Konu Başlığı: Hoşgörü ve diyalogu başlatan kim Gönderen: Safiye Gül üzerinde 22 Eylül 2012, 16:18:25 Hoşgörü ve diyalogu başlatan kim Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Hocaefendi?nin üç kitabını birden basıp okuyucuya sundu. Bu kitaplardan Gurbet Ufukları?nı okuyorum şu anda. Okudukça yazarına ve yayıncılarına teşekkür duygularım artıyor. Diğer konularda olduğu gibi, diyalog ve hoşgörü konusunda da fevkalade orijinal diyebileceğimiz net ifadeler dikkatimi çekiyor... Doğrusunu isterseniz, bu konu ancak bu kadar aslına uygun şekilde ifadesini bulur, diye düşünüyorum. Konunun orijinalitesini zedeleme pahasına da olsa yazının yerimizin alacağı kadarını sizinle paylaşmak istiyorum. Bakalım, hoşgörü ve diyaloğu başlatan kimmiş?.. Bunu biz mi başlatmışız? Bizim faziletimizin gereği mi, yoksa Resulüllah?ın uyguladığı sünnetin icabı mı, görelim? ?-1990?lı yılların ortalarından itibaren girilen hoşgörü ve diyalog sürecinin dinî temelleri adına bazı şeylerin yerli yerine oturmadığını görüyorum. Gerek bu sürece can-ı gönülden destek veren dost ve taraftar çevre, gerekse bunun İslami nasslara aykırı olduğunu iddia eden Müslüman çevre, henüz olayı kendi zeminine oturtamamış bulunmaktalar... Birincisi taraftar çevreler, bu sürecin yeniden başlamasına (dikkat edin, yeniden başlamasına diyorum) vesile olan kişi, kişiler veya kurumları ön plana çıkartırken; ikinciler nassların siyak sibak bütünlüğünü kopararak yaptıkları yorumlarla, bu sürece öncülük edenlere bid?atkar?dan tutun da kâfire kadar uzanan çizgide ithamlarda bulunuyorlar... Halbuki, hoşgörü, diyalog veya herkesi kendi konumunda kabul etme düşüncesi, bunun hayata geçirilmesi, bize ait yeni bir iddia değildir. Sadece Medine Vesikası?nı bu gözle incelemeye alın, konuyu anlamaya yeter. -Bakın insanın hangi din, hangi ırk, hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, teşebbüs ve mülk edinme hakkının olduğunu, insanlığın iftihar tablosu o mübarek Zat, sesini yükselterek daha o günlerde aleme duyuruyor mu, duyurmuyor mu? -Bu hakların dokunulmaz ve aynı zamanda mukaddes olduğu vesikada var mı yok mu? -Aynı hakikatler başka bir dille, başka bir anlatma üslubu ve edası içinde Veda Hutbesi?nde de tekrar ediliyor mu, edilmiyor mu? -Medine Vesikası ile Veda Hutbesi arasında yaklaşık on yıl var. Demek bu on yılda bir çizgi değişikliği de yok. Aksine aynı şekilde tahşidat, tahkimat var mı, yok mu?.. Ayrıca, bu kabuller ne Medine Vesikası?nda, ne de Veda Hutbesi?nde zikredilmekle kalmamış, ağızdan çıkan bu hakikatler, aynı zamanda hayat olmuş, Efendimiz (sas) bunları bizzat yaşadığı gibi, takip eden dönemlerde Raşit Halifeler de yaşamış, tabiin yaşamış, tebei tabiin yaşamış... Bakın fetih dönemlerine, Müslümanlar nerede kilise ve havra yıkmışlar? Nerede azınlıkların haklarına dokunmuşlar? Nerede vicdan hürriyetine kısıtlama getirmişler? Ve nerede düşünce hürriyetini sınırlamışlar?.. Var mı böyle örnekler?.. Yok değil mi?.. Demek bizim mazimizin özü, usaresi, hoşgörü ve diyalogdur... Bizimle başlayan yeni bir süreç değildir bu. Meseleye bu zaviyeden bakınca, biz hoşgörü, diyalog, yani herkesi kendi konumunda kabullenme diyorsak, Efendimiz?in (sas) Medine Vesikası?nı seslendiriyoruz. Veda Hutbesi?nde beyan buyurduğu hakikatleri haykırıyoruz.. Böylece vazifemizi, vecibemizi yerine getiriyoruz. Bizden önce yakın geçmişlerden bazıları bu noktada kusur yapmış olabilirler. Dahili veya harici sebeplerle, haklı, haksız nedenlerle farklı bir yolda yürümüş olabilirler. Bunlar bizi ilgilendirmiyor. Biz yapabilirsek, ya da yapıyorsak İslam?ın başından beri uygulana gelen vazife ve vecibelerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz demektir... Dikkat edin, ?vazife ve vecibelerimizi? diyorum! Dolayısıyla hoşgörü ve diyalog bizim başlattığımız faziletimiz değil, Resulüllah?ın uygulayarak örnek olduğu, yerine getirmeye mecbur olduğumuz vazife ahmet şahin |