๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 11 Mayıs 2010, 11:56:37



Konu Başlığı: Her zaman dosdoğru davranmak neden zordur
Gönderen: Sümeyye üzerinde 11 Mayıs 2010, 11:56:37
Her Zaman Dosdoğru Davranmak Neden Zordur?  



Rasyonel bir varlık olduğu kabulünden yo­­la çıkılarak, insanın her söz, tutum ve davranışının mantıklı ve tutarlı olması beklenir. Pratikte ise, insanın her söz, tutum ve davranışı rasyonel ve dosdoğru değildir. Ayrıca bunların her zaman iradî, şuurlu ve vicdan eksenli olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü insanın mâhiyetinde iradeye, akla, mantığa ve vicdana müdahale eden, bazen onları devre dışı bırakan hisler, dürtüler ve bunların oluşmasında esas rolü oynayan benlik ve nefis gibi yapılar bulunur. İnsan tabiatının belli nispette rasyonel, belli derecede de irrasyonel işlediği söylenebilir. Dolayısıyla insanı sadece rasyonel bir varlık olarak değerlendirmek, onun yaratılış hakikatine uygun olmaz.

İnsandan zaman zaman beklenmedik, akıldışı, tutarsız söz ve davranışların nasıl ortaya çıktığını açıklamak için, çeşitli hipotezler geliştirilmiştir. Bunlardan birine göre, insan hem özne (şuurlu, iradî ve vicdan ağırlıklı karar verip ona göre davranma hâli) hem de nesnedir (alışkanlıklarına, bağımlılıklarına, huylarına göre karar ve tepki verme hâli). Hayatın ilk yıllarında benlik ve karakter oluşurken, şuuraltı kazanımlarla şekillenen alışkanlıkların, huyların, bağımlılıkların harekete geçirici gücüne dayanan otomatik refleks ve tepkiler, farkında olmadan insanı nesne konumuna (veya mekanik, otomatik bir sisteme) dönüştürür. İslâmî literatürde, gaflete düşmek, nefsine mağlup olmak, şeytana uymak veya cismanî hayat mertebesine esir olmak gibi terimlerle ifade edilen bu durum, genellikle nefis (ego) merkezli bir hayat sürme olarak özetlenebilir.

Dış dünyadan gelen uyarıları, içe doğan arzu ve hevesleri sadece nefis (ego) seviyesinde tahlil edip, buna uygun cevaplarla yaşayan kişiler, bir bakıma mekanik (veya nesne) varlıklar kategorisindedir. Aksine, dış dünyadan gelen uyarıları, içine doğan arzu ve hevesleri, nefis (ego) yanında irade, akıl-şuur ve vicdan fakültelerinde de değerlendirip, ona göre karar verme, tercih yapma, tutum ve davranışlarını ayarlama durumu, insanı özne konumuna yükseltir. Bu seviyedeki iç kontrol noktası, İslâmî terminolojide kalb ve ruhun hayat dereceleri olarak tarif edilir. Bu perspektiften, duygu, düşünce ve davranışların düzenlenmesi için verilmiş iki kontrol noktasından biri, nefsanî (benlik-ego), diğeri de vicdanî-kalbî kontroldür. İnsanı gerçek insanî derinliğe ulaştıran ve cismaniyetten uzaklaştıran kontrol noktası ikincisidir. Bu modele göre, insanın sahip olduğu dürtü, huy, alışkanlık ve kâbiliyetler, düşük (nesne ağırlıklı) ve yüksek (özne ağırlıklı) seviyeli olmak üzere işlemektedir. Düşük seviyeli kontrolün aktif olduğu insanlarda alışkanlıklar, bağımlılıklar, hayvanî dürtüler ve arzular baskın iken, yüksek seviyeli kontrolün aktif olduğu kimselerde, iradî ve şuurlu tutum ve davranışlar, aşk muhabbet, tevazu, adalet, cesaret, yardımlaşma, dayanışma, bilgelik, iktisat, sabırlılık ve yumuşaklık gibi faziletler hâkim karakteri oluşturur.

