๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:20:27



Konu Başlığı: Hizmetler ve Zaaflarımız
Gönderen: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:20:27
Hizmetler ve Zaaflarımız


Eylül 2005 - 81.sayı

Semerkand Dergisi kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hem kendi bireysel hayatımızda hem de kardeşlerimizle omuz omuza verdiğimiz işlerde kusursuzluk mümkün değil. Ama hedeflerimizi gerçekleştirecek donanım da lutfedilmiş . Bütün mesele zaafları görmek ve bunların soluğumuzu kesmesine izin vermemek...

İslâmî hizmetlerde bulunanların Allah rızasından başka bir gaye gütmemeleri, kendi aralarında ve ihvana karşı birlik beraberlik içinde olmaları, feyz , nisbet ve muhabbetin o beldeye teveccühü açısından hayatî önem arz etmektedir. Hizmetin hedefine ulaşabilmesi de buna bağlıdır.

Bu tür manevi lütufları ters yüz edecek en büyük tehlike ise; ayrılık, fitne ve kargaşadır. Fitneye sebep olabilecek en ciddi hastalık “benlik” duygusudur. Nefsin karanlık labirentlerinde dolaşmaktan bıktığı için tedaviye gelenlerin yeniden aynı dehlizlerde ömrünü çürütmesi ne kadar acıdır!

Kendi nefsine pervane olmak


Mütemadiyen kendi benliğinin etrafında dönüp, kendini aşamayan insanların kulluk adına attığı her adımı bir aldanma, her fedakârlığı bir akılsızlıktır. Böylelerinin ömür boyu bir çuvaldız boyu yol kat edebilmeleri mümkün değildir. Bencillik şeytanî bir vasıf olduğundan, ona kapılanların da şeytanın akıbetine uğraması kaçınılmazdır.

Asıl tehlike arz eden husus, benlik davasında ısrar etmektir. Yoksa yığınla zafiyeti olan nakıs insanın bu kuyuya hiç düşmemiş olması neredeyse imkansızdır . Hizmet arkadaşıyla ya da bir ihvanıyla zayıf bir anında münakaşa yaptı ise, hemen kendine gelip tevbe etmeli, sonra haklı bile olsa “Bu tartışmaya ben sebep oldum. Gönlünü kırdım, hakkını helal et” diyebilmelidir. Öteki de, “Asıl kabahatli olan bendim. Sen de hakkını helal et” demelidir. Bediüzzaman Hazretleri'nin belirttiği gibi, “Bu zamanda münakaşa eden haklı bile olsa haksızdır” düsturunu hayatına prensip olarak kabul etmelidir.

Bunun ötesinde nefsi müdafa uğruna söylenecek her söz gurur, inat, cedel ve iblisin mırıltılarıdır. Meselâ, “Namazı geciktirdin” denildiğinde mazeret beyan etmek bir cedel (mücadele), gurur ve inattır. Mazereti doğru bile olsa, bunu gafletinden yaptığını söylemelidir. Veya bir fikrin yanlış olduğu açıkça ortaya çıktıktan sonra “Ben onu şu açıdan söylemiştim” gibi bir mazeret beyan etmek de böyledir.

Bir de zafiyetleri mazeret olarak kullanıp nefs müdafaası yapmak vardır ki, bu da sırf cedel , inat ve bencillikten başka bir şey değildir. Verilen iş veya hizmeti ciddi bir dikkat, gayret ve himmetle zamanında ve olması gerektiği gibi yapmayıp, gevşeklik, miskinlik, dağınıklık sebebiyle berbat ettikten sonra her defasında: “Ne yapalım insanız, zayıfız işte!” demek gibi...

Hak ve hakikatlerin nefs adına üzerini örtmek için ileri sürülen çürük deliller ise bir kâfir sıfatı olup, son derece tehlikelidir.

Dolayısıyla Hak namına olan doğru fikirler açıkça söylenmeli, fakat nefs müdafaasından şiddetle kaçınmalıdır.

Başarı duygusu ve şikayetçilik


Hizmet adına ortaya çıkan başarılarda kişisel olarak en ufak bir hissemizin olmadığına, her şeyin büyüklerin dua ve himmetiyle Cenab-ı Hakk'ın bir lütuf ve ikramı olduğuna kendimizi ikna etmeliyiz. Hatta “Bu işin içinde ben olmasaydım muhtemelen hizmet daha da ileri giderdi. Benim kusurlarımdan dolayı gitmiyor..” demelidir.

Yine bu yolda kaç kişinin hidayetine vesile olduğuna değil, yanlış hareketleriyle kaç kişinin dinden imandan soğuduğuna bakmalıdır.

Hayata ve hadiselere olumlu ve iyi yönlerinden bakan, içinde güzel düşünceleri inkişaf ettirir, hayatından lezzet alır. İnatla her şeye tersinden bakan, herkesten şikayetçi olanlar ise hiçbir zaman iyiyi göremez, güzel düşünemez ve hayatı kendisine de başkalarına da zehir eder. Böyleleri şikayet ederken her ne kadar hizmetin sıhhati için şikayet ediyor gibi gözükseler de, gerçekte nefsinin bencillikten kaynaklanan davasını sürerler. Hizmetin gerçeklerini, prensiplerini bilmedikleri, kendilerini dinin direği gibi gördükleri için de hep kendi doğrularıyla hareket ederler.

Hizmet adına bir mecburiyet olmadan yerli-yersiz şikayette bulunmak, şikayet konusu olan şahsa karşı gönülde bir yara ve ukdeye sebebiyet verebilir. O yüzden Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz: “Bana arkadaşlarım aleyhinde bir şey söylemeyin. Zira Rabbim'in huzuruna selim bir kalple gitmek isterim” buyurarak, bundan hoşlanmadığını belirtmi ştir.

Hal böyleyken bazen hizmete veya şahısların hukukuna zarar veren bir kısım davranışlar olur, telafi ve tedavisi yerinde imkansız hale gelirse, yetkili zatlara şikayet lüzumlu olabilir. O takdirde mümkünse isim söylemeden, mümkün değilse ismi açıklayarak vakayı ilavesiz bir şekilde rapor etmek gerekir. Bu davranış, kin ve intikam duygusu gibi nefsani bir kısım izler taşımıyorsa hak ve hakikat adına yapılmış olur. Yanlışın düzeltilmesine, haksızlığın izale edilmesine sebep olacağı için fayda verir. Bu gibi durumlarda şikayetten çekinmek de başka bir haksızlık olur.

Seçilmişlik vehmi

Bir hizmetle görevlendirilmiş olmak, kişi için ‘seçilmişlik' değil, sadece bir lütuftur. Başka her durum gibi bir imtihandır aynı zamanda. Eğer vazifeli olma hali böyle görülmez de ayrıcalıklı olma şeklinde değerlendirilirse, yapılan işlerden ne yapan ne de muhatapları hakiki bir fayda sağlayabilir. Zira hizmet ‘iktidar'a dönüşmüş demektir.

Herkes için gerekli bir muhasebedir ama özellikle hizmet içinde bulunanlar, kendi zaaf ve zayıflıklarını görmeli, attığı adımların, aldığı kararların üzerine bunların gölgesinin düşüp düşmediğinin muhasebesini yapmalıdır. Aksi halde insanların nice umutlar bağladığı makam ve yetkilerin kişisel zaafların tatmin aracı haline dönüşmesi kaçınılmaz olur. Tıpkı kanaması bir türlü durmayan yaraya eline ne geçerse pansuman yapmak gibi...

“Beşer şaşar” sözü son derece doğrudur. Ne var ki hizmet organizasyonları içinde kişinin kendine sürekli şaşma, yanılma avansı vermesi, hata yapmayı isabet etmenin eşdeğeri görmesi son derece yanlıştır. Esasen böyle bir halet-i ruhiye taşıyanların, hassasiyet duygusu gelişmemiş olanların görevlendirilmeleri doğru da değildir.

Özetle, zayıflıklarımızla imtihan oluyoruz. Bu imtihandan yüz akı ile çıkmanın yolu, önce bu zayıflığımızın farkına varmak, sonra bunları hem kendi istikbalimiz için hem de hayra hizmetin yarınları için engel olmaktan çıkarmaktır.