> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet  (Okunma Sayısı 854 defa)
01 Kasım 2010, 17:05:47
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 01 Kasım 2010, 17:05:47 »



Hubb-i Riyâset ve İdârî Mes'uliyet



İmtihan gâyesiyle dünyâya gönderilen insanın gerçek huzur ve saâdeti, ruhlara ezâ veren pürüzleri bertaraf edip ulvî duygularla îman şerefine mütenâsip bir hayat yaşamasındadır. Bunun için de, ebedî saâdeti gölgeleyen ve ruhları zehirleyen nefsânî sıfatlardan arınmak şarttır. Bunlar içinde ilk olarak ifâde edilmesi gereken; hubb-i riyâset, yâni baş olma sevdâsı, makam ve şöhret ihtirâsıdır.

Mânevî bakımdan terakkî kaydetmek, nefsânî arzuların tasfiyesi ile gerçekleşir. Fakat böyle bir tasfiyede insanı en son ve en zor olarak terk eden nefsânî arzu; “makam sevgisi ve baş olma sevdâsı”dır. Zîrâ bu çirkin hâl; ucub, kibir, tamah ve hırs gibi pek çok kötü sıfata kaynaklık eden en köklü nefsânî temâyüldür. Bundan dolayı onun gönülden sökülüp atılması pek güçtür ve bu yüzden mânevî terbiyede onun tasfiyesi en sona kalır.

Servet, şöhret ve makâma düşkün olan, bunları elde edebilmek için her çâreye başvurmayı göze alan bir insanın, mânevî ve ahlâkî ölçüleri de tanımayacağı muhakkaktır. Makam hırsıyla gözü dönen bir kimse, yırtıcı bir hayvandan daha zararlı hâle gelebilir. Nitekim, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insandaki bu vasfın ne kadar helâk edici olduğunu şöyle beyan buyurur:

“Mala ve mevkie düşkün bir adamın dînine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür.” (Tirmizî, Zühd, 43)

Hakîkaten gözünü dünya hırsı bürümüş, gönlü makam-mevkî arzusuna esir olmuş bir kimse, âdeta insânî vasıflardan sıyrılmış gibidir. Hak dostları, dünyâ servet ve makamlarına duyulan ihtirâsı bütün kötü huyların kaynağı kabul ederler.

Ebû Bekir Verrâk Hazretleri:

“İhlâs sâhibi olmak istiyorsan, önce baş olma sevdâsını kalbinden çıkar, sonra da kendini kimseden üstün görme!” buyurmuştur.

Riyâset, yâni baş olmak, büyük bir mes’ûliyeti mûciptir. Lâzım gelen istîdat, kâbiliyet, liyâkat ve kuvvet kendisinde bulunmayan ve üstleneceği vazîfeyi hakkıyla îfâya güç yetiremeyecek olanların, riyâseti talep etmeleri son derece mahzurludur. Mevlânâ Hazretleri, mes’ûliyet duygusu yeterince gelişmemiş bir kişinin, lâyık olmadığı bir makâma yükselmesine dâir şu teşbihte bulunur:

“Aslında lâyık olmadığı yüksek bir mevkie çıkarak maddî yönden mertebesi yücelen kişi, halkın omzuna yüklenmiş bir cenâzeye benzer. Yâni böyle kişiler, gerçekte yüksek bir mevkîde değil, bilâkis herkesin bir an önce üzerinden atmak istediği bir cenâze hâlindedirler.”

Ashâb’dan Ebû Zer -radıyallâhu anh-, birgün Peygamber Efendimiz’e:

“_Yâ Rasûlallâh! Beni vâli tâyin eder misin?” demiş, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise şöyle karşılık vermiştir:

“_Ey Ebû Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin vazîfe ise büyük bir emânettir. Bu emâneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar müstesnâ, aslında bu vazîfe kıyâmet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.” (Müslim, İmâre, 16)

Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Şu gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.” (Tirmizî, Menâkıb, 35) buyurmasına rağmen ve onun ahlâkını, karakterini, zühde meylini, dünyâya hiç değer vermeyişini iyi bildiği hâlde, onu idâreciliğe tâyin etmemiştir. Zîrâ “ahlâkî fazîlet” ile “idârecilik dirâyeti” farklı şeylerdir. Nice fazîletli kimseler vardır ki, idârecilik kâbiliyetleri yoktur.

Bir kimseyi toplumun takdîr ve tâkip edebilmesi için, onun evvelâ hayranlık verici bir karakter ve ahlâka sâhip olması gerekir. Huzurlu ve feyizli bir hayat; aşk ile birleşen îman, vecd ve huşû ile edâ edilen ibâdetler ve meftûn edici davranış güzellikleriyle zirveleşir. Pek çok insan güzel konuşabilir, şahsî hususlarda dikkatli ve muvaffak olabilir. Fakat bunların, halkın mes’ûliyetini üstlenmeye kâfî gelip gelmediği iyi hesâb edilmelidir. Zîrâ idârecilik, lâyıkıyla îfâ edilmesi gâyet zor bir emânettir. Bu hususta gereken maddî-mânevî kâbiliyet ve dirâyete sâhip olmadan halkın idâresine tâlip olanlar, büyük bir âhiret vebâli ile karşı karşıya kalırlar.

Hubb-i riyâset, yâni baş olma sevdâsı, toplum düzeninde ve dînî hayatta tedâvîsi güç, derin yaralar açan bir musîbettir. Târih sayfaları, baş olma veya liderlik mevkiini kaybetmeme sevdâsı uğruna toplumlarını felâkete sürükleyen, liyâkatsiz ve muhteris liderlerin maddî-mânevî zulüm ve işkence tablolarıyla doludur. Hubb-i riyâset sebebiyle nice ordular birbiriyle çarpışmış, mâsumların kanı dökülmüş, servetler hebâ edilmiş, insanlık şeref ve haysiyeti ayaklar altında çiğnenmiştir. Sâdece bir misâl olması bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Firavun’la alâkalı olarak yapılan şu tespit ne kadar ibret vericidir:

“(Firavun, kavmini dünyâda denize sürükleyip boğduğu gibi) kıyâmet gününde de kavminin önüne geçer, onları (suya götürür gibi) ateşe sürükler. O vardıkları yer, ne kötü yerdir.” (Hûd, 98)

İnsanların riyâset husûsunda sâhip oldukları hırs ve Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu husustaki tavrı ile alâkalı olarak, Ebû Mûsâ el-Eş’arî -radıyallâhu anh-’ın anlattığı şu hâdise çok mânidardır:

“Amcamın oğullarından ikisiyle Allâh Rasûlü’nün huzûruna girmiştim. Onlardan biri:

«_Yâ Rasûlallâh! İdâresini Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği vazîfelerden birine bizi âmir tayin et!” dedi. Öteki de benzeri bir şey söyledi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

«_Vallâhi biz, tâlip olanı veya vazîfe hırsı bulunanı yönetici yapmıyoruz!» (Buhârî, Ahkâm, 7; Müslim, İmâre, 15)

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisinden herhangi bir vazîfe talep etmemiş olan Ebû Mûsâ Hazretleri’ni ise Yemen’e vâli tâyin etti. Çünkü o, vazîfeye tâlip olmamış, Rasûlullâh Efendimiz onda müşâhede ettiği liyâkate istinâden kendisine bu emâneti tevdî etmiştir.

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- da, hilâfet makâmına geçip halk kendisine bey’at ettikleri vakit, minbere çıkarak şöyle buyurmuştur:

“Ben, hiçbir zaman hilâfet istemedim, ona rağbet etmedim. Gizli ve âşikâr hiçbir şekilde bunu Allâh’tan dilemedim. Çünkü hilâfette benim rahatım yoktur.”

Bu ifâdeler, riyâsete karşı mü’min gönüllerde bulunması gereken sarsılmaz îman tavrını ve idâreciliğin, toplumun imkânlarıyla zevk u safâ içinde saltanat sürmek değil, topluma hizmet etmek olduğunu ne güzel beyân etmektedir.

Hakkını verip veremeyeceğini düşünmeden, hayâle kapılarak ve nefsini kayırarak riyâset hırsıyla koşturmanın, ağır bir vebâli mûcib olduğu muhakkaktır. Fakat halkın işlerinin de bir şekilde görülmesi zarûrîdir. Bu yüzden, bir işi hakkıyla îfâ edebilecek dirâyete sâhip olanların da, mes’ûliyetten kaçarak bir kenara çekilmeye ve işleri yüzüstü bırakmaya hakları yoktur. Böyle bir vazîfe kendisine teklif edilen kimse, liyâkatinden eminse ve etrafta kendisinden daha ehil biri de yoksa, teklifi kabulden ictinâb edemez. Şâyet ictinâb ederse, vebâlinden kurtulamaz. Zîrâ halkın emânetini üstlenmek, yerine göre bir zarûret hâline gelebilir. Mü’mine yakışan da budur. Yâni mü’min için; örnek yaşayışıyla, güzel ahlâkıyla, ilm-i siyâsetiyle, basîret, firâset, dirâyet ve kâbiliyetiyle, riyâsetin tâlibi değil, matlûbu olabilmek esastır.

Nitekim İslâm halîfeleri içinde dört büyük halîfeden sonra fazîlet bakımından en mümtaz mevkîde bulunan Ömer bin Abdülazîz’e hilâfet makâmı teklif edildiğinde, o önce bunu kabulden ictinâb etmiştir. Fakat ondan daha liyâkatli kimse bulunmadığını gören ulemâ heyeti, bu vazîfeyi üstlenmediği takdirde vebâl altında kalacağını bildirmesi üzerine, Ömer bin Abdülazîz mecbûren vazîfeyi kabûl etmiştir. Ömer bin Abdülazîz, kendisine dâimâ hakkı ve hayrı tavsiye edecek bir istişâre heyeti kurmuş, onlar da halîfeyi îkaz ve nasîhatleriyle yanlışlıklardan korumaya çalışmışlardır.

Bir makâma tâlip olmadığı hâlde o makâma getirilen ve samîmiyetle gayret gösteren kimselere Allâh Teâlâ yardım eder. Rasûlullâh -sallâl lâhu aleyhi ve sellem-, Abdurrahmân bin Semüre -radıyallâhu anh-’a şu tavsiyede bulunmuştur:

“Ey Abdurrahmân! Emîrliğe tâlip olma! Eğer senin talebin üzerine sana emîrlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen tâlibi olmadan sana emîrlik verilirse, o işte yardım görürsün.” (Buhârî, Eymân, 1; Müslim, İmâret, 19)

Kişinin hakkını veremeyeceği bir vazîfeyi hırsla talep etmesinin fecî bir âhiret felâketi olduğu, yine bir hadîs-i şerîfte şöyle ifâde buyrulmaktadır:

“Siz memuriyet alma husûsunda pek istekli davranacaksınız. Hâlbuki (elde etmek için) çırpındığınız o vazîfe, kıyâmet gününde bir pişmanlık sebebi olacaktır.” (Buhârî, Ahkâm 7. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 39, Kudât 5)

Bu hususta bütün ümmete büyük bir vazîfe düşmektedir. Bu ise, emânetin tevdî edileceği liyâkatli kimseleri en güzel bir şekilde yetiştirmek ve onları uygun mevkîlere tâyin etmektir. Riyâsete tâlip olmak, yukarıda arz edilen sebeplerden dolayı hoş görülmemekle birlikte, gerekli vasıfları hâiz kimselerin îcâb ettiği zaman bundan kaçmamaları, bilakis gönüllü olarak hizmete koşmaları gerekir. Bunun en güzel misâlini Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- sergilemiştir. O, zindandan çıkıp Mısır Melîki’nin has adamı olduktan sonra, büyük kıtlıkların beklendiği ülkenin mâlî işlerini en iyi idâre edebilecek kişinin kendisi olduğunu görmüş, bu vazîfeye tâlip olmuş ve Kur’ân-ı Kerîm’de beyân edildiği üzere Mısır Melîki’ne:

“«Beni ülkenin hazînelerine tâyin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işleri iyi bilirim.» demiştir.” (Yûsuf, 55)

Bu âyet-i kerîmeden, âdil ve liyâkatli bir kimsenin, idârî bir vazîfeyi talep etmesinin câiz olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca âyet-i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet
« Posted on: 25 Nisan 2024, 00:12:25 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet rüya tabiri,Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet mekke canlı, Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet kabe canlı yayın, Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet Üç boyutlu kuran oku Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet kuran ı kerim, Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet peygamber kıssaları,Hubbi riyâset ve idârî mesuliyet ilitam ders soruları, Hubbi riyâset ve idârî mesuliyetönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes