๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mayıs 2010, 06:01:43



Konu Başlığı: Huzur Topluluğu
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mayıs 2010, 06:01:43
Huzur Topluluğu

Huzur, her mahfilde sözü edilen ve asla vaslına erilemeyen bir mahbub oldu. Esasen bu dert meyhanesinde, daima huzursuzluktan şikâyet edilmiş ve huzur adına türküler söylenmiştir. Ne var ki, her devirde meydana gelen yeni huzursuzluklar, bir evvelki devri aratmış ve “Hayali cihan değer” dedirtmiştir...

Huzur ve huzursuzluk, şimdiye kadar tarihin “gergin” çehresinde, bir gece-gündüz deveranı içinde devredip durmuş, bir türlü izafî çizgiden aydınlığa ve kat’iyete ulaşamamıştır. Nasıl ulaşır ki, burası gerçek huzur ve huzursuzluğun yeri değil; ancak yoludur. İlk mevhibelerini değerlendirenler ve istidat mumlarını tutuşturanlar, iradenin hakkını vermiş, nura ve huzura vâsıl olmuşlardır. Gönül ve vicdanlarında bir aydınlık ve huzura... Var oluş sırrını kavrayamayanlar, melekelerini şer hesabına geliştirenler ve sefil arzularına zebun olanlar ise, karanlığa, ama mutlak karanlığa ve huzursuzluğa maruz kalmışlardır.

İnananlar ve gerçeğin yolunda olanlar için, mutlak huzursuzluk asla bahis mevzuu değildir. Onlar her rahatsızlık ve tedirginliğin arkasında dahi bir ümit ve emniyet bişareti alır ve hâdiseleri gülerek karşılarlar.

İman ve ümit huzurun ilk şartıdır. Vicdanî yüceliğe erememiş, orada kendi Cennetini kuramamış kimselerin huzurlu olması düşünülemeyeceği gibi, geleceği ümitle bekleyen ve mutlu istikbalin hazlarıyla gönlünde Cennetler kuranların da huzursuzluğu düşünülemez.

Bu itibarla, milletçe bütün çırpınışlarımız, insanımızı böyle bir huzur topluluğu hâline getirme istikametinde olmalıdır. Hasis ve sefil duygulardan arınmış, yüce âlemlere doğru pervaz eden bir huzur topluluğu... Asude vicdanlı fertleriyle, emniyet ve saadet gamzeden aileleriyle; sulh ve sükûn vaadeden milletiyle bir huzur topluluğu...

Evet huzur, evvela fertte başlar, ailede küçük bir içtimaî bütünleşmeye ulaşır ve nihayet toplumun bütün kesimlerine hükmedecek hâle gelir.

Öyle ise, iyinin, güzelin, ümit ve emniyetin gelmesini düşünürken de, işe, fertle başlama mecburiyetinde olduğumuzu kat’iyen hatırdan çıkarmamalıyız. Çünkü aileyi oluşturacak o olduğu gibi, topluma rükün ve parça olacak da odur. Parçaları günahlardan müteşekkil bir topluluğun vaadedeceği hiçbir hayır, hiçbir yümün, hiçbir ümit ve saadet yoktur. Bütün hayır ve saadetler, emniyet ve huzurlar, benlik ve şahsiyetin sırlarını kavramış; zihnî ve ruhî derinliğe ermiş fertlerin etrafında hâlelenmektedir. Aynı zamanda böylesine sağlam bir rükün hâline gelen fert, iyi bir aile parçası ve mükemmel bir vatandaş olma hüviyetini de kazanmıştır.

Böylece yüce kamet fertlerden teşekkül eden ailelerin kurdukları yuvalar Cennet köşelerini hatırlatır. Bu saadet ocaklarında, anne-baba ve evlât olma, doğumla başlamadığı gibi ölümle de bitmez. Öteler ve ötelerin ötesi, bu bitmeyen oyun için ışıklarla donatılmış; en iç açıcı renklerle süslendirilmiş bir renk ve ses cümbüşü hâlinde onlara hep yeni sahneler hazırlamaktadır. Onun içindir ki, zaman, o sağlam yapıyı aşındıramadığı gibi, onları birbirine sımsıkı bağlayan hürmet ve şefkati solduramayacaktır. O hane-i “ebed-müddet” devam edip gidecektir. Alabildiğine âhenkli ve rasânetli bu yuva, istikbal vaadeden bir milletin de temel rüknüdür. Millet bu rüknün fazilet ve nezahetiyle varlık gösterir ve derinleşir. Bu kaideyi kaybedince de, bütün hayatiyetini kaybeder. Ailede var olmayan millet, millet olma hüviyetini de yitirmiştir. Bütünüyle sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma, milletin itibarî varlığına aileden akseder ve böyle bir millet, milletlerarası muvazenenin, cihan sulh ve salahının şahit ve nâzırı durumuna yükselir; eşya ve hâdiselere hükmeder hâle gelir.

Bu topluma ait, yapı taşlarındaki tenasüp, terbiyedeki vahdet ve gönüllerdeki diğergâmlık hissi, parçaları öylesine sımsıkı birbirine bağlar ki, bir hücredeki ızdırap, bütün organizmada derin bir inilti meydana getirir; parçalarda hâsıl olan haz dahi, aynı uzuvlarda lezzetlere vesile olur.

Böyle bir toplulukta, tebaa, devleti ve rical-i devleti omuzlarında taşır. Devlet ve rical-i devlet de, tebaanın fahrî hizmetçiliğini yapar; merhametli bir çoban, şefkatli bir baba gibi, saadet ve hazlarını, güttüğü ve yeddiğinin saadet ve huzurunda bulur.

Böyle bir toplulukta, patron işçinin yanındadır; yemesinde, giymesinde ve meşru bütün isteklerinde.. bir aile efradı gibi, yediğinden yedirir, giydiğinden giydirir ve tâkatinin fevkinde iş tahmil etmez. İşçi ise, o da işin ve işverenin yanında; servet ve patron düşmanlığından uzak, sa’yin ve gayretin misali olma yolundadır. İşin en iyisini yaparken, kan-ter içinde cehdedip boğuşurken, yüceler âleminde kendisine alkış tutulduğunu ve Hak katında tebcil ve takdir edildiğini bilir, yaptığı her şeyi gönül hoşnutluğu içinde yapar.

Böyle bir toplulukta bütün müesseseleriyle maarif, fazilet duygusunu geliştirir; sevgi ve mürüvvet kapılarını açar; nesline, insanlığa şefkati ve herkesle anlaşıp uzlaşmayı öğretir. Onu, merhametsiz emellerden, süflî duygulardan, insanlık için yüzkarası olmaktan ve her türlü hoyratlıktan korur; bilhassa mukaddes mefhumlarına karşı saygılı yetiştirir. Ve nihayet böyle bir toplulukta, adliye, adalet felsefesiyle hükmeder; zalimin, mütecavizin takipçisi, masumun ve mazlumun hamisi olur.

Biz, topyekün nesiller olarak, asırlardan beri beklenen bu ideal cemaati araştırıp durmakta ve böyle bir tekevvüne sebebiyet vereceğini zannettiğimiz her çareyi kurcalamaktayız. Kim bilir, bu yolda daha ne kadar zaman çırpınıp duracağız.

Alıntı