toplumu, ekonomik nedenlerden dolayı anarşiye düşmekten korumakta ve istikrarlı bir ekonomi için güvenli bir ortam oluşmasına sebep olmaktadır.

Bazı çevreler zekâtı pek önemsemezler. Fakat tam olarak verilmesi halinde zekâtın fakirler için önemli bir ekonomik kaynak olduğunu hesaplarla gösterebiliriz. Şu anda Türkiye’nin yıllık ihracatı 100 milyar doların üstündedir. İhraç edilen mal, sadece onu ihraç eden şahısların değil, ülke insanının da fazlası sayılabilir. İhraç mallarının zekâtı 2,5 milyar dolar tutmaktadır. Bu paradan her kişiye bin dolar zekât verilse, 2.500.000 (iki milyon beş yüz bin) kişiye 1.000’er dolar verilmiş olur. Bu ülkede en alttaki iki buçuk milyon kişiye biner dolar verilmesi, onların çok zaruri olan ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılar. Zekât hesabını gayr-ı sâfî millî hâsıla üzerinden yaptığımız zaman karşımıza daha büyük bir rakam ortaya çıkar.

d. Haccın ekonomik fonksiyonları

Hac bir nevi Müslümanların yıllık kongresidir. Haccın çok iyi değerlendirilmesi halinde pek çok ekonomik getirileri olabilir. Ancak şimdilik haccı sadece bu sebeple dönen sermaye açısından değerlendirmek istiyoruz.

Her yıl ortalama üç milyon kişi hac görevini ifa etmektedir. Her hacının ortalama üç bin doların biraz üzerinde bir harcama yaptığını varsaydığımızda hac münasebetiyle bu mevsimde on milyar dolarlık bir paranın piyasada dolaştığını görürüz. Bu rakam hac münasebetiyle sadece10 milyar dolarlık tüketim yapıldığı anlamına gelmez. Bu rakam, hac münasebetiyle dönen para miktarını gösterir. Yapılan işlem hacmi ise bu paranın kaç defa el değiştirdiğiyle ilgili bir durumdur.

Hac işleri münasebetiyle işlem gören bu paranın kaç defa tedavül ettiğini bilmiyoruz. Ancak burada ekonomideki para ile ilgili önemli bir kuralı zikretmek yerinde olacaktır: Günde bir defa el değiştiren 100 Lira ile günde on defa el değiştiren 10 Lira’nın ekonomik değeri aynıdır. Her ikisi de 100 liralık iş yapmıştır. Dolayısıyla paranın üzerinde yazan değer kadar, onun kaç defa el değiştirdiği de büyük önem taşır. Hac münasebetiyle işlem gören para hac mevsiminde üç defa el değiştirmiş ise, bu mevsimde 30 milyar dolarlık bir ekonomik işlem yapılmış demektir. Türkiye’nin de bu para üzerinde önemli bir payı mevcuttur.

3. İsrafın Engellenmesi

İbadetlerin en açık etkisi israf konusunda görülür. İnanan-inanmayan, ibadetlerini yapan-yapmayan herkes namaz kılan bir kimseye lüks hayatı yakıştırmaz.18 İbadetlerinde hassas olan kişilerin, genellikle böyle bir yaşam tarzından uzak oldukları da sosyolojik bir gerçektir. İsraf Yüce Allah tarafından yasaklandığı için19 ibadetlerinde hassas olan kişiler bu konularda da hassas olurlar ve aslı itibariyle helal olsa bile harcamalarında aşırı gitmekten çekinirler.

Bediüzzaman’a göre israf hırsı intâc eder; hırs da üç neticeyi verir:

Birincisi: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise çalışma şevkini kırar; şükür yerine şikayet ettirir ve kişiyi tenbelliğe sevkeder. Bunun neticesinde kanaatsiz olan kişi meşrû ve helal olan az malı terk edip, gayr-i meşrû ve fazla zorluğa katlanmadan elde edilen çok malın peşine düşer; bu yolda izzetini, hatta haysiyetini fedâ eder.

İkincisi: Haybet (kayıp, mahrumiyet, arzusuna ulaşamamak) ve hasârettir (zarar). Nitekim bu konuda “Hırs, hasâret ve muvaffakıyetsizliğin sebebidir” sözü bir deyim olarak meşhur olmuştur.

Üçüncüsü: Hırs ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü bir ehl-i takvanın hırsı varsa, insanların kendisine yönelmesini ister. Böyle bir bekleyiş içinde olan kişinin, tam ihlâsı kazanması mümkün değildir.

Elhasıl, israf, kanaatsizliği intâc eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tenbelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemâdiyen şekvâ ettirir. Hem ihlâsı kırar, riya kapısını açar, hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.20

4. İbadetler Onurlu Yaşamın Garantisidir


İbadetlerini yerine getiren kişi ekonomik hayatında iktisatlı davranır. İktisat kanaatkâr olmayı; kanaatkâr olmak da daha çok çalışmayı gerektirir. Kanaatkâr olan ve daha çok çalışan kişi ise izzetli ve onurlu bir hayat sürer.

Bediüzzaman bu hususu şöyle özetlemektedir:

“İktisat ise, kanaati intâc eder. ‘Azze men kane‘a, zelle men tame‘a Kanaat eden aziz olur, açgözlü olan aşağılanır”21 hadîsin sırrıyla, kanaat, izzeti intâc eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı, akşamda aldığı cüz’î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır. Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında dâimâ şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riya kapısı kapanır.”22

Bediüzzaman İktisat Risalesi’nde onurlu yaşamın müspet ve menfi bazı örneklerini verir. Ben de günümüzden ferdî bir örnekle konuyu perçinlemek istiyorum:

1990 yılında Almanya’nın küçük bir kasabasında bir camiyi ziyaret etmiş; oradaki cemaate namazın öneminden bahsetmiştim. Fakat asıl dersi, dernek başkanı vermişti. Dernek başkanı namazın kendisi için aile huzuru, zenginlik ve şeref olduğunu söylüyordu. Ben, “bu meseleyi biraz aç” dediğim zaman şunları söylemişti:

“Ben sekiz yıl önce namaza başladım. Sekiz sene önce oyun makinelerinin önünden kalkmazdım. Kazandığımı oralarda yerdim. Eve geç geldiğim ve kazandığımı oralarda yediğim için hanımla tartışır dururdum. O zaman da borcum yoktu; ama kıyıda-köşede karagün için kullanacağım bir param da bulunmuyordu. Kirada oturuyordum. Allah nasib etti; sekiz sene önce namaz kılmaya başladım. Önce kendimi oyun makinelerinden kurtardım. Sonra tasarruf etmeyi düşünmediğim halde cebimde para birikmeye başladı. İlk olarak biriken parayla bir otomobil aldım. Fakat para artmaya devam ediyordu. Daha sonra bir ev aldım. Bu sene de Allah nasib ederse hanımla birlikte hacca gideceğim. Artık hanım ve çocuklarla aram iyi. O eski kavgaları yapmıyoruz. Ayrıca eskiden kimse beni adam yerine koymazdı. Fakat şimdi beni cami derneği başkanı yaptılar. Ben bütün bunları namaz sayesinde kazandım. Namaza başlayalı beri, evim de oldu, arabam da oldu, ailede huzur da buldum. Ayrıca çevrem beni adam yerine koyup dernek başkanı bile yaptılar. Bunu da bir şeref olarak değerlendiriyorum. Ben bütün bunlara namaz sayesinde elde ettim. Bir de ahiretimi kurtarabilirsem, benden mutlusu yok. Onun için de yine namaza güveniyorum.”

Bu hatıradan sonra insan “Bütün iyiliklerin, güzelliklerin ve zenginliklerin temeli namazdır” demeden edemiyor.

Sonuç olarak;

İbadetlerin pek çok hikmetlerinden bazıları, kişi ve toplumun iktisadî hayatıyla ilgilidir. İbadetler insanı her türlü kötülüklerden ve çirkinliklerden alıkoyar ve israfa girmekten korur. Böylece insan otomatik olarak doğru bir tüketim bilincine kavuşur; kazandığını haram ve boş şeylere harcamaz. Bir toplumda insanların çoğu kazandıkları kadar harcar ve aşırı borçlanma yoluna gitmezse, o toplumda ekonomik kriz kapıyı çalmaz. Dolayısıyla ibadetler dengeli bir ekonominin garantisi ve krizlerden korunmak için en uygun manevî tedbirdir.

Öz

Kural olarak ibadetler, sadece Allah onları emrettiği için yapılır, dünyevî bir maksat ve fayda için yapılmaz. Bununla birlikte her bir ibadetin ferde ve topluma bakan pek çok hikmetleri vardır. Hatta ibadetlerdeki hikmetleri bu açısından incelediğimizde, onların fert ve toplumun huzur ve saadetini temin etmek maksadıyla emredildiğini dahi zannedebiliriz.

İbadetlerin daha açık fonksiyonları ibadet eden üzerinde görülmektedir. Genellikle, ibadet hassasiyeti olan şahısların uzun süre maddî problemlerle uğraşmadığı, hayatlarının uzun bir dönemini aslî ihtiyaçlarını karşılayan, çevresinden de hürmet ve saygı gören bir kişiler olarak geçirdikleri müşahede edilmektedir. Bu çalışmada ibadetlerin ekonomik fonksiyonları ele alınmakta ve fert ve topluma bakan yönleri irdelenmektedir.
 



Dipnotlar

1- Ankebût, 29/45.

2- Tâha 20/14.

3- Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bilin ki kalpler, ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.” Râ’d, 13/28.

4- Buhârî, Amel fi’s-Salât, 2, Tefsir, Bakara 43; Müslim, Mesâcid, 35 (H. No: 559).

5- “Namaz kılan kimse rabbi ile gizli konuşur” Buhârî, Mevâkît, 8, Salât, 33.

6- Hz. Peygamber buyuruyor: “Namazda meşguliyet vardır”. Buhârî, Amel fi’s-Salât, 2, Fedâilü’l-Ashâb, 37; Müslim, Mesâcid, 34 (H. No: 538).

7- Halk arasında “İnançlı insanın psikoloğa ihtiyacı yoktur” şeklinde yaygın bir düşünce vardır. İnançlı insanın pek çok ruh hastalığından uzak kalacağını biz de kabul ediyoruz. Ancak bu konuda genellemeci ve mutlakçı bir tavırdan uzak durmak ve aşırılığa gitmemek gerekir. Öncelikle bazı psikolojik haslıkların (şizofreni gibi) genetik olarak nesilden nesile geçtiğini; diğer taraftan travma yoluyla beyinde oluşan kimyasal tahribatın da inançla bir ilgisinin olmadığını bilmemiz gerekir. Ayrıca inanç ve dinî yaşam konusunda yapılan bazı hata ve yanlışlıklar dinî içerikli bazı psikolojik rahatsızlıklara sebebiyet verebilir. Bizim burada namaz vasıtasıyla elde edildiğini ifade ettiğimiz “ruh sağlığı” kavramından kastımız, namazla insanın kendisini mutlu hissetmesidir. Mutlu bir insan kolay kolay psikolojik rahatsızlıklara giriftar olmaz.

8- Zaman Pazar, 03.01.2010, s. 7.

9- “Her şeyin bir zekâtı vardır; vücudun zekâtı da oruçtur”. Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Mislan Basın Sanayi, İstanbul 1982, Râmûz el-Ehâdîs, II, 350, H. No: 4 (Hadisi Beyhakî Şuabü’l-Îmân’ında, Taberânî Mu‘cemü’l-Kebîr’inde, İbn Adiy el-Kâmil’inde, Heysemî Mecma‘u’z-Zevâid’inde rivayet etmişlerdir.)

10- İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, Feza Gazetecilik A.Ş., Almanya Baskısı, trz., VI, 347.

11- Tirmizî, Hacc, 57, (889); Ebû Davud, Menâsik, 69, (1949); Nesâî, Hacc, 211, (5, 264); İbn Mâce, Menâsik, 37, (3015).

12- Yüce Allah buyuruyor: “Muhakkak ki namaz (insanı) her türlü hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” Ankebût, 29/45.

13- Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 447.

14- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, Almanya baskısı, 1994, s. 145-46.

15- 80,18 gr. altın değeri.

16- Hanefi mezhebine göre sadaka-i fıtrı sadece zengin ve orta halli olanlar verecektir. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre zengin-fakir ayırımı yapılmadan herkes sadaka-i fıtır vermekle yükümlüdür. Sadaka-i fıtır alacaklıları ise sadece fakirlerdir.

17- 2009 yılı için Diyanet İşleri Başkanlığı asgarî fitre miktarını 6 TL olarak ilan etmişti.

18- Günümüzde, namazını kılan bazı zenginlerin lüks evleri ve bu kişilerin eşlerinin jip kullanmaları televizyonlarda sık sık tartışma konusu olduğunu hatırlayalım.

19- Kur’ân-ı Kerim’de israfla ilgili pek çok âyet vardır. Bunlardan en meşhuru sofra dualarında da okunması âdet olan “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” (A‘râf, 31) meâlindeki âyettir.

20- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 149-50.

21- Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, I, 586.

22- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 50.



Ali BAKKAL


Konu Başlığı: Ynt: İbadetlerin ekonomik fonksiyonları
Gönderen: _MeLiKe_ üzerinde 16 Eylül 2010, 00:00:26
yazıdan ortaya çıkıyor ki dinimizi hakkıyla yaşasak evrende bir eşitlik olacak,bir denge vuku bulacak...zaten islamiyetin hakkıyla yaşanmamasının nedenlerinden biri de bu değil mi?imtiyazlı zümrenin kendi tabirleriyle "sıradan insanlar"gibi olmak istememeleri,eşitlik onlar için imaj sarsıntısı...neyse ki Rabbimizin yanında herkes eşit...


Konu Başlığı: Ynt: İbadetlerin ekonomik fonksiyonları
Gönderen: zahdem üzerinde 16 Eylül 2010, 00:30:19
bu güzel yazıya bende ilaveten şunu diyebilim:ibadetler sadece ahiret kazancı elde etmeye yönelik değildir.
kur'anın beyanıyla;hem dünya hem ahiret saadeti elde edilir.
her müslümanın, hatta tüm insanlığın her daim kendisinde barındırması gereken iyi huyların, güzel fiillerin ne yazıkki her insanda mevcut olmadığı aşikardır.böylesi bir gerçekle karşı karşıya olduğumuz günümüzde,namazında,niyazında olan,orucunu tutan zekatını verenlere güvenle bakıldığı, iyi insan olduğu kanaati olduğunu düşünebiliriz.bu husus iyi gibi görünmekle birlikte geniş manada düşünüldüğünde aslında ne kadar içler acısı bir durumumuzun olduğu gerçeğini ifade ettiğini düşünüyorum.
adeta:'falan yerde iyi bir insan varmış' durumuna düşer gibiyiz.
netice olarak: insanların, ibadetlerin kişileri iyi insan yaptığı fikrinin ,maneviyatın zayıfladığı asrımızda hala böyle düşünülüyor olmasına da sevindirici.