๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 23 Haziran 2010, 12:09:23



Konu Başlığı: Hac bir ömür yolculuğu
Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Haziran 2010, 12:09:23


HACC – Bir Ömür Yolculuğu  





Hac farizası, Müslümanların olduğu gibi ibadetlerin de buluşma yeri mesabesindedir. Namazın, infakın, orucun, cihadın, zikrin buluşma yeri... İnsanoğlunun yaratılış gayesinin ibadet olduğu nice ayet ve hadiste beyan edilmiştir. ( Ben cinleri ve insanları bana kulluk etmelerinin dışında başka bir gaye için yaratmadım - Zariyat: 56) (Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekat vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur - Beyine:5)
İbadetten gaye ise; gerek yerin, göğün, mahlukatın yaratılışını tefekkür etmek gibi batini olsun, gerekse de harici organlarla yapılan fiiller gibi zahiri olsun, insanın hür iradesi ve tercihiyle yaptığı tüm fiillerinde Allah’ın iradesine mutlak boyun eğiş ve tabi oluştur.
Böylelikle insan, Allah’ın kendisinden yükselmesini istediği seviyeye vararak hilafet görevini ifa etmeye kadir hale gelecektir. Allah-u Teala’nın şu ayette buyurduğu gibi: (Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi – Bakara:30) Yaratacağı varlığın halifeliğe şayan bir varlık olduğunu kendilerine göstermek için kendisine bazı isimler öğretmiş ve bunu meleklere göstermiştir. Ardından da halifesine secde edilmesini emrederek şöyle buyurmuştur: (Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler – 34)
İbadetin semeresi olarak; mümtaz bir birey ile birbirini tamamlayan ve kenetlenen bir toplum oluşur. Böylelikle ibadetin faydasının sadece ahiretle münhasır olmadığı, aynı zamanda bu dünyada da faydalarının olduğu anlaşılır. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır: (O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik – Araf: 96)
Bu yüzden İslam Peygamberi (S.A.S.), kötülüklerden ve çirkinliklerden alıkoyan takva ruhundan soyutlanmış bir namazın yorulma ve uykusuz kalmanın, aynı takva ruhundan tecrit edilmiş bir orucun aç ve susuz kalmanın, aynı takva ruhundan mahrum bir haccın da yorulma, mal ve zamanın ziyanından başka bir anlam taşımayacağına dikkatleri çekmiştir.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi hac farizasının eda edilmesinden gayenin takva ruhuyla ruhlanmak olduğunu Allah nice ayette belirtmiştir:
(Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının – Bakara:196)
Başka bir ayette:
(Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır – Hac:37). Binaenaleyh hac için çıkılan bu hayat yolculuğunda takva ruhunun ve cismin beraberliği şarttır.
Hac farizası, Müslümanların olduğu gibi ibadetlerin de buluşma yeri mesabesindedir. Namazın, infakın, orucun, cihadın, zikrin buluşma yeri... Bu kadar ibadeti içinde barındıran başka bir ibadet yoktur. Bu özelliğinden olsa gerek ki Allah ömürde bir defaya mahsus olmak üzere farz kılmıştır. Çünkü bu kadar ibadetin, bir yerde ve bir hayli kalabalık bir ortamda eda edilmesi kolay değildir.
(Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır – Al-i İmran.) Bu meşakkatli hakkın ifası ayetten de anlaşılacağı üzere imkanlarla alakalıdır. Bu imkan da hem bedeni ve hem de mali anlamdaki imanlardır. Kişi, bir yönüyle bedeni anlamda bu ibadetin üstesinden gelebilecek imkanlara sahip bulunmalıdır. Yani; sakatlık, delilik, ağır hastalık veya yolun güvenirliği, vize engeli gibi engeller bulunmamalıdır,. Diğer taraftan da o yolculuğun masraflarını karşılayabilecek kadar da ekonomik koşullarının iyi olması gerekir.
Tabi var olan ekonomik koşulların her şeyden önce helal olması elzemdir. Çünkü kabul edilmiş bir hacdan sonra kişi evine, annesinin kendisini doğurduğu gün gibi günahsız bir şekilde döner. Dönüşün bu şekilde olması için öncelikle başlangıcın kusursuz olması gerekir. Riyadan uzak, halis bir niyetle ve helal bir malla yapılacak olan hac sonrası kişi, yeni doğan bir bebeğin masumiyeti ve dolayısıyla cennette müstahak olacaksa, bunu ancak tüm bu koşulları oluşturması ve hac esnasında uyması gerekenleri yerine getirmesi halinde mümkün olabilecektir. Allah’a kurban sunan Habil ve Kabil’den Habil’in kurbanı kabul edilmişti. Çünkü O, kabul şartlarını tamamlamış ve şöyle demişti: (Diğeri de "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi – Maide: 27)
Kullarla ilgili hukuktan arınan kişi, niyetini de ihlaslı kılarak Allah’ın hukukunu da yerine getirmiş olur.
Haccın pek çok rüknü, İbrahim (A.S.)’ın ve ailesinin Mekke dağları arasında yaşadıkları bazı icraatları neticesinde oluşmuştur. Allah’ın emriyle İbrahim ve İsmail’in (A.S.) Kabe’yi inşa etmesi, Hacer (A.S.)’in yavrusuna su bulmak için Safa ve Merve arasında yaptığı telaşlı koşuşturma, gördüğü rüya üzerine oğlunu kurban etmeye götüren İbrahim ve ailesinin Mina’da şeytanla olan mücadeleleri ve onu taşlamaları, Allah’ın, oğlu yerine kendisine kurbanlık koyun göndermesi ve onun kurban edilmesi gibi… Bu icraatlar bilahare sembolik olarak tüm müminlerin ibadeti olarak emredilmiştir.
Adem ve Havva (A.S.)’ın dünyaya gönderilmelerinden sonra Arafat’ta buluşmalarının neticesi olarak yapılan Arafat vakfesi, Mina ve Müzdelife’de bekleyiş, Mekke ehlinin ihram yerleri ile Mekke ehli sayılmayanların ihram yerleri olan Mikat denen yerlerin belirlenmesi ve diğer hacla ilgili hükümler ise Peygamberimiz (S.A.S.) tarafından belirlenmiş ve demiştir ki: ( Menasikinizi-hac ibadetlerinizi- benden alınız. - Müslim).
Haccın diğer ibadetlerden ayrılan bir diğer özelliği de, pek çok erkanının sembolik olması, yani bireysel veya toplumsal bir anlam taşımıyor gibi görünmesi ve binaenaleyh ubudiyetin en bariz şekilde tecelli ettiği bir ibadet olmasıdır. Bundan hareketle alimler, ibadetleri ‘ma’kul-ül man’a (manası anlaşılan) ve ğayru ma’kul-il ma’na (manası anlaşılmayan) ibadetler olmak üzere iki kategoride ele almışlardır.
Abdestin temizliği sağlaması, namazda el pençe kıyama durmanın, rüku ve secde etmenin acizliğin ve tezellülün ifadesi olması, orucun bedensel faydalarının dışında fakirlerin halinin anlaşılmasını sağlaması, zekatın da aynı şekilde toplumsal dayanışmayı sağlaması vb. manalar içerdiği bilinmektedir. Ancak hac ibadetinde, taştan ibaret olan Kabe’yi tavaf etmek, Safa-Merve arasında gidip gelmek, Cemeratları taşlamak, Mina, Müzdelife ve Arafat’ta durmak gibi rükünlerin ilk bakışta diğer ibadetlerde olduğu gibi bazı manaları çıkarmak kolay değildir. Safa – Merve arasında gidip gelmek, Cemeratları taşlamak ne kadar sembolikse, tavafın ilk üç şavt’unda (turunda) ihram giysini sağ omuzun altına almak da o denli semboliktir. Çünkü, Müslümanlar Hudeybiye ateşkes antlaşması gereği bir yıl gecikmeyle yaptıkları umrede, Peygamber (S.A.S.)’in talimatıyla, müşriklerin zannının aksine güçlü olduklarını göstermek amacıyla sağ kollarını ve dolayısıyla pazularını dışarı çıkarmışlardı ve heybetle ilk üç tavafı yapmışlardı. Günümüzde böyle bir illet kalmadığı halde bu sünnet devam ede gelmektedir.
Bundan daha ötesine de gidebiliriz… İslam bir tevhit dini olduğundan maddi-manevi tüm pagan düşüncelere savaş açılmıştır. Putların ve putperestliğin kökünün kazınması için amansız bir savaş verilmiş, Kabe ve civarında dikilen, taşlardan yontma putlar paramparça edilmiştir.
Putlara ibadeti şirk sayan ve izaleleri için savaş açan Allah, putların yontulduğu taş cinsinden inşa edilmiş Kabe’nin önünde eğilmeyi, dua etmeyi, kapısında yalvarıp yakarmayı emrediyor. Taş cinsi itibariyle aynı olmalarına karşılık, birinin önünde eğilmek şirkin bir tezahürü olurken, diğerinin önünde eğilmek tevhidin bir gereğidir. Peki neden?
Bu sualin cevabı ubudiyet-uluhiyet ilişkisinde yatmaktadır. Ubudiyet; emredileni bila kayd-u şart yerine getirmeyi, neden ve niçin’lerin peşine düşmemeyi, ibadeti, içerdiği hikmetlere bakmaksızın eda etmeyi, ilahi emirlere sadece “işittik ve itaat ettik – Bakara: 285” demeyi gerektirir. Uluhiyet ise; dilediğini yapmayı (Hac: 18), bunu yaparken kimseye hesap verme mecburiyetinde olmamayı, bilakis kendisinin dışındaki herkesi yaptıklarından ötürü hesaba çekebilmeyi (Enbiya: 23) gerektirir. İşte böyle bir ubudiyet-uluhiyet ilişkisinin en fazla tebarüz ettiği ibadet hac olsa gerek. Bu da; çok sıcak bir coğrafyada, kapkara taşlar arasında, ne hikmetler içerdiğine bakılmaksızın, Müslümanların dünyanın dört bir yanından “lebbeyk allahümme lebbeyk” nidalarıyla Rablerinin davetine icabet ederek bir ömür yolculuğuna çıkmalarındandır.
Aslında tüm ibadetlerin künhünde yatan ve yatması gereken de bu değil midir? “Abdestin temizliği sağlaması, namazda el pençe kıyama durmanın, rüku ve secde etmenin acizliğin ve tezellülün ifadesi olması, orucun bedensel faydalarının dışında fakirlerin halinin anlaşılmasını sağlaması, zekatın da aynı şekilde toplumsal dayanışmayı sağlaması”ndan ötürü eda edilmesi, tüm bunları ibadet olmaktan çıkarmaz mı? Kuşkusuz evet…İbadetlerdeki bu tür tali faydalar, asli gaye olan ubudiyetin önüne geçmemesi gerekir. Bu asıl gayenin akabinde bu faydaların oluşması ise “nurun ala nur”dur. Öyleyse; kainatta var olan herhangi bir mahluk hikmetsiz yaratılmadığı gibi, hiçbir ibadet de hikmetsiz değildir. Hikmetini idrak etsek de etmesek de…



Son zamanlarda, sözüm ona kimi ilahiyatçıların, boy göstererek din nosyonlu manevi bir hava (!) kattıkları magazin programlarında bu konulara da temas etmekten ve keyiflerince dini budamaktan geri kalmadıkları görülmektedir. Doğrusu Ramazan, bayram, hac, kurban vb. her dini münasebetle birlikte bu türden programları temaşa etmek artık nerdeyse vakıa-i adiyeden olmaya başladı. Son örneğini, yine hac konusunda hac ayları ve cemeratlar ile ilgili tartışmalarında gördüm. İlahiyatçı bir zat, Bakara: 197’deki (Hac, bilinen aylardadır) ayetinden yola çıkarak haccın Zil-Hicce ayına tahsis edilemeyeceğini, hac ayları olarak bilinen Şevval, Zil- Kade ve Zil-Hicce aylarının tümünde yapılabileceğini ve böylelikle bütün bu izdiham ve meşakkatlerden kurtulabilineceğini söylüyordu. Cemeratları taşlamakla ilgili olarak avamın diliyle konuşarak adına “şeytan taşlama” diyordu ve bunun saçma olduğunu, şeytanın orada olmadığını, Asr-ı Saadet’ten yüzyıllar sonra yapılan hadis çalışmalarının etkisiyle bunun hacca eklendiğini iddia ediyordu. Kendinden emin, ama doğrusu boynundan büyük laflar ediyordu. Mevzubahis hac konularının detayına girmeksizin, hac aylarının hangi aylar olduğu, Kuran’da geçen Kabe tavafının, Safa-Merve arasındaki sa’yin, Mina, Arafat ve Müzdelife beklemenin, kurban vermenin, saç kesmenin vs. nüsüklerin zaman ve keyfiyetlerini nasıl takdir ettiklerini doğrusu merak etmemek elde değil... Bunların takdirinin (( Menasikinizi-hac ibadetlerinizi- benden alınız. - Müslim) diye buyuran Peygamber (S.A.S.) tarafından belirlendiği ve ümmetin 1419 yıldır, her yıl bunu yüz binlerin, milyonların katılımıyla tekrar ettikleri halde dile getirilen bu enstantaneler, başta sahibine, sonra da Müslüman camiaya zarar verdiği izahtan varestedir.


“Şeytan taşlama” adı, Kuran’ın, sünnetin ya da bildiğim kadarıyla İslam alimlerinin kullandıkları bir kavram değil. Avamın yakıştırmasından başka bir şey değil. Hal böyle iken, bu isimlendirmeden yola çıkarak şeytanın orada olmadığı gibi absürd izahatlara gitmek anlamsızdır. İster bu tabir kullanılsın ister kullanılmasın şeytanın orada olduğunu ve taşlarla recm edilmeyi beklediğini iddia edebilecek bir akl-ı selim sahibi kimse var mı? Kabe’nin önünde eğilmek ne kadar Allah’ın Kabe’nin içinde olmasını gerektirmiyorsa, Cemeratlara taş atmak da şeytanın orada olmasını gerektirmiyor.
Allah, İbrahim (A.S.)’a rüyasında, yaşlandıktan sonra kendisine bahşedilen biricik oğlu İsmail (A.S.)’i kurban etmesini emredince bu ilahi emire itaatten başka seçeneği yoktu. Bunu oğlu İsmail’e iletince, sarsılmaz imanının gücüyle İsmail babasına şu cevabı verdi: (Dedi ki: (Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah, beni sabredenlerden bulacaksın – Saffat: 102). Baba İbrahim’in bu metanetinden bahsetmek mümkün de Anne Hacer’in metanetinden neden bahsedilmiyor? İlahi emirdir diye kocasının kendisi ve bebeğini “ekini olmayan bir vadiye yerleştirmesine – İbrahim: 37” rıza gösteren, çocuğunun susuzluğunu gidermek için Safa-Merve arasında bir o tarafa bir bu tarafa koşturan, yıllarca tek başına o vadide oğlunu besleyip büyüten Hacer, oğlu İsmail’e babasından daha müşfik değil miydi? Şüphesiz öyleydi. Ancak O’nun da boynu ilahi emir karşısında kıldan inceydi.
Ebeveyn ve oğlun bu kabullerinden sonra İbrahim, İsmail’i (A.S.) kurban etmeye götürürken şeytan bunlara vevese vermeye çalışır. Bir rivayette İsmail, bir rivayette İbrahim, bir rivayette de anne, baba ve oğlun hepsi Mina topraklarında üç ayrı yerde müvesvis şeytanı taşa tutmuşlardı. Müslümanlar, her yıl aynı o yerlerde, babalar İbrahim, anneler Hacer, çocuklar da İsmailleşerek kendilerine, Allah’tan ve dininden daha sevimli gelebilme istidadı taşıyan her şeye taş atarak ilahi ferman karşısında boyunlarının kıldan daha ince olduğunu ilan ederler. Ardından da bunun bir ispatı olarak Kabe-i Muazzama’ya gelerek hac tavafını yaparlar, Rablerine yalvarıp yakarırlar. İbrahim ailesi; takva tacını giydiklerinden Allah onlara bir çıkış yolu sunmuştur. Onlar gibi olanlara da aynı vaatte bulunuyor: (Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter… Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir – Talak:2-3-4)


Hac, taşıdığı bazı özelliklerinden ötürü cihat hükmündedir. Peygamber (S.A.S.) Aişe validemize (r.a.) kadınlar için (sizin cihadınız hactır – Buhari) demiştir. Ayrıca cihattaki zorluklar, yaralanma ve ölüm risklerine benzer riskler, gerek yolculuk esnasında gerekse de hac farizasının edası sırasında haccın kendisinde de mevcuttur. Taşıdığı bu risklerden ötürü hacca giden kimse, ölüme yakın olduğunu his ettiğinden ibadetlerini daha içten yapma gayretinde olur. Peygamber (S.A.S.) namaz için de (vedalaşmak üzere olanın – ölüm anı gelmiş olanın- namazı gibi namaz kılın) diye buyurmaktadır.
Ayrıca, cihatta şehit düşen kimsenin kefenlenmeden, üzerindeki elbiseleriyle defnedilmesi gibi, ihramlı iken vefat eden kimse de, kefenlenmeden, üzerindeki ihramlarla defnedilirler ve mahşer günü “lebbeyk allahümme lebbeyk” diyerek Rabbinin huzuruna gelir.
Mescid-i Haram’ın birer şubeleri hükmünde olan mescitlerde kimseye öncülük yoktur. Takva yarışında olan müminlerden her kim önce camiye gelirse en önde oturmayı o hak eder. Ancak bununla beraber bazı farklılıkların önüne geçilememektedir. Zengin, zengin giysisiyle, fakirse fakir elbisesiyle gelebildiğinden farklılıklar izale edilememektedir. Ancak hacda arızi olan bütün farklılıklar ortadan kalkar. Zengin-fakir, siyah-beyaz, genç-yaşlı vb. farklılıkları yaşayan herkes aynı elbise ve aynı zikirlerle Rablerinin davetine icabet ederler. (Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır – Hücurat:13) Bununla ilgili Peygamber (S.A.S.) Hicri 10. yılda yaptığı hacda irat ettiği Veda Hutbesinde de aynı noktaya işaret ediyordu: (İnsanlar ! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.)
Her meyvenin kendine has bir tadı olduğu gibi her ibadetin de kendine has özellikleri vardır. Önemli olan ubudiyet-uluhiyet ilişkisini iyi kavramak, her ibadetten kast edilen mesajın ne olduğunu bellemektir. Bu mesajın alınması oranında ibadetlerin farklı tatlarına varılır.


Mustafa Naim


Konu Başlığı: Ynt: Hac bir ömür yolculuğu
Gönderen: Liyla üzerinde 22 Aralık 2014, 14:45:43
Hac farz olan bir ibadet.Bu yüzden bu ibadeti diğer ibadetlerde de olduğu gibi çok dikkat ederek yapmalıyız.


Konu Başlığı: Ynt: Hac bir ömür yolculuğu
Gönderen: Bahrişan 8 üzerinde 23 Aralık 2014, 20:23:39
hacca giden herkese farz kılınmıştır  alah razı olsun paylaşımdan gerçekten güzel bir konu


Konu Başlığı: Ynt: Hac bir ömür yolculuğu
Gönderen: Rukiye Çekici üzerinde 26 Aralık 2014, 15:37:38
Bu ibadeti yerine getirmek insanı gerçekten de çok mutlu eder.


Konu Başlığı: Ynt: Hac bir ömür yolculuğu
Gönderen: Ceren üzerinde 26 Aralık 2014, 15:42:59
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan Sümeyye abla.Hac bir ömür yolculuğudur,yeni bir başlangıcıdır.Rabbim bizleri bu farz ibadetleri yapmayı nasip etsin inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Hac bir ömür yolculuğu
Gönderen: Burcu 8/B üzerinde 11 Ocak 2015, 23:04:00
ALEYKÜMSELAM.Bu konuda haccın en az bir defa ziyaret etmemiz zorunlu kılındığı anlatılmaktadır.Allah sizden razı olsun.Allah hepimize gitmeyi nasip etsin.AMİN.