๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Kasım 2010, 12:17:07



Konu Başlığı: Hasmı Hakiki
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Kasım 2010, 12:17:07
“Hasm-ı Hakiki”


İnsan; yoluna koyulduğu yaşam tarzı ve sisteminin adıyla tanınır ve değerlendirilir. Bu, onun hayat anlayışından hareketle, kişiliğinin oluşmasında, bir dünya görüşü edinmesinde en önemli ve en güçlü etkendir. Onun iman ettiği değerler sistemiyle sonuçlanan vasıfları ve bir ismi vardır artık: Teslim olmuş Müslüman, hakikate direnmekte ısrarcı olan inkârcı, başka yollar arayan izm’ci, , istikbar eden müstekbir, zayıf olan/bırakılan mustaz’af, akletmeyen cehil gibi.

Söz konusu olan bu hayat tarzlarından veya anlayışlarından biri olan cahiliye de bir düşünce biçimi, sistemi olmakla birlikte, bu düşünce biçimi veya sistemi onun tutum, tavır ve değer yargılarına verilen ad olmaktadır. Cahil ise bu anlayışı temsilen şu anlamlara gelmektedir: “ilimden boş olmak, gerçeğin dışında bir şeye itaat etmek veya hak olanın dışında eylemde bulunmak. (Müfredat)” Kuşkusuz adı geçen ilimden maksat ise vahyin dayanak olduğu ilimdir. Bu sebeple ilimden bir şey taşımayan kimsenin hayat adına söyledikleri ise Allah’ın söylemesini istedikleri değil; hevasının söylettirdiklerinden ibaret olur. Bu halin vardıracağı nokta ise, bilmediğini bilmemesinden öte bilmediğini savunur hale gelmesidir.

Önemli bir nokta da, cahil; okuma-yazma bilmeyen, mevki-makam sahibi olmayan, köylü ya da bedevi olan değildir. Bilakis okumuşluk cahilin cehline güç katar belki. Cehaletine payanda yapacağı bilgiyi ve politikayı öğrenir bu sayede. İlimden yoksun olmakla birlikte bu konuda şartlanmışlık düzeyinde tavır alan cahilin açmazları onda mizaç halini alır.  Ebu cehil ve onun muadillerinde bütünlük arz ederek neşet eden mizacın değişik şekillerde yansımalarını, cahiliyenin mirası ve âdeti olarak günümüzde de görmek şaşırtıcı değil.

Cahil, ilme ve akletmeye uzak olduğundan, doğal olarak aydınlıktan rahatsız olan yarasalara benzer. Bu sebepledir ki dogmacı olan cahil, peşin hüküm sahibi ve hazır yiyicidir. İşine geldiği gibi doğru ve gerçeği delillendirerek hüküm koyar. Hakkın kendisine ulaşması halinde o’na bir kılıf bulmakta pek mahir(!) davranarak; ‘bu eskilerin masallarıdır’ derken doğrunun üstünü geçmiş(irtica) yaftasıyla sıvamaya çalışır. Yine aynı cahil hakk’ı reddedişinin gerekçesi olarak; atalarını üzerinde bulduğu dine uymasını gösterebilmektedir. Bu düpedüz cahilin tutarsızlığının yansımasıdır ve bu tutarsızlığını, ölçütlerinin değişkenliğiyle de tespit etmek mümkündür.

Tevhid’den son derece rahatsız olan cahil, statüko veya din anlayışını korumak adına yoğun efor sarf eder. Zira tevhidin sebep olacağı; gayri meşru kazançlarını kaybetme korkusu uykusunu kaçırır. Din onun için ancak çıkarlarının maşası konumundadır.  Bu sebepledir ki dini, folklorik bir unsur olarak görüp geleneksel bir şekilde atalarının mirasını savunup durur. Cahile göre doğru; eskiden beri birileri tarafından uygulanıyor olması ve uygulayanların kalabalık olmasıyla ilgilidir.

Cahil, ötekileştirmede mahirdir. Ötekileştirdikleri etkisiz hale getirilmedikçe, yok edilmedikçe ya da mesajları anlamsızlaştırılmadıkça ona rahat yoktur. Mesajı ve mesajcıyı etkisiz kılmanın ilk basamağı olarak ‘etiketlemek’ çok önemli yöntemlerinden biridir. Peygambere uyguladıkları; ‘etiketle, boykot uygula, mesajı anlamsızlaştır ya da örtbas etmeye çalış, karala, tehdit et ve nihayetinde fiiliyatına son ver’ şeklinde sıralayabileceğimiz, asırlarca değişmeyen bu metodu vazgeçilmez klasiği olmuştur.

Cahil materyalist olduğundan maddeye verdiği kıymet terazide manaya verdiğinden çok daha ağır gelir. Zaten onun mana yönünü de hurafeler teşkil eder. Hele de o’nun hurafeci ve bid’atçi olduğu unutulmamalıdır. Her ne kadar akıl ve bilimden bahsediyor olsa da, bazı olumsuz durumlardan, başına gelen en ufak bir musibetten dolayı ne yapacağını bilemez bir halde efsunculara danışır, bildiği hurafeci yollarla yardıma nail olunmak ister. Bir bakarsınız ağzından gayri ihtiyari tek olan yaratıcısının ismi dökülüverir. Özrü kabahatinden büyük olan bu kişilik şecaat arz edeyim derken sirkatini söylediğini bilmiyor gözükmektedir. Aslında onun teslimiyet(!) içerisinde olduğunun göstergesi, meğerki sandıkta sakladığı seccade de, dedesinin hacca gitmesinde imiş. Cahilin bu tahsil görmüş ve modern versiyonu, Mekkeli akrabalarından cesur ve mert olamadığını; takiyye yaparak, eğilip büzülerek aşikâr etmektedir.

Arif N. Asya mısralarında ondan yana rahatsızlığını ifadelendirirken onun her zaman ve her yerde bulunduğundan yana rahatsızlığını şöyle şikâyet eder:

 

Ebu Cehil ölmedi Ya Muhammed

Ebu Leheb kıtalar dolaşıyor.

 

Ve yine Mehmed Akif, cahiliye kalıntısı olan cehaletten yakınırken, Müslümanlık iddiası taşıyanların bu kalıntıyı üzerlerinde taşıdıklarını ve düzeltmeye, asıl buradan başlanması gerektiği konusunda bir gerçekliğe de işaret eder:

 

Ey hasmı hakiki, seni öldürmeli evvel

Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el!



Yunus Polat