İnsan fıtratına konulmuş iç yönetimin dual yapısı
İnsanda benliğin gelişmesi, irade-şuur ve vicdanî değerlerle bütünleşmeye başladığında, kişinin iç dünyasında tutum ve davranışlarını yönlendiren ve düzenleyen yüksek seviyeli kontrol noktası aktif hâle geçer. Çocukluk döneminde hayvanî hayat mertebesinde kontrol sağlayan egoyu, daha ileri yaşlarda vicdan kontrol etmeye başlar. İmanla beslenen vicdan ve gönül; İlâhî ahlâkı ve Allah rızasını öne çıkararak kişinin tutum ve davranışlarını düzenler. Kişinin ahlâkî-içtimaî ve mânevî olarak gelişme derecesine bağlı olarak, bu iki kontrol noktası bazı fertlerde tek bir kontrol noktasına indirgenebilir.

Sosyal bilimlerde tutum ve davranışlar, belli bir zaman dilimi içinde veya anlık olarak toplum seviyesinde analiz edilmek istendiğinde en çok kullanılan dağılış modellerinden biri, Gauss dağılımıdır (Çan Eğrisi). Çan eğrisinin önemli özelliği, yaklaşık simetrik oluşu, yani ortalama değerlerden her iki yönde sapmanın az çok eşit dağılışıdır. Ortalama insanların çoğunluğunda her iki kontrol noktası değişik derecelerde aktif iken, her iki ucun belli bir yüzdesinde iki kontrol noktasından sadece biri aktiftir; diğeri sönüktür veya tesiri yok denecek kadar azalmıştır. Teorikte herkes için tek kontrol noktasına sahip olmak mümkün iken, çok çeşitli faktörlere bağlı olarak, dağılışın her iki uç bölgelerinde çok az insan yüzdesi yer almaktadır. Pratikte insanların bu az kısmının tutum ve davranışları, tamamen nefsanî kontrole tâbi iken, bir o kadarının da simetrik olarak tutum ve davranışları, tamamen İlâhî ahlâk ve Allah rızası ile boyanmış vicdanî değerlerin kontrolü altındadır. Yani, insanların az bir kısmı vicdan ve gönlün kontrolünde faziletli, pozitif hislerle dolu, İlâhî ahlâkla yönlendirilen bir hayat sürer; başka bir az kısmı da, egosunun istekleri doğrultusunda nefis merkezli, negatif hislerle dolu şeytanî çizgide bir hayatı yaşar. Toplumun % 75-80'lik kısmını oluşturan ana kütle ise, iki kontrol noktasını birlikte kullandıklarından gel-gitlerin ağır bastığı bir hayatı yaşar. Dolayısıyla insanların büyük kısmının hayatında, düşük ve yüksek dereceli kontrol noktalarının tutum ve davranışlarına müdahil olmasından dolayı zaman zaman tutarlı ve dosdoğru bir gidişat, zaman zaman da tutarsızlıklar görülür. Çünkü insan tabiatı hem negatif hem pozitif hislerle, hem şeytanî hem rahmanî arzu ve isteklerle, hem nefis hem de vicdanla yoğrulduğundan, insanın tutum ve davranışlarında bu gri tonun ağırlıklı olması kaçınılmazdır. Kişi iletişimde bulunduğu ve birlikte çalıştığı insanların gri tutum ve davranışlarının ağırlıklı olarak hangi kontrol derecesinden kaynaklandığını iki ölçüyü kullanarak kolayca anlayabilir. Birincisinde, kişinin yaptığı doğru-iyi-güzel davranıştan beklentilerinin neye yönelik olduğuna (ego tatmini mi, yoksa Allah rızası mı?), diğerinde ise hak-hukuk ve adalet prensiplerine ne ölçüde riayet ettiğine ve ne derecede şeffafiyet ve dürüstlük sergilediğine bakılır. Dolayısıyla, sağlıklı bir benlik ve karakter gelişimi, sağlıklı bir toplum için vazgeçilemez bir önceliktir.

Müslüman ama mü'min olmayan insan tipi
Geçmiş dönemlerde Müslüman âlimler, insanda imandan bağımsız bazı faziletlerin ve güzel davranışların bulunup bulunmayacağını ve imansız İslâmiyet'in veya İslâmiyetsiz imanın Ahiret'te işe yarayıp yaramayacağını yoğun şekilde müzakere etmişlerdir. İnsanın İslâm fıtratı üzerinde yaratıldığı konusunda hemfikir olan âlimler, fıtratın içindeki evrensel İslâmî değerlerin (çalışkanlık, dürüstlük, temizlik, âdil olma, zarar vermeme, alçak gönüllülük vb) eğitimle açığa çıkarılıp korunduğunda, kişide iman olmasa dahi güzel sıfatların ve davranışların olabileceğine, kişinin hakka taraftar olup onu savunabileceğine ve pratiğe taşıyabileceğine karar vermişlerdir. Ancak Âhiret'te kurtuluş için iman ile güzel ve hayırlı işlerin (sâlih amel) beraberliğinin (iman-İslâm beraberliği) şart olduğunu vurgulamışlardır. Hayatın içinde, Allah'a iman etmediği hâlde, Müslüman vasıflarıyla yaşayanlar olduğu gibi, iman ettiği hâlde bu vasıflara aykırı hareket edenler de bulunmaktadır.

İnsanların büyük çoğunluğunun 'bazen ego öncelikli, bazen de vicdan merkezli tutum ve davranış sergilemesi' ve bu ikili kontrol mekanizmasının değişik derecelerde aktif olması, "Her mü'minin her tutum ve davranışının mü'mince olmasını mecburî kılmadığı gibi, her kâfirin de her vasfının küfür vasfı olması lâzım gelmez. Bazı insanlar mü'min ama gayrimüslim (Müslüman olmayan müminler) iken, bazı insanlar da Müslim ama gayr-ı mümin (imansız Müslüman) olabilir." hakikatini çok iyi açıklar. İslâmiyet, bu iki kontrol noktasının aralarındaki münasebetin yoğunluğuna bağlı olarak değişik derecelerde yaşanabilen fıtrat dinidir. Evrensel insanî değerlerin en mükemmel seviyede ifade edildiği İslâmiyet, hayatın içinde yaşanmaya başlandığında kültürün renkleriyle kırılmaya maruz kalır. Bundan dolayı, İslâmiyet'in ne derece hayata hayat olacağını, kişinin iman gücü ve derecesi kadar, fıtratındaki bu kontrol noktalarının nasıl çalıştığı, aldığı eğitim ve yaşadığı kültür de belirler.

Mü'min olmayan bir kimsede Müslüman sıfatların olabileceğine güzel bir örnek, bilgisayar biliminde sanal gerçeklik alanında buluşları olan, pankreas kanseri sebebiyle geçen yıl (25 Temmuz 2008) vefat eden Prof. Dr. Raundy Pausch adlı bilim insanıdır.* 2007 yılı Ağustos ayında pankreas kanseri metaztaza dönüşüp vücudunu sarmaya başladığında, kendisine 3–4 ay kadar ömrü kaldığı söylenmiştir. Ölmeden önce üniversitesinde son dersini yapmak isteyen R. Pausch, Batı dünyasında bir ilke imza atarak, görev yaptığı Carnegie Mellon Üniversitesi'nde 18 Eylül 2007 tarihinde konferans (http://www.thelastlecture.com) vermiştir. Bu konferansın en ilginç tarafı, "çocuklarıma ve öğrencilerime bırakabileceğim tavsiyeler" bölümünün İslâmiyet'in evrensel hakikatlerini ihtiva etmesidir. Dolayısıyla bütün insanlarla iman çizgisinde buluşamayabiliriz; ama İslâmiyet'in evrensel değerlerinde bütün insanlık buluşabilir. R. Pausch dinleyicilere şunları söylemektedir: "Hayat sana verilmiş sınırlı bir hediyedir. Şansın ve fırsatların sana gülmesi için hazır ol. Merak duygunu ve soru sorma isteğini asla kaybetme. Hayata karşı farkındalığını sürekli artır. Asla şikâyet etme. Kolay pes etme, vazgeçme ve yılma. Çok sıkı ve yoğun çalış, Elindeki imkânlara göre en iyisini yapmaya çalış. Her zaman ölçülü, bilimsel bir şüpheciliğe sahip ol. Onur ve haysiyetini çiğnetme. Ciddi, kararlı ve azimli ol. İnsanları üzüp kırdığında özür dilemeyi öğren. Hayatta yaptığın hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz.

Herkesin iyi tarafı var. Herkesin en iyi tarafını bulmaya çalış. İnsanların iyi taraflarıyla iletişim kur ve onlardan bir şeyler öğrenmeye bak. Hayatta bir takım kurmaya çalış veya bir takıma girmeye bak. Fert olarak yapabileceklerin sınırlıdır. Ekibindeki herkese saygı göster ve onları mükâfatlandır.

Sadakat ve vefa hissi, iki taraflı sürdürülebilir bir erdemdir. Tek taraflı vefa ve sadakat sürdürülemez. İnsanların sana söylediği her şeyi göz ardı edip ciddiye almazken, onların davranışları ve yaptıkları şeylerde tutarlı olup olmadığına dikkat etmelisin.

İnsanları idare etmeyi, kazanmayı ve dinlemeyi öğren. Çünkü bir gün ihtiyacın olan şeyi sana söyleyen bir kimse de, karşına çıkabilir. İnsanları dinleme ve onlardan bir şeyler öğrenme alışkanlığın varsa, bu fırsatı kaçırmamış olursun.

Her insana kendi ayakları üstünde durmalarını sağlayacak şekilde yardımcı olunmalı. İnsanlara yardım edeceksen, bu yardım onların rüyalarını, hayallerini ve hedeflerini gerçekleştirmelerini mümkün kılmalarını sağlayacak şekilde olmalı.

Herkesin kendi rekorunu kırabilmesine izin veren bir atmosfer ve iklim oluşturulmalıdır. İnsanı hayata hazırlayan ebeveynlerinden, öğretmenlerinden, danışmanlarından ve öğrencilerinden öğrendiği şeyler, onun hayatının temel alt yapısını oluşturur. Bu açıdan size yardım eden, destekleyen ebeveynlerinizi, öğretmenlerinizi hayırla anın."

R. Pausch'un imanı olmasa da, birçok Müslüman vasfını hayatında yaşadığı, talebelerine ve çocuklarına bu değerlere sahip çıkmayı tavsiye ettiği görülmektedir. Belki de Batı dünyasında kritik kurumlarda çalışan kimselerin bir dereceye kadar İslâmiyet'in düsturlarını yaşadıklarını gösteren bu tür örneklerin çok sayıda olması, onların her şeye rağmen başarılı olmalarının sebebini bir derece açıklayabilir.

Özetlersek, kişi sağlıklı, huzurlu ve verimli bir hayat için, gerekli disiplini ve ihtiyaç duyacağı enerjiyi, düşük ve yüksek seviyeli kontrol merkezlerinden alır. Belli bir sosyo-kültürel ve politik sistem içinde yaşamak mecburiyetinde olan insanda, dış çevreden gelen uyarıların tetiklediği ego merkezli nefsanî istek ve dürtülerle kalbî arzular ve vicdan vuruşur. Kişi bu durumda ya egosunu (nefsini) veya vicdan ve kalbinin sesini dinleyecek veya her ikisini mutlu edeceği gri bir tutum ve davranış sergileyecektir. Kişinin dış ve iç çevreden gelen negatif şeytanî uyarılara ve isteklere karşı direnebilmesi ve sabır göstermesi, aşk ve şevkine, rûhî güçlerinin kapasitesine ve yoğunluğuna bağlıdır. İnsanın cismanî arzularına karşı irade gücünü çalıştırması, sabırlı olması ve kendini disiplin altına alması, ancak belirli bir seviyede gönül ve vicdandan beslenen aşk ve şevk enerjisi varsa mümkün olur. Kişinin sahip olduğu iç enerjilerini koruyabilmesi için de, enerjisini tüketen şeylerden kendini uzak tutması, negatif enerjilerini pozitife dönüştürebilecek akıl, irade ve iman gücüne sahip olması gerekir. Bir başka ifadeyle, insanın cismanî hayat mertebesinden kalb ve ruhun hayat derecelerine doğru seyahat yolunda sabit kadem olması, yaratılış gâyesine uygun bir tercih olacaktır.

* Pausch R. (2008). The Last Lecture. Hyperion Audio; Unabridged edition. (April 10, 2008)


Hamza AYDIN


Konu Başlığı: Ynt: Her zaman dosdoğru davranmak neden zordur
Gönderen: queen üzerinde 11 Mayıs 2010, 11:59:56
şeytan ve nefsimiz rahat bıraksa her zaman doğru olacağız da onlar yakamızı bırakmıyor.