> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Hepimiz sorumluyuz
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hepimiz sorumluyuz  (Okunma Sayısı 1374 defa)
07 Ekim 2010, 15:29:13
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 07 Ekim 2010, 15:29:13 »



Hepimiz Sorumluyuz

Müslüman’ın aksiyonu da, sabrı da, ümidi de imanından kaynaklanır. Onun inancına göre, günler ALLAH’ın (cc) elindedir ve dilediği gibi evirip çevirmektedir. O’nun (c.c.) bu tasarrufu ise, inananların liyakatlerine göre değişmektedir. Bu yüzden muvakkat sıkıntı ve zorluk zamanlarında müminlerin dinde sabır ve sebat göstermeleri gerekir.


Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “ALLAH’ın menettiği hududu koruyan ile korumayan kimsenin misali, bir gemide kur’a ile yerlerini belirleyen kimselerin misali gibidir. Buna göre, bazıları geminin üst katına, bazıları ise, geminin alt katına yerleşirler. Geminin alt katında olanlar, susadıkları zaman üst kattakilere uğrayarak, “kendi bulunduğumuz kattan bir delik açsak ve üst kattakilere zarar vermesek” derler. Bu durumda, eğer üst kattakiler, onları bu istekleriyle baş başa bırakırlarsa, hepsi birlikte batmaya mahkumdur. Eğer onlara engel olurlarsa, hem onlar hem de kendileri kurtulur.” (Buharî, Şerike, 6)

Peygamberimizin (s.a.s.) bu hadis-i şeriflerinde, toplum bir gemiye benzetilir. İnsanlar da geminin içindeki birer yolcu misalidir. Bu geminin alt katında bulunanlar, su ihtiyaçlarını gidermek bahanesiyle gemiyi delmeye yeltendiklerinde, şayet üst katta olanlar buna engel olmazlarsa, hepsi birlikte batmaya mahkûmdur. Yani, bir kötülüğe sebep olanlar kadar, imkan ve sorumluluk dairesi içinde olduğu halde onu önlemeyip işlenmesine göz yumanlar da sorumludur. Bu sebeple, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak, bütün peygamberlerin gönderiliş gayelerinden biri olmuştur ve her Müslüman’ın hayat felsefesini oluşturur. En azından Müslümanlardan bir grubun bu görevi îfâ etmesi, dînî bir sorumluluktur. Fasit daire karşısında salih daire oluşturmaya çalışma, bu sorumluluğun gereğidir.

Toplumları kemiren ve yok eden faktörlerin hepsi, Kur’ân terminolojisinde bir yönüyle zulüm kelimesiyle ifade edilir. Ayrıca iktisadî ve insanî boyutlarıyla fesat kelimesi, insanlığın bozulmasına ve bir kaosa sürüklenmesine yol açan ahlâkî çözülme ve içtimaî tefessühle ilgilidir. Salâh ise, fesadın zıddıdır ve insan onuruna yaraşır bir hayat oluşturma ameliyesidir. Maalesef bir çok müfsit insan, yaptığı ifsadı salâh olarak göstermeye çalışmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de, çoğu yerde iman ve salih amel peş peşe zikredilir. Çünkü gerek ibadetlerde, gerek helal ve haramlarda, gerekse ahlâkî ve içtimaî nitelikli amellerde hep iman esas alınır. Belki de bu sebeple, Kur’ân-ı Kerimde ısrarla ihlas ve samimiyetin önemine vurgu yapılır; ALLAH’tan sakınma, korunma ve korkma anlamlarına gelen “takva” ile, ALLAH’ın her an gördüğü ve gözettiği şuurunu ifade eden “ihsan” müminlerin vasfı olarak ön plana çıkarılır.

Bunun tam aksi bir durum olarak, kalpleri hastalıklı olanlardan ve münafıklardan da bahsedilir. Münafıkların namaza tembel tembel kalkışları anlatıldığı gibi, içtimaî nitelikli amellerdeki ihmalleri de çoğu zaman iman zaafına bağlanır. Tembel tembel namaza kalkmak bir münafık sıfatıdır. Esasen, iman ve İslâm ayrımı bu noktada yapılır.

İman deruni duyguyu, İslâm ise tezahürü ifade eder. Normalde iç ve dışın uyumlu ve ahenkli olması gerekir ve bu uyum “mümin müslim” sıfatıyla tanımlanır. Eğer kişinin ibadet kategorisinde değerlendirilen amelleri imanından kaynaklanmıyorsa, “münafık” olarak adlandırılır. Münafıkların İslâm toplumuna zararları fazla olduğu için, ahiretteki azapları da daha büyük olacaktır. Yalnız münafık sıfatının, üçüncü şahısları suçlamadan ziyade, öncelikle Müslümanların vicdan muhasebesiyle ilgili olduğu unutulmamalıdır.

Bilindiği gibi, ayet ve hadislerdeki münafık tiplemesinde hep sıfatlar ve davranışlar esas alınır. Bu sebeple, bu sıfatları her müminin kendisini devamlı sorgulayacağı davranış kriterleri olarak değerlendirmek mümkündür. Bu da, kişilerin imanlarıyla doğru orantılı olacaktır. Büyük zatların kendi nifaklarından endişe etmelerini, elbette onların kılı kırk yaran dînî hassasiyetlerinde aramak gerekir. Esasen toplumu ayakta tutan da, bu hassasiyettir. Çünkü, nefis sorgulamasındaki ihmaller, topluma ve toplumla ilgili bütün sistemlere ergeç yansıyacaktır. Sonuçta, ALLAH’ın “Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, ALLAH o toplumda olan hali değiştirmez” (13/11; bkz. 8/53) hükmü işleyecektir ki, buna tarih felsefesi de denebilir. Zaten, değişmez sosyal yasaları ifade eden “sünnetullah” kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de benzeri vakalar için kullanılır.

Dinimizde namaz, oruç, hac ve zekat ibadet kategorisinde değerlendirildiği gibi, ALLAH yolunda gayret göstermek de ibadet kategorisinde değerlendirilir. Bu özelliğiyle her Müslüman’ın dinini hem yaşaması hem de yaşatması için çabalaması inancının gereğidir. Elbette yaşatma ideali için maddî ve manevî gayret göstermek gerekecektir. Bu da, malla ve canla olacaktır. ALLAH yolunda malla ve canla gayret gösterenler, ALLAH’ın övgüsüne mazhar olur. Bu uğurda servet ve imkan sahibi Müslümanların mazeret beyan etmeleri ise, yerilir.

Bazen müminlerden geride kalıp kadınlar gibi oturanlar, bazen de münafıklardan baygın baygın bakan ve çeşitli bahaneler ileri süren tipler anlatılır. Bu tiplerin mevsimin sıcaklığına itirazları, evimiz açık türü mazeretleri hep iman zaafına bağlanır. Bazen de Peygamberimizin (s.a.s.) seferlerinden birini, dönüşü olmayan gidiş zannettikleri durumda, “Peygamber ölecek de, siz ölmeyecek misiniz?” şeklinde hakikati görmeye çağıran ifadeler kullanılır ve “sanki ölüm insana kendi evinde bile gelmiyor mu?” ihtarı yapılır.

Ka’b b. Malik (r.a) gibiler ise, Tebük seferine katılamadığı için elli gün süreyle adeta cehennemî bir hayatı bu dünyada yaşamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de onların vicdan azapları, “olanca genişliğine rağmen dünya onlara dar gelmişti” (Tevbe, 9/119) ifadeleriyle tanımlanır.

Bu duyguyla sorumluluklarını ifa eden inananların, ahlâkî ve içtimaî davranışlarında herhangi bir olumsuzlukları olmasa bile, yine de, zaman zaman ideolojik suçlamalarla çeşitli tehditlere, hak mahrumiyetlerine, sürgünlere, hatta işkencelere maruz kaldıkları tarihî bir gerçektir. Zamanın zorba güçleri tarafından, ateş ve mancınık Hz. İbrahim (a.s) için hazırlanır. Hz. Zekeriya (a.s) şehit edilir. Oğlu Hz. Yahya (as) için testere eğelenir ve vücudu baştan ayağa biçilir. Hz. İsa (a.s) için çarmıh dikilir.

Hz. Yusuf (a.s) ise, ayrı bir destandır. Rüyasında 11 yıldız, güneş ve ayın kendisine secde ettiğini görür. Babası, rüyasını yorumlar ve endişelerini belirtir. Daha çocukluk dönemindeyken, kardeşlerinin hasediyle karşılaşır. Ölümüne ferman verirler. Fakat kuyuya atmakla yetinirler. Mısır’da kaçan bir köle olarak değersiz birkaç dirhem paha biçerler. O ise, reva görülen her şeye sabırla ve ümitle katlanır. Hatta, hapis hayatını iffetsiz yaşamaya tercih eder. ALLAH’ı anlatmaya orada da devam eder. Gerçekler anlaşılınca, aklanır. Babasının ümidi içinde saklıdır. Kardeşlerine kavuşunca, “bugün size kınama yok” (Yusuf, 12/92) ifadesini kullanır. Aynı söz bir kez de, Kainatın Efendisi (s.a.s.) tarafından Mekke fethinde tekrarlanır. Zaten, Yusuf suresi Peygamberimize (s.a.s.) hitapla başlar ve O’na hitapla sona erer.

Bu olaylara tarihî perspektiften bakıldığında, sonuç bazılarının beklentilerinin tam tersi tecelli etmiştir. Elbette diri diri yakmak için zevkle odun taşıyanlar, Hz. İbrahim’in (a.s) bütün semavî dinlerin ortak paydası olacağını düşünmemişlerdi. Haksız olarak peygamberleri öldürenler, kendilerine zillet ve meskenet vurulacağını beklememişlerdi. Hz. Musa’nın (a.s) öldürülmesine bahaneler arayanlar, O’nun (a.s) küçüklüğünden itibaren ALLAH’ın korumasında olduğunu anlayamamışlardı. Çarmıhta işkenceyle asılmasına hükmedenler, Hz. İsa’nın (a.s) en çok tâbîsi olan peygamberlerden biri olacağını ummamışlardı. Başına ödül koyarak Mekke’de yaşamasına bile tahammülleri olmayanlar, ALLAH’ın (c.c.) Hz. Muhammed’i (s.a.s.) tekrar anavatanına izzetle döndüreceğine ihtimal vermemişlerdi.

Kur’ân-ı Kerim’de, dînî inancı uğruna önceki milletlerin gösterdikleri fedakarlıklar da anlatılır. Firavunun iman eden sihirbazlara karşı savurduğu tehditler (A’raf, 7/124; Tâhâ, 20/71; Şuarâ, 26/49), ashab-ı uhdud (Burûc, 85/4) ve ashabı kehf olayları (Kehf, 18/9) fikrî sukutun kaba güç gösterisine dönüşmesini sergiler. Peygamberimiz (s.a.s.) de, Habbab b. Eret’in (r.a) müşriklerden karşılaştığı eziyetleri şikayet etmesi üzerine şöyle buyurur: “Sizden önce öyleleri vardı ki, yakalanıyor, kendisi için hazırlanan çukura konuyor, sonra bir testere ile vücudu başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazılarının etleri, demir taraklarla taranıyordu. Ama bütün bunlar yine de onları dinlerinden döndüremiyordu. Yemin ederek ifade ediyorum ki, ALLAH bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir kadın devesine binecek, San’a’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, ALLAH’tan başka hiçbir şeyden korku ve endişe duymayacaktır. Sadece, koyunu için saldıran kurt müstesna. Fakat siz acele ediyorsunuz.” (Buhari, Menakıb, 25)

Müslüman’ın aksiyonu da, sabrı da, ümidi de imanından kaynaklanır. Onun inancına göre, günler ALLAH’ın (c.c.) elindedir ve dilediği gibi evirip çevirmektedir. O’nun (c.c.) bu tasarrufu ise, inananların liyakatlerine göre değişmektedir. Bu yüzden muvakkat sıkıntı ve zorluk zamanlarında müminlerin dinde sabır ve sebat göstermeleri gerekir. Böyle davrananlar, “sadık ve takvalı olanlardır” (Bakara, 2/177). Zaten Kur’ân-ı Kerim...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hepimiz sorumluyuz
« Posted on: 28 Mart 2024, 13:35:17 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hepimiz sorumluyuz rüya tabiri,Hepimiz sorumluyuz mekke canlı, Hepimiz sorumluyuz kabe canlı yayın, Hepimiz sorumluyuz Üç boyutlu kuran oku Hepimiz sorumluyuz kuran ı kerim, Hepimiz sorumluyuz peygamber kıssaları,Hepimiz sorumluyuz ilitam ders soruları, Hepimiz sorumluyuz önlisans arapça,
Logged
07 Ekim 2010, 16:44:11
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 07 Ekim 2010, 16:44:11 »

İnsan olmak sorumlu olmaktır.

Resulullah buyurdular ki: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden mesuldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden mesuldür. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden mesuldür.” İbn-u Ömer der ki: “Bunları Resulullah`tan işitmiştim. Zannediyorum ki şöyle de demişti: “Kişi babasının malında çobandır, o da sürüsünden mesuldür.” 1
“Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab 33/72)
Her insan, öyle veya böyle çobandır. Güttüğü bir sürüsü, sahip olduğu bir otorite alanı, imkanları, gücü ve bunları nasıl idare edeceğine dair değer yargıları vardır. Kiminin sürüleri dağları, ovaları kaplayacak kadar çok; kimininki ise birkaç taneden ya da bir öküzle, bir sabandan ibarettir. Sahip olunanın azlığı veya çokluğu, insanı çoban olmaktan çıkarmaz. Zira insanoğlu, ne azı ne de çoğu olmamak üzere güttüğünden-güdebildiğinden sorumludur.2
Allah insanı, iyiyi ve kötüyü anlama (muhakeme), bunlardan birini tercih etme (irade) kabiliyetlerine sahip bir varlık olarak yaratmayı dilemiştir. Bu ayrıcalıklı özelliğin gereği olan bütün nitelik ve kabiliyetleri ona vermiştir. Buna bağlı olarak da, yaptığı-ettiği her şeyden sorumlu kılmıştır. İnsanoğlunu diğer varlıklardan ayıran en önemli husus da işte bu noktadır. Bütün yaratılmışlar isteyerek veya istemeyerek Allah’a boyun eğmişken insan, kendisine verilmiş olan bütün imkanları iyi veya kötüden biri doğrultusunda kullanabilir (güdebilir).
İyilik, her konuda Allah’ın dileğine uygun olandır. Allah’ın dileğine uygun hareket etmenin Kur’ani ifadesi ise yalnız Allah’a kulluktur ki, insanın yaratılış amacı da budur. Buna göre insandan beklenen, karmaşası ve çeşitliliğine rağmen hayatı asli görevi doğrultusunda tahlil etmesi ve hayatın her alanında kulluk görevine denk düşen bir tavır ortaya koymasıdır. İnsanın, yeryüzünde kendisine biçmesi gereken rol, üstlenmesi gereken sorumluluk bu olmalıdır. Tercihini kötüden yana kullanması ise zulmün nedenidir. Her şey gayet açık ve net olmasına rağmen emanete ihanet etmek, ancak cehaletinin ürünüdür.
İnsanın bir amaç için yaratıldığına, bu amacının Allah’a kulluk olduğuna dikkat çekmemizin ve insanın özellikleri ile yaratılış hedefleri arasındaki uygunluğu sorumluluk açısından dile getirmeye çalışmamızın nedeni:
- Bir yandan omuzlarımızda duran yükün ağırlığı ve ciddiyetine işaret etmek
- Diğer yandan, sorumluluklara uygun davranmanın gereğine dikkat çekmektir.
 
Sorumluluk bilinci, sahip olunan hayat görüşünün ürünüdür. İnsan nasıl bir dünya görüşüne sahipse, ona denk düşen bir sorumluluk anlayışına sahip olur. Yaratıcıyla, varlıkla, toplumla, kendisiyle olan ilişkisini de bu sorumluluk anlayışı belirler.
Dünyadan olabildiğince istifade etmek isteyen materyalist dünya görüşüne sahip biri, kendi çıkarlarının dışında her türlü bağ, vefa ve değere kayıtsız kalır. Ahlaki değerlere olan bağlılığı sosyal çevrenin baskısıyla, hak ve hukuka olan saygısı polisiye tedbirlerin etkisiyle sınırlıdır. Fırsatını yakaladıkça sınırları aşmakta bir sakınca görmez. Toplumun nereye gittiği, yarınlarının ne kadar aydınlık veya karanlık olduğu onu ilgilendirmez. İçinde yaşadığı toplumun doğru bilgiden uzak kalması, mahrum bırakılması ve zulme uğraması onun duyarlılıklarını harekete geçirmez. Eğer toplumsal bir şeyle ilgileniyorsa bu; kendi çıkarları veya çıkar ortaklıkları doğrultusunda “toplum mühendisliği” yapmaktan ibarettir.
Hayata madde ve menfaat penceresinden bakanların yanında; ahlaka ve dine sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen, sosyal konularda son derece sorumsuz bir hayat yaşayanları (mistik) da unutmamak gerekir. Sanki kendileri bir toplumun içinde yaşamıyormuş, sanki kendileri bu toplumun suçlarından hiç sorumlu tutulmayacakmış ve sanki toplumun başına gelen kendilerine hiç uğramayacakmış gibi kendi sınırlı alanlarında yaşayıp giderler.
Kısacası insan nasıl bir hayat görüşüne sahipse, sorumluluk anlayışı da ona göre şekillenir.
Hayatı Allah’a kulluktan ibaret bir süreç olarak algılayan İslam’a gelince:
Bu anlayış, karşılığını “Allah’tan başkasını ilah edinmeme” ilkesinde bulur. Hayatın her anında ve her alanında Allah’ın memnun olacağı şekilde davranmayı ifade eder. Buna paralel olarak, içinde bulunulan toplumun ve dünyanın meselelerine nasıl bir yakınlık ve uzaklık içinde bulunulacağı da bu ilkenin kapsamı içerisindedir. Bir Müslüman, temelde hiçbir şeye kayıtsız kalamaz. Çünkü yalnız Allah’a kulluk; bireysel ve toplumsal boyutta zulmü ve fesadı ortadan kaldırma, temizliği, iffeti, ahlakı ve adaleti tesis etme çabasıdır. Bunun, Müslümanlara getirdiği sorumluluk ise ne sadece ailesiyle, ne sadece içinde yaşadığı coğrafyayla ve ne de sadece aynı inancı paylaştığı insanlarla ilgilidir. Sadece ibadetle ve ahlaki konularla sınırlı olmadığı gibi, sadece hayatın belli başlı alanlarıyla da sınırlı değildir. İnsanı ilgilendiren her türlü konu, insanın yer aldığı her türlü alan ve insanın bulunduğu her yer Müslümanların ilgi alanı ve sorumluluk anlayışı içinde olmak zorundadır. Bu ilgi ve sorumluluk “insan”la da sınırlı değildir. Yaratıcıya karşı sorumluluk, diğer varlıklarla ilişkide de kayıtsızlıktan uzak olmayı gerektirir. Eşyayı ve doğayı hoyratça kullanmak ve tahrif etmek, bir çeşit zulümdür.
Bununla birlikte unutmamak gerekir ki, insan ancak gücü yeten şeyden sorumludur. Allah, adaletlilerin en adaletlisidir. Hiçbir varlığa verilmiş olan görev, o varlığın yetenek ve imkanlarından daha fazla değildir. İnsana yüklenen görev de öyledir ve onun imkan ve kabiliyetleriyle doğru orantılıdır. Allah hiç kimseden dağları yerinden oynatmasını, inanmayanları zorla ikna etmesini, değişmek istemeyen toplumları değiştirmesini beklemez. Herkesin sorumluluğu Allah’ın kendisine verdiği güç ve imkanlarla alakalıdır.
Müslümanlar açısından sorumluluk
Bir Müslüman, içinde bulunduğu zaman ve mekanda üzerine düşenleri anlamaya çalıştığında, sorumluluk kavramının kendisini çok farklı konulara ve boyutlara doğru zorladığını görecektir. Çünkü sorumluluk3, bir kavram olarak ele alınmak istendiğinde birçok konunun ve boyutun irdelenmesini gerektirir. Örneğin hukuki alanda; haklar ve görevler, yetkiler ve sorumluluklar, sorumlulukların kaynakları ve bedelleri, sonuçların kimi nasıl ilgilendirdiği gibi konular, sorumluluk kavramı içerisinde değerlendirilmek durumundadır. Sosyal alanda; bireysel ve toplumsal sorumlulukların birbiriyle ilişkisi, toplumsal olanın bireysel olanı ne zaman nasıl bir yükümlülük altında bırakacağı, aileden topluma ve dünyaya doğru bir öncelik-sonralık sıralaması gibi meseleler devreye girecektir. Kavram, isteyerek ve bilerek yapılan işlerle istem dışı veya kazara yapılan şeylerin insana nasıl bir sorumluluk yüklediği yönünde farklı bir açılım gösterecektir. Bunun yanında; ekonomi, siyaset, ahlak gibi birçok alana doğru genişleyecektir.
Sorumluluk, görev olarak tanımlandığında ne anlama gelir? Yapılan bir işten doğan sonucu üstlenmek açısından bakıldığında ne anlama gelir? Bunların her birisi incelemeye, üzerine yazılar yazmaya değer konular olmakla beraber bu yazının maksadı, böylesine kavramsal bir inceleme değildir. Bu yazının maksadı, bugün Müslümanların taşıması gereken sorumluluk anlayışının bizzat kendisine dikkat çekmektir ve hilafet, kulluk ya da sorumluluk kavramlarının mevcut şartlar içinde nasıl okunması gerektiğini ya da nasıl okunması gerektiğine dair “ben ne düşünüyorum”u tartışmaktır.
Böyle bir tartışmaya, yazının başında insanın konumuyla ilgili dile getirilen temel bazı konuları hatırlayarak başlamak gerekir:
İnsan, yaptıklarına karşı bir rehindir. Allah insanı bir sorumlulukla yeryüzüne indirirken bunun bir sınav olduğunu da bildirmiştir. Ya yaratıcının gösterdiği şekilde sorumluluk yerine getirilip mükafata ulaşılacak ya da bu gerçeğe sırt dönülerek sorumsuzca bir hayat yaşanacak, sonunda da azap hak edilecektir. Bundan kaçışın hiçbir yolu yoktur. O halde yapılması gereken en doğru şey, sorumlulukların ne olduğunu anlamaya çalışmaktır.
Müslümanların üzerine düşen sorumluluk nedir? Başka bir ifadeyle Müslüman olmanın gerektirdiği sorumluluk neleri içermektedir?
İbadetleri eksiksiz yerine getirmek midir sorumluluk, bunların üzerine bir o kadar daha katmak mı; fuhuş ve münkerden uzak kalabilmek için kendini toplumdan soyutlamak mı, yoksa toplumdaki kötülükleri düzeltmek adına her türlü renge bürünmek mi; zulümleri gördükçe zarara uğramamak için sessizliğe bürünmek mi, yoksa her gördüğü zulme alenen savaş açmak mı?...
Bizden önce de Allah’a karşı sorumluluğun ne olduğu anlaşılmaya çalışılmış, çeşitli şekillerde cevaplar bulunmuştur. Örneğin fıkhi yaklaşım, kulun Allah’a karşı görev ve sorumluluklarını “efal-i mükellefin”4 ile izah etmeye çalışmıştır. Helaller, haramlar, farzlar, sünnetler ve vacipler çerçevesinden sorumluluklar incelenmiştir. Yapılması gereken ibadetler, bu ibadetlerin ayrıntıları, yasaklanan şeyler ve bunların incelikleri, yapılmasıyla yapılmaması arasında önemli bir fark olmayan şeyler (mendup-müstehap, mübah, mekruh vs.) sayılıp dökülmüştür. Kendi içinde gerekliliği ve önemi inkar edilemese de, konuya bu çerçeveden yaklaşmanın sıkıntıları pek çoktur. Helalin, haramın, farzın ne olduğunu bilmek elbette gereklidir. Ancak sorumluluk olgusunu sadece belli bir çağın ihtiyaçlarına göre belirlenmiş helaller ve haramlar penceresinden görürsek, şartların ve ihtiyaçların değişmesiyle o kurallar güncelliğini yitirir, gelişen şartlar ve ihtiyaçlar karşısında ne yapılacağını bilemez hale geliriz.
Fıkhi yaklaşım bu tür sorunlar içerirken, sorumluluk anlayışıyla ilgili bir başka yaklaşım da; toplumda geçerli olan kötülüklere bulaşmamak, fuhuştan ve münkerden uzak durmak için dünyadan el etek çekmek ş...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes