๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Kasım 2010, 15:26:55



Konu Başlığı: Gönül baskısı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Kasım 2010, 15:26:55
Gönül Baskısı


Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur, Allah, işitendir, bilendir. (2/256).

Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? (10/99).

Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. (88/21)

Dudaklardan dökülen sözlerin şeklinin ötesinde kalpten gelecek inanışların kabulüyle başlayacak bir iman… Ve kalpte itminana erilmiş imanın lisanen tasdiki…

Kalpte oluşacak bir kabulleniş, iman ediş dıştan gelebilecek “zorlama (ve baskı)”yla oluşabilir mi? Oluşabilmiş gözüken gözükmenin ötesinde bir mânâ ifade eder mi?

 “İman ettik” diyenlere Allah, “Siz iman etmediniz, lâkin ‘İslam olduk, size inkıyad ettik.” deyiniz” dedirtiyor. Nebisi’ne… “Çünkü iman, yalnız dil ile ikrardan ibaret değildir. Kalpten sevgi, güven ve inançla kesin bir şekilde tasdik olması gerekir.”(2)

İmanın inanacak kişinin ruhuna sinmesi söz konusu iken, inanacak kişinin kendi iradesiyle kabullenmesi esas kabul ediliyor ve Rabb Teala onların, inanmayanların zorlanmasını istemiyorken (Yunus Suresi 99), vazifenin “öğüt vericilik – hatırlatıcılık” (Gaşiye Suresi 21) olduğu ifade ediliyorken mü’minin iman, ibadet konusunda bir baskı yapması söz konusu olabilir mi?

“Eğer rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi.” ayetine göre dünyada bir düzenleme olabilirdi. Ne var ki ilahi irade, imanın veya küfrün varlığını, dünya hayatı boyunca devam edecek bir mücadeleye bağlamıştır. Hz. Âdem’den bu yana insanlık tarihine baktığımızda bu hakikati bütün çıplaklığıyla görmemiz mümkündür. O halde: iman dünyası olarak yaşayacaksak, her zaman küfür dünyasının tecavüz, tasallut, hıyanet ve düşmanlıklarını bir lahza hatırdan çıkarmamalıyız. Küfrün imana karşı cibilli düşmanlığı, o cepheyi sürekli saldırganlığa iterken, onlarda, ölüler arasında dolaşıyor olma hissi uyarılmamalıdır. Ölen, ta baştan apaçık ölümünü görerek ölmeli, kalanda öyle kalmalıdır. Ta ki yarın Allah (c.c) karşısında kimsenin ileriye sürecek ve “Neden, Niçin? Diyecek bir mazeretleri kalmasın.”(3)

İmtihana gönderilen, yol ayrımında bulunan insanın kabulleneceği iman veya küfür yolu adına imanına teşvikçi olacak insan bir baskı uygulayacak olursa birilerinin imtihanını mı kolaylaştırmış olacaktır? Kabullenişe yardımcı olmak, teşvikçi olmak ayrıdır. Kitabına imana çağıracak olan insanın kitaba ters yöntemler uygulaması gerekir.

Ülkemizde bir ‘mahalle baskısı’ tabirinden yola çıkarak inanan insanların imanlarının amele dönüşmesi, bunun günübirlik hayata ibadet olarak yansıması; yolculukta, misafirlikte namaz kılması şeklinde tezahürleri, “Türkiye Malezyalılaşıyor mu?” çığırtkanlıkları…

İnanan inandığı, tebliğ etmeye çalıştığı meseleyi elbette temsil edecektir. Tebliğin temsile dönüşmesi tazyik değil tebliğ edilenlerin hayatın içinde olabilmesi demektir. Hayata aksettirilen bir dinin tezahürüdür…


 

1-Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı, Ali Bulaç, Pınar Yay, 1983

2-Hucurat Suresi Tefsiri, Prof. Dr. D. Aydüz, Yeni Akademi Yay. 2. Baskı

3-Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar, M. F. Gülen, Nil Yay, 2007

 

Şükreddin Aslanoğlu