๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 05 Kasım 2010, 16:26:31



Konu Başlığı: Gönlü İbadet ile Yoğurmak
Gönderen: Zehibe üzerinde 05 Kasım 2010, 16:26:31
Gönlü İbadet ile Yoğurmak

Sami Büyükkaynak

Allah (c.c.) Kıyamet Suresi’nin 36. ayeti kerimesinde “insan başıboş bırakılacağını mı zannetmektedir?’’ diye tüm insanlığa bir soru sormaktadır. Bu soru, insanoğlunun fıtratında “özgürce yaşama, bağımlı olmama’’ hasletinin olduğunu beyan eder. Bu haslet, Yüce Yaratan’a karşı sorumluluk noktasında tökezlemeleri, karşı çıkışları beraberinde getirmektedir. Özgür olma sevdasından meydana gelen ayak kaymaları, isyankarlıklar, insanı vurdumduymazlığa, bencilliğe hatta Allah’ın gösterdiği yolu örtmeye, O’nunla mücadele etmeye kadar sürükleyebiliyor. İnsan başıboşluktan ancak, “ibadet’’ sayesinde kurtulabilir. İbadet ile yoğrulmak, ibadet ile Allah’a vasıl olmak, insanı başıboş olma hayalinden kurtarır ve onu Allah’a yaran yapar. Bir hadisi kudsî’de “Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşır. O zaman ben onun tutan eli, gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı olurum’’ (Buhari, Rikak, 38, İbn Hanbel, Müsned; 6/ 256) buyuran Yüce Mevla, ibadeti “kendisine ulaşmanın’’ en önemli aracı olarak nitelemektedir. Aynı zamanda, “Ben insanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım’’ (Zariyat, 56) ayeti kerimesi de insanların yaratılış gayesinin “ibadet’’olduğunu ifade etmektedir.

Demek ki insanı Allah katında en değerli hale getiren şey, ibadeti O’na has kılarak, bu bilinçle bütün azaları disiplin altına almaktır. İbadet deyince akla sadece, namaz, oruç, hac, zekat gelir. Oysaki ibadet çok yönlü bir olgudur. Yani bütün organların kendine has ibadeti vardır. Mesela dilin ibadeti Allah’ı zikretmek olduğu gibi, hayır konuşmak, hayra çağırmak, yalan söylememek, gıybet etmemek, boş konuşmamak, koğuculuk yapmamak, iftirada bulunmamak gibi, dil ile yapılabