> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Hırs hased ve kanâat
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hırs hased ve kanâat  (Okunma Sayısı 554 defa)
30 Ekim 2010, 14:09:45
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 30 Ekim 2010, 14:09:45 »



Hırs, Hased ve Kanâat


İnsanoğlu hayra da şerre de meyyâl bir fıtrat ve istidad ile yaratılmıştır. Bu âlemin bir imtihan âlemi olmasına bağlı bulunan ve ilâhî tâyin ve takdîr ile gerçekleşen şu keyfiyet, âdemoğlunun hayır-şer, güzellik ve çirkinlik arasındaki ebedî medd ü cezrinin sebebidir. Bununla beraber hayır ve güzellikte matlub olan kemâl noktasına ulaşabilenler, hemen hemen yüce dağ zirveleri gibi nâdirattandır. Bu sebepledir ki, şarkın büyük dâhîlerinden Şeyh Sâdi-i Şirâzî, umûmî bir hükümle:

"İnsan nedir?" suâlini:

"Bir kaç damla kan, binbir endîşe!.." diye cevaplandırmıştır.

Bir yığın endîşe... Zîrâ dizginlenemeyen ihtiras ve arzular, bertaraf edilemeyen aşırı imrenme ve kıskançlıklar gibi menfî temâyüllerin doğurduğu huzursuzluktan kurtulabilen azın azı bahtiyarlar, böyle bir umûmî hüküm içinde istisnâ teşkîl ederler.

Cenâb-ı Hakk, insanların bir topluluk hâline gelmelerini murâd etmiş, bunu te'min maksadıyla da nîmetlerini ferdden ferde farklılık arzeden bir sûrette tevzî buyurmuştur. Böylece onları birbirine muhtaç kılmıştır. Beşer tarihinin her devrinde görülen ve beşerin imtihanı için gerekli olan bu farklılık, insan fıtratındaki ilâhî tâyine dayanan ve bu yüzden bertaraf edilemeyen temel bir esastır. Sosyal dayanışma ihtiyacı, yaratılıştaki bu farklılığın bir tezâhürüdür. Ancak bazı insanlarda birtakım arzu edilmeyen menfîlikler doğurabilmektedir ki, bunların başında hırs, kin, hased v.s. gelir.

Zincirleme devam edip giden bu menfîliklerden hırs, firenlenmediği takdirde hased denilen kalbî hastalığa müncer olur. Kendisini hırs ve hasedin girdabına kaptıranlar, er-geç hüsran ve huzursuzluk gayyâsına düşerler. İnsanlık cevherine zarar veren bu temâyüller, aynı zamanda Rabbin taksîm ve takdîr programına râzı olmamaktır ki, bir isyan suçudur. Müthiş bir nefis hastalığıdır ki, buna dûçâr olanlar, kendilerindeki ihtiras ve hasedin ekseriya farkına varmazlar.

İnsanı tûl-i emel girdabında boğan ihtiras ve hasedler, kulun, âhıreti unutarak dünyâ muhabbetine mecnûnca bağlanmasıdır. Diğer bir ifâde ile nefsin arzularını yenemeyip maddeye köle olmasıdır. Muhterisin gözü, aslâ doymaz. O, bu sebeple dâimî bir fakirlik hâlinde yaşar. Mânevî bir açlık içinde kıvranır. Her tatminkârlık, onda bir doyum husûle getireceği yerde yeni bir iştihâ ve hırs uyandırır. Hasedin nefsdeki tezâhürleri çok çeşitlidir. Hased, ferdin fıtratındaki selîm temâyülleri felç eder. Mantığını za'fa uğratır. Îmân ve tevekkülün tabiî tezâhürlerini mağlûb ve mahkûm eder. Bundan dolayıdır ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"Hasedin kökü, cehennemdedir." buyurmuştur.

Hasedçi, hased ettiği kimseden nîmetin alınıp kendisine verilmesini ister. Bu mümkün olmaz ise; "Ne bana, ne ona!" der. Nîmet sahibinin nîmet ve istidadlarından aslâ hoşlanmaz ve onların zevâlini arzu eder. Hasedçi, hased ettiği kimseye kin, hâinlik, intikam, hîle, ayıplama ve onu gıybet etme hisleri ile doludur. Kısacık ömrünü, kuruntular ve endişeler içinde geçirir.

Hayatı takvâ ölçüleri içinde yaşayan evliyâullâh ise, dünyâ işlerinde imrenmeyi bile hoş görmemişlerdir. Onlar, imrenmeleri bile nîmet sahipleri üzerine düşürülmüş birer hased gölgesi olarak telâkkî etmişlerdir.

"Ona verilen bana da verilmiş olsa idi..." gibi vesveseler, ilâhî taksîme karşı bir hoşnutsuzluk ve ilâhî takdîre bir nevî râzı olmamaktır. İnsan bilmez ki, belki hakkında hayırlı olan, yaşadığı hâldir.

Rûh incelip zarîfleştikçe, dünyâya âid bütün imrenmeler ve hasedler ortadan kalkar. Böylece mü'minlerin kalbî seviyelerine göre nîmetlerdeki kıymet ölçüleri farklılaşır.

Şerîatte; "senin malın senin, benimki ise benimdir."

Tasavvufda; "senin malın senin, benimki de senindir."

Hakîkatte ise; "ne seninki senin, ne benimki benim; hepsi Allâh'ındır." telâkkîsi gerçekleşir.

İhtiras ve hasedin bir aldanış ve neticesinin de bir serap olduğunu, içli Yûnus ne güzel ifâde eder:

Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan !..

Buna göre, yeni îcâd edilmiş sanılan devre-mülk mâlikliği ezelden beri mevcûd demektir.

Muhterisin îmân ve tevekkülü, hased sebebiyle sürekli zaaf hâlinde olduğu için onun rûhânî hayatını zindana çevirir.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, muhterisin hâline hayret ederek şöyle buyurur:

"İnsana ne oluyor da altının, dünyâ malının kölesi oluyor? Hakk yolunda harcanmayanlar nedir? Neyi ifâde eder? Dünyâ malının esiri olarak onun kapısında yılan gibi kıvrılıp yerlerde sürünmek zilleti, insanı göklere eli boş gönderen bir sefâlet sebebi değil de nedir?!."

Nitekim mala-mülke esir olup mânevî sefâletin girdaplarında boğulan Sâlebe'nin hâli, pek düşündürücü bir misâldir:1

Medîne müslümanlarından olan Sâlebe'nin, mala-mülke karşı aşırı derecede hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu. Bunun için Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'den duâ istedi.

Onun bu talebine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:

"-Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır..."

Bu ifâde üzerine isteğinden vazgeçen Sâlebe, bir müddet sonra hırsının yeniden depreşmesi ile tekrar Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e gelip:

"-Yâ Rasûlallâh! Duâ et de zengin olayım!" dedi.

Bu defâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

"-Ben senin için kâfî bir örnek değil miyim? Allâh'a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp gideceklerdi; fakat ben müstağnî kaldım."

Sâlebe, yine isteğinden vazgeçti. Fakat içindeki ihtiras fırtınası dinmiyordu. Kendi kendine; "Zengin olursam, fakîr fukarâya yardım eder, daha çok ecre nâil olurum!" şeklinde zannî bir sebebe sarılmış ve nefsinin şiddetli talebine yenilmiş olarak üçüncü kez Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yanına gitti ve:

"-Seni hak peygamber olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakîr fukarâyı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim!.." dedi.

Nihâyet bu kadar ısrar karşısında Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-Yâ Rabbî! Sâlebe'ye istediği dünyâlığı ver!" diye duâ eyledi.

Çok geçmeden bu duâ vesîlesiyle Allâh Teâlâ, Sâlebe'ye büyük bir zenginlik ihsân etti. Sürüleri dağı taşı doldurdu. Lâkin o âna kadar "mescid kuşu" ifâdesi ile vasıflandırılan Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemâati aksatmaya başladı. Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.

Birgün onun durumunu sorup öğrenen Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"-Sâlebe'ye yazık oldu!.." buyurdular.

Sâlebe'nin gaflet ve cehâleti, bu yaptıklarıyla kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen memûrlara:

"-Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!" deyip, daha evvel vereceğini va'dettikleri şöyle dursun, fakîr fukarânın âyetle sâbit olan asgarî hakkını dahî vermekten kaçınacak kadar ileri gitti. Münâfıklardan oldu.

Bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

"Onlardan (münâfıklardan) kimi de: Eğer Allâh, lutuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye Allâh'a söz verdi."

"Fakat Allâh, onlara lutfundan (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allâh'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler." (et-Tevbe, 75-76)

Kendi ahmaklığı yüzünden Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in îkâzını dinlemeyerek hareket edip de sefîl ve perîşân bir şekilde bedbaht ve hazîn bir âkıbete dûçâr olan Sâlebe, dünyânın geçici servetine aldanarak ebediyyet fukarâsı olmuştu. Büyük bir pişmanlık içinde ölürken kulaklarında Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in şu sözleri çınlıyordu âdetâ:

"-Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır..."

Ancak bu îkâza kulak vermemiş bulunan Sâlebe, fânî servetinin kendisini perîşân eden girdapları içinde sonsuz bir elem ve ızdıraba dûçâr olarak can verdi. Seâdet zannettiği kısacık bir an ve az bir mala mukâbil, ebedî bir seâdeti ahmakça mahvetti.

Sâlebe'nin yukarıda nakledilen hikâyesi, kaderi zorlamanın ve duâ âdâbına riâyet etmemenin fecî âkıbetini kavramamız için mükemmel bir misâldir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de, onun hakkındaki murâd-ı ilâhîyi bildiği halde -muhtemelen- ümmeti için böyle bir misâl vârid olsun diye Sâlebe'nin ısrarı üzerine arzu ettiği duâyı yapmıştır. Bizse, Cenâb-ı Hakk'dan bir şey isterken onun hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olduğu hususunda aklımıza gereğinden fazla güvenerek ısrarcı olmak yerine talebimizin ind-i ilâhîde makbûl ise kabûlünü istemeliyiz. Aksi halde lutuf içine saklanmış kahırları görememekten dolayı başımıza çâresiz dertler açarız. Duânın -sadaka gibi- mutlak kaderi değilse de muallak kaderi değiştireceği dînî bir gerçektir. Lâkin o değişikliğin -zahir ve bâtın- lehde olup olmadığı husûsunu sırf âciz aklımızla tâyin etmemiz büyük bir hatâdır. Duâ, Rabbin bize bir müsâadesi, nîmeti ve hattâ emridir. Lâkin onun muhtevâsını ferdî akıl ve hislerimizle doldursak da, bu muhtevânın mutlaka hayır olduğu husûsunda inâd etmemeli ve Allâh'tan "Yâ Rabb! Hayırlı ise lutfeyle!" diye niyazda bulunmayı ihmâl etmemelidir.

İnsanoğlundaki ihtiras, hadîs-i şerîfte şu şekilde ifâde buyurulur:

"Âdemoğlunun altından iki vâdîsi olsa, ister ki üçüncüsü olsun. Onun gözünü ancak toprak doyurur. Allâh -celle celâlühû- tevbe ede...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hırs hased ve kanâat
« Posted on: 26 Nisan 2024, 09:14:00 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hırs hased ve kanâat rüya tabiri,Hırs hased ve kanâat mekke canlı, Hırs hased ve kanâat kabe canlı yayın, Hırs hased ve kanâat Üç boyutlu kuran oku Hırs hased ve kanâat kuran ı kerim, Hırs hased ve kanâat peygamber kıssaları,Hırs hased ve kanâat ilitam ders soruları, Hırs hased ve kanâatönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes