> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Hz Mevlanada Edebe Bakış
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hz Mevlanada Edebe Bakış  (Okunma Sayısı 840 defa)
02 Ocak 2011, 14:18:29
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 02 Ocak 2011, 14:18:29 »



HZ:MEVLANA'DA EDEBE BAKIŞ

Efendim, Mevlâna Hazretleri Mesnevî-i Şerîf'lerinde

Ez hudâ cûyîm tevfik-i edeb

Bî edeb mahrum u geşt lutf-i rab

"Hudâ'dan edeb hususunda yardım dileyelim. Çünkü edebi olmayan, Rabbin lutfundan mahrum kalır." buyuruyorlar. Hazreti Pîr efendimizin Cenâb-ı Hakk'tan edeb hususundaki bu niyâzlarından bahisle yüksek müsaadelerinizle suallerimize edebin tanımı ile başlamak dileriz. Edeb nedir efendim?

■ ■ ■ Eyvallah efendim. Bir kere nazik davetinizden dolayı bendeniz sizlere teşekkürü bir borç bilirim. Edeb, tasavvuf, Hazreti Pîr gibi mevzûlar olduğunda fakirin hatırlanmasının şükrünü ödemekten de âcizim, bunu da arzetmek isterim.

"Âyet âyet hemegî ma'ânî-i Kur'ân edebest" diyor Hazreti Mevlânâ. Velhâsılı "Kur'ân-ı Kerîm âyet âyet edebtir" buyuruyor. Edeb evet bize öğreti olarak birçok mânâlarda eline, beline, diline sahip olmak gibi hep halk'a nüfuz etmesi için belli öğretilerde takdim edilmiştir. Fakat edebte bir farklı husûsiyet vardır. Tam kelimesiyle Hazreti Pîr'in sözlerine bakarsak bu inceliği işaret ettiğini göreceğiz. Ama ondan evvel şunu arzedeyim; bir kere edeb kelimesi için İslam literatüründe, İslam ahlâkında nasıl kullanıldığına hemen bir bakmak lazım. "Eddebenî Rabbî, fe-ahsene te'dîbî! " Beni Rabbim terbiye etti, edeblendirdi, Onun edeblendirmesi ne güzel!" dediğine göre Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve sellem) Efendimiz, edeb gözle görülen ahlâkın ötesinde ki bir cevher. Ahlâk taklîd edilebilir fakat edeb taklîd edilemez. Ahlâk insanın hilkatinde, fıtratında zâhiren algılanabilecek hallerdir. Mesela bir insanın konuşma şeklindeki tevâzuyu taklîd edebilirsiniz. Tevâzu cümlelerini seçerek belli bir fiziki yapıya bürünerek bu ahlâkı taklîd mümkündür. Fakat o tevâzu'nun kalpte olan mânâsını taklîd mümkün müdür? Mümkün değildir. İşte o tevâzuyu yani ahlâk'ın (tevâzu ki bunlardan birisidir) ve ahlâki tüm davranışların esas kalpte neş'et eden noktasına edeb deniyor. En önce o edeb cevheri olarak kalb'i ihâta ediyor, kalpteki o edeb ondan sonra fi'liyyâta geçiyor. Dolayısı ile edeb ilk başta "kalb"in ahlâkıdır. "Kalb"in ahlâkına edeb denir. Peki kalp nedir? Kur'ân'ın ve ALLAH'ın muhatabı ve nazargâh-ı İlâhî'dir. Mahbub-u Subhânî'nin nazar ettiği, mihman olduğu mekandır, îmân'ın temekkün ettiği makarr-ı İlâhî'sidir, hepsidir. O halde kalpteki bu îmân'ın ilk alâmeti edeb'tir. Îmân'ın şartlarını kabul "Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihî ve Rusûlihî" diye sayılan altı maddeyle toplanan şartlar îmân'ın zâhirî şartlarıdır. Ama bu îmân'ın zâhirî şartlarının bizde bulunması gereken kalbî noktasına ve kabulüne îmân'ın bâtinî şartları denir. Îmân'ın bâtinî şartlarının ilk maddesi ise edeb'tir. Şimdi o halde şunu hemen söyleyelim ve mevzûyu öyle toparlamaya çalışalım. Edeb lâtif bir şeydir. Yani zâhiren hemencecik farkedilen birşey değildir edeb. Menşei itibariyle kalbî olduğu için ancak kalpteki letâfetle anlaşılabilir. Şimdi geliniz Hazreti Pîr'in o sözüne böyle bakınız. Ne diyor efendim? "ALLAH Teâlâ'nın lûtfuna" Dikkat buyurun tâbire! ALLAH Teâlâ'nın lûtfuna mazhariyetten bahsediyor. İşte Lâtif sırrı o letâfetle ancak bilinen edeble oluyor. Ancak o zaman ALLAH'ın lütf-u İlâhî'sinden ve "Latifun bi 'ibadihi" âyeti kerimesinden nasibdâr olunuyor. Bu çok önemlidir.Çünkü şerîat'ın bâtınında olan hikmetlere ancak bu aşk ile nüfûz edilir. O halde ALLAH Teâlâ'ya duyulan muhabbetin alâmeti îmân, bu îmân'ın coşkulu bir halde kalbi sahada yerleşmesine vesile olan da edebtir. Edebin muhafaza ettiği bu îmân'a aşk denir. O yüzden edeb aşktan, aşk da edebten beslenir. Edeb olmazsa Lâtif sırrı olan o aşk-ı İlahî asla tam mânâsıyla tecelli etmez, savuşur gider.

Edeb de bir ibâdettir diyebilir miyiz? (Nâfile midir? Hükümlü bir ibâdet midir?)

■ ■ ■ Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerîm'inde emirleri, yasakları, farzları, vâcibleri beyan etmiştir. Efendimiz'in sünnet-i seniyyesinde de ibâdetler sünnet olarak, nâfile olarak belirtilmiştir. Şimdi bunların içerisinde bir kâide vardır. Bir kere hangi ibâdet olursa olsun, ALLAH Teâlâ'nın ve Resûl-i Ekrem Efendimiz'in bildirdiği herhangi bir ibâdete vesile olan herşey nâfile ibâdet hükmünde hatta o ibâdete dahil hükmündedir. Mesela bakınız bendeniz hep sıkça bu misali veririm; bir insan sefere giderken, diyelim ki Konya'dan Mekke'ye seyahate çıkacak, ziyarete gidecek. Konya'dan hareket etmeye karar verdiği andan itibaren, velev ki elli-altmış kilometre gitsin ilk konakladığı yerde namazını seferî olarak kılar. Çünkü artık o Kâbe'nin yolcusudur. O'na giden yolların hepsi Kâbe'ye gitme hükmündedir. O halde ibâdetlerde kazanmamız gereken huşû'u, huzuru ve ALLAH'a muhabbeti arttıran herşey zaten bir kere nâfile ibâdet hükmündedir. Mesela yine şu misali de vermiş olayım; namaz kılmak için abdest lazımdır. Abdest almak için ecdadımızın yaptırdığı o şadırvanlar…Efendim abdest almaya kolaylık olsun diye verilen bir havlu tutma meselesi bile, bir jesti bile nâfile ibâdet hükmündedir. Çünkü ibâdetin "Tahsîn" şartı derler buna yani ibâdetin güzelliğini kabul edip güzelleştirmek için gayret etme şartı. Dolayısı ile bunlar nâfile'dir. Fakat edeb böyle midir? Bir kere edeb büyüklerin anlattığına göre acaip bir nesnedir. Edeb hem sâlih amellerin menbaı, hem sâlih amellerden edinilen sevap, ecir ve derecâatın aynı zamanda muhafaza edildiği yerdir. Bu bakımdan düşünülürse edeb hem ibâdetin başı hem de ibâdetin sonundaki hâldir. İbâdete sevkederken muhabbet vardır, o ibâdete muvaffak olduktan sonra edeben kulluğunu idrâk vardır. Dolayısı ile edebin ihâta etmediği hiçbir saha yoktur. Niçin? Çünkü daha evvel'de söyledik ALLAH Teâlâ muradıyla ve muhabbetiyle bu âlemi hâlk etti. Dolayısı ile onu ne kadar Rahmaniyetiyle, İlmiyle, Rahîmmiyetiyle, dünya, uhrevî, zuhur perdeleriyle perdelese bile netice de künhünde bu muhabbet var. O halde özünde bu muhabbetten aldığı feyizle bir insana nizamı, güzelliği bahşeden edeb, cümle âlemi ihâta ediyor demektir. Hatta Hazreti Mevlâna buyurur ki "Bak güneşe! Güneş bile edebe riâyet eder." Âyet-i kerîme acaiptir yani (estauzubillah) "Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul azîzil âlîm". Mesela, "Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm- Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere" [Yâsîn: 38-39-40]. Kamer'e göre güneş daha baskındır fakat asla bulunduğu seviyeyi, haddi aşmaz. Ben daha baskınım deyipte, kamer'in (ay'ın) sahasına tecavüz etmez. Ve kâinattaki nizam hep bu edeb üzere döner. Emrolunan mecra'da gider, ama bir yandan da kendi derecesine göre ALLAH'tan çekinir, kalbî o çekingenliği hisseder. Dolayısı ile semavatta cansız dediğimiz mülkte bile edebe riâyet varsa, ALLAH Teâlâ'nın muhatab kıldığı idrâk sahibi insanda edepsiz olmak veya edebin dışında hareket etmek mümkün değildir. Nihai olarak şunu da söyleyebiliriz; (estauzubillah) "Yâ eyyuhellezîne âmenû âmenû billâhi ve resûlihî" "Ey imân edenler! ALLAH ve Rasûl'üne imân ediniz" [Nûr: 62] âyet-i kerimesi îmânın zâhirî şartlarını kabulden sonra bâtinî şartlarını muhakkak yerine getirmemizi tavsiye ettiğinden, edeb ALLAH'a gönül vermiş insanlar için farzdır. Hem itikadı farzdır, hem öğrenmesi farzdır, hem amel etmesi farzdır. Derecesine göre… Mü'min olmak için ayrı ilim lazımdır, imânın emrettiği teslimiyeti yaşamak için, İslam için ayrı bir ilim lazımdır ve hayata tatbîk lazımdır. Yerine göre, ihmâline göre derekesinden cezası kesilir,yerine göre de takdîr ve tayini yerine getirilmesi lazımdır. Bu cihetten bakılırsa biz de edepli olmak üzere bu dünyaya geliriz. Bilhassa aşk ve muhabbet sahasında yürüyenler için edeb farz-ı ayn'dır. Başkasının edeb göstermesi ile ondan kurtulmaz, herkesin aynı şekilde farzen bunu yapması îcâb eder.

Hudûdlara riâyet, haddini bilmek mecbûri bir edeb oluyor çünkü.

■ ■ ■ Zaten edeb sizin hudûdlarınızla sınırlıdır. Edebi kendi hudûdlarınız içerisinde yaparsınız.

Güneşten örnek verdiniz, onun hudûdu belli, haddi aşmıyor.

■ ■ ■ Evet. Zaten efendim insan veya herhangi bir mahlûk kendi edebini idrâk etmekle mükelleftir. Çünkü kendi idrâkini aştığı anda ALLAH'ın edebini görecektir. Yine edepten dışarı çıkamaz. O kendi bulunduğu alanın ötesi ayrı bir edeb ister. O edebin sahibi de Hazreti ALLAH'tır. İnsan o zemînde yürüyebilmek için, edebin üzerinde yürüyebilmek için edeb kesilmelidir, vesselâm.


Fatih ÇITLAK
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 02 Ocak 2011, 14:20:29 Gönderen: Gulinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hz Mevlanada Edebe Bakış
« Posted on: 29 Mart 2024, 04:18:25 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hz Mevlanada Edebe Bakış rüya tabiri,Hz Mevlanada Edebe Bakış mekke canlı, Hz Mevlanada Edebe Bakış kabe canlı yayın, Hz Mevlanada Edebe Bakış Üç boyutlu kuran oku Hz Mevlanada Edebe Bakış kuran ı kerim, Hz Mevlanada Edebe Bakış peygamber kıssaları,Hz Mevlanada Edebe Bakış ilitam ders soruları, Hz Mevlanada Edebe Bakışönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes