๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 08 Kasım 2010, 11:35:48



Konu Başlığı: Her sabah 15 şükür secdesi yapardı
Gönderen: Zehibe üzerinde 08 Kasım 2010, 11:35:48
Her sabah 15 şükür secdesi yapardı...

Zehra Kaplan



90 yaşında dar-ı bekaya göç eden Hanife Arışahin Hanımefendinin hayatından kısa notlar...

Her nefis ölümü tadacaktır” emrine boyun eğip Ramazan-ı Şerifin ilk haftasında bir kuşluk vakti başında yasin-i şerifler okunurken doksan yıllık bir ömrü tamamlayıp ruhunu yüce Allah’a teslim etti.

1915’te savaş ve kıtlık yıllarında Konya’nın Sille nahiyesinde dünyaya gözlerini açmıştı. Daha beş yaşındayken yetim kalmıştı. Annesi sabırlı bir hatundu. Üç ile beş yaşlarında iki kız yetim çocuğunu büyütebilmek, nâmerde muhtaç olmamak için zengin Rum evlerine temizliğe gidiyordu. Hayat kolay değildi. Zorluklara göğüs gererken gözyaşlarını körpe kuzularına göstermemek için gizli gizli ağlıyordu.

İlmin ve dinin kıymetini bilen acılı anacığı 6-7 yaşlarındayken onu mahalle mektebine okumaya göndermişti. Zekiydi, ağırbaşlı ve akıllı oluşundan dolayı onca öğrencinin arasından sıyrılıp hocanın gözüne girmeyi başarmıştı. Hocası bu hoşnutluğunu daha oniki yaşındayken onu biricik oğluna isteyerek göstermiş, onbeş yaşında da gelini olmuştu.

İlmi ile bir derya olan hocanın şimdi daha da yakınında, dizinin dibindeydi artık… Evleri gece gündüz ilim aşkı ile yananlarla dolup dolup boşalıyordu. Hoca hoşsohbetti, dili açık, hitabeti düzgündü. Ziyaretine gelenleri va’z u nasihatlerle, peygamber kıssalarıyla irşâd ederdi. Zaman su gibi aksa da hoca yorulmaz, dinleyiciler usanmaz, genç gelin bu nadide bilgileri pırıl pırıl zekasıyla beynine yerleştirirdi.

İlme, irşâda olan merakı o yıllarda başlamıştır. Bulduğu her dini eseri okurdu. 7-8 yaşlarındayken gittiği bir haftalık yeni yazı öğrenimi onun takvim yaprağı, gazete başlıklarını okumasına yardımcı olmuştur. Bu durum onu akranlarının arasında ayrıcalıklı kılıyordu.

Ömrü ilim öğrenmek ve öğretmekle geçmişti. Sık sık söylediği peygamber efendimizin (s.a.v) “Ya öğreten olacaksın ya da öğrenen, üçüncüsü olursan ziyandasın.” Hadis-i şerifine sımsıkı sarılarak yaşadı. Kendisinden asla boş ve faydasız söz işitemezdiniz. Dünyalık oturmalardan sıkılır, neşesi kaçardı. Dinlediği va’z u nasihatleri çevresindekilere defalarca aktarır eksiksiz ve ilavesiz anlatırdı. Hasta bile olsa sohbetlerde şifa bulur, dinçleşirdi. Kısacası onun ruhunun gıdası dini sohbetlerdi. Dünya ahiretin tarlasıdır, der; ne ekersek orada onu biçeceğimizi söylerdi. Kuran kurslarının öğretime başlamadığı yıllarda epeyce çocuğa Kur’ân okutmuş, dinin temel esaslarını öğretmişti. O, yavrucaklara kızmaz, sabır ve şefkatle muamele ederdi. Onda öyle şayân-ı hayret bir sabır vardı ki!… Evliliğinin altıncı yılında dualarla bulduğu oğlunu beş yaşındayken ani bir ölümle kaybettiğinde gösterdiği sabır ve tevekkül yakınlarını hayrette bırakmıştır. Eşinin zaman zaman oğlu için gözyaşı dökmesine asla razı olmuyor “veren o, alan o.” diye Rumeysa Hatun misali eşini teselli ediyordu.

Cenaze yıkamak gibi kutsal bir görevi üstlendiği o ilk günlerde gencecik yaşında dört çocuğunu öksüz bırakan biricik kızını sabırla, ağlamadan yıkayıp kefenlemesi de yine takdirle karşılanmış, o günlerde bu olay Konya’da çok konuşulmuştu.

Fakirliğin ve yokluğun kol gezdiği o yıllarda küçücük bir evde iktisatla sekiz kişilik nüfusu çekip çevirmeye çalışırken eşinin soğuk bir kış günü altı-yedi yaşlarında bir âmâ çocuğu eve getirip “hanım bu çocuğun bakımını üstlenelim, yavrucuğun kimsesi yok, handa kalıyormuş, altıncı çocuğumuz da bu olsun ne dersin?” teklifini itirazsız kabul etmiş. Yıkamış, paklamış, doyurmuş evlatlarıyla birlikte dini terbiye vermiş. Yaramaz ve çok hareketli olan bu çocuğa hep sabırla muamelede bulunmuş. Ta ki üç dört sene sonra bir kaza sonucu çocuğun vefat etmesine kadar… Bir sabır abidesi olan bu mü’mine hatun bu imtihandan da başarıyla çıkmasını bilmiştir.

Tasavvufu ve o yolun inceliklerini büyük aşk ehli olan Kuddûsi’nin divanını okuyarak öğrenmiş, yıllar yılı elinden hiç düşürmemiştir. Sıklıkla tekrarladığı şu mısralar Kuddûsi’ye aittir:

Ey rahmeti bol padişah

Cürmüm ile geldim sana

Ben eyledim hadsiz günah

Cürmüm ile geldim sana

Bir diğeri de:

Sen bu gaflet uykusundan ne acep uyanmadın?

Serseri gezdin cihanda ey deli uslanmadın!

Ömrünün sermayesini müsrifçe ettin telef

Bu şarâb-ı aşka bir kez parmağını banmadın

Kaside-i Bürde ise maddi manevi her sıkıntıya okuduğu bir başucu kitabıdır. Çevresindekilere de okuyup açıklamaktan büyük zevk alırdı. Ayrıca M. S. Ramazanoğlu Hazretlerinin Dualar ve Zikirler kitabının yarıya yakın bölümünü her sabah okumayı kendine vird edinmişti. Çevresindekiler de okumaları için ısrarla tavsiye ederdi. Haftada hatmini yaptığı Delâil-i Hayrât ise hiç aksatmadan yürüttüğü görevlerinin başında gelirdi. Kur’ân-ı Kerîm zaten vazgeçilmezlerinin arasındaydı. Sıklıkla indirdiği hatimlere ilaveten Yasin, Fetih, Vakıa, Tebareke ve Amme surelerini okur, bunların fayda ve ehemmiyetlerini yakınlarına izah ederdi. Mızraklı ilmihal ise fıkhî bilgileri noksansız öğrendiği, başa dönerek tekrar tekrar okuduğu değerli bir kitaptı. Bu mü’mine hatunun kahkaha ile güldüğü hiç görülmemişti. Gülenleri sevmez derhal neşesi kaçar;

“Ya cehennem yıkıldı mı?

Yıkılıp viran oldu mu?

Zebaniler dağıldı mı?

Duyup da ona mı güldün?

İnce sırat köprüsünü,

Geçip de ona mı güldün?” derdi.

Dünyanın bir oyun ve eğlenceden ibaret olmadığının bilincinde olmamızı isterdi. Öğütlerinin arasına edep ve hayasızlığın cemiyette ve ailede ne gibi yaralar açacağının idrakinde olmamızı söyler, şu beyitleri dilinden hiç düşürmezdi:

“Edep bir tâc imiş Nûr-i Hüdâ’dan

Giy ol tâcı emin ol her belâdan”

Yanında, oturuşuna dikkat etmeyen gençlere düzgün oturmalarını “Ben razı olurum da Allah razı olmaz.” diye uyarırdı. Torunlarının çocuklarını dizinin dibine oturtur, şu minik şiiri onlara el kol hareketleriyle öğretirdi:

Okursunuz bu Kur’ânı

Sahibini sorarsınız

Gördünüz mü bir hoş yapı

Yapan kimse ararsınız

Sahipsiz mi yerler, gökler

Düşününce insan anlar

Her şey bize ispat eder

Büyük kadir bir Allah var

Yukarıdaki satırlarda da belirttiğim gibi öğrenmeye ve öğretmeye aşık bu hanımın radyosu yanı başında durur, hangi saatte hangi hocanın konuşacağını bilir, siyasetten anlar, fikirlerini açıkça beyan ederdi. Bir ramazanı İzmir’de geçirmiştim. Geldiğimde bana ilk söylediği şey: “Radyoda Reyyan Kapısı programına A. Taşgetiren konuk oldu, çok güzellikler kaçırdın, yazık oldu.” derken yüz hatları gerçek bir üzüntüyü ifade ediyordu.

İstanbul’da Gönenli Mehmet Efendinin vaazlarını uzak semtte olmasına rağmen kaçırmaz, çok zorlanarak yazdığı mektuplara onun konuşmalarının can alıcı noktalarını ilave ederdi. İstanbul’da oğlunun yanında kaldığı yıllarda oranın manevi havasını doyasıya solur, din büyüklerinin, Osmanlı padişahlarının kabirlerini ziyaret eder; bundan da büyük haz alırdı. Tarih bilgisi de oldukça kuvvetliydi. Konuştu mu dolu dolu konuşur, karşısındakini etkilerdi. “Sıratı müstakim üzere dosdoğru ol.” ayetinin iyi bir tatbikçisiydi. Çevresindekilere “Minare gibi olun, kavak gibi olmayın; zira kavak rüzgar ne yandan eserse o tarafa eğilir. ”derdi. Din uygulamalarında tavizsizdi. Taviz tavizi getirir, şeytan tırnağını sokacak yer buldu mu gerisi kolay derdi. Ölümü, kıyameti, hesabı, sıratı derin derin düşünür, “o günün” dehşetinden için için ağlardı. Gayri ihtiyari şu mısralar dökülürdü dilinden:

Geçti isyan ömrüm neye halim varacak?

Var mıdır başka kapı yüz sürecek, yalvaracak?

Keremi lütfuna mazhar olamazsam şayet

O zaman ağlamanın faidesi olmayacak.

Sık sık söylediği bu satırlar hüznünü bir kat daha artırırdı. Yakınları “kendini niye bu kadar harap ediyorsun?”dediklerinde “Cahil cesaretli olur. Peygamberimizin benim bildiğimi sizler bilseydiniz az güler çok ağlardınız. ”hadisi şerifini hatırlatırdı. Sünneti seniyyeye çok önem verir, Parkinson hastalığının çok ilerlediği son yıllarda bile yemeklerden önce elleri yıkamak sünnettir diye zar zor bastonuna dayanarak lavaboya kadar gider, ellerini yıkardı.

En bariz vasıflarından biri de yalnız Allah için sevip yalnız Allah için buğz etmesiydi. Zamanı çok iyi kullanır, aldığımız her nefesten sorumluyuz diyerek durmadan dinlenmeden dudakları kıpır kıpır Allah’ı zikrederdi. Son nefesine kadar emr-i bil ma’ruf yapmıştı, ama yine de yetersiz kaldığı endişesine kapılarak “Bildiğini söylemeyen:dilsiz şeytandır. ”derdi. Hiç ayırt etmeden bütün din büyüklerini sever onlara söz söyletmezdi. Yıllar önce müridi olduğu M. S. Ramazanoğlu hazretlerine gönülden bağlıydı. Öyle bir zata bende olmak herkese nasip olmaz diyerek kendini şanslı addederdi.

Onda inanılmaz bir İmam Hatip Lisesi aşkı ve hayranlığı vardı. Bu okulun önünden geçerken duvarına yaslanır, bahçedeki çocuklara Allah’tan zihin açıklığı diler, ilmiyle âmil insanlar olmaları için dua ederdi. Hacıveyiszade merhumun: “Seyyid de kutub da bu okullardan çıkacak” sözünü tekrar eder, bu okulların bahçesinde geçenin bile diğerlerinden farklı olacağını ümit ederdi. Oniki torunu, bir oğlu ve iki damadı bu okullardan mezun olmuş, ilim hayranı bu mü’mine hatunun büyük arzusu gerçekleşmiştir.

Takdire şayan bir uygulaması da şuydu: Sabahları kalkınca on onbeşi bulan şükür secdeleri yapardı. Bunlar: Mü’min ve müslüman olduğu için, Hz. Muhammed’e ümmet olduğu için, sıhhatli olduğu, eli, gözü, kulağı, dili için, evlat ve ıyali için, kafir esaretinde olmadığı için ve daha pek çok şükretmesi gereken nimetler için… Bunca ibadetin yanı sıra o bir ev hanımıydı. Geceden kalkıp yoğurduğu bir tekne hamuru tandırda pişirir, onun da yarısını Kur’ân okuttuğu öğrencilerine yedirirdi. Evinin tuhafiye dükkanına çevirdiği bir odasında kadınlara basma pazen satarak eşinin geçim yükünü bir parça hafifletmeye çalışırdı. Güz geldiğinde bağ bozar, pekmez kaynatır pekmezin kokusunun gittiği yere kadar çocuklarına dağıttırırdı. İhtiyarlık kendini iyice hissettirdiğinde bir köşeye çekilip oturmamış, her bir ilmeğine besmele çekerek patik örmüş eşe dosta hediye etmişti.

Onu anlatmak bu satırlarda mümkün olmasa da hayatının kısa kesitlerine baktığınızda gerçek bir mü’min profilini görmek mümkündür sanırım.

Sağlığında cenazelerin bekletilmesini hiç tasvip etmez, kendisini de acele defnetmemizi isterdi. Her şey istediği gibi oldu. Hiç dilinden düşürmediği Rabb’ını zikrederek, başında Yasinler okunurken ramazanın ilk haftası 12 Ekim 2005 günü Hakk’a yürüdü. İkibuçuk yıl boyunca çektiği dayanılmaz acılarından hafiflemiş ve kurtulmuş olarak... İstediği takva hocaların elinde kızlarının ve torunlarının yardımıyla yıkanıp kefenlenerek öğle namazına yetiştirildi. Konya Hacıveyiszade camiinde tahminlerimizin çok ötesinde kalabalık bir cemaat cenaze namazını kıldı. Musalla mezarlığına evlatlarının yanına defnedildi. Ruhun şâd, makamın cennet, huri kızları yoldaşın, cennet taamları gıdan cennet libasları örtün olsun canım anneciğim. Merhume Hanife Arışahin’in ruhuna üç ihlas bir fatiha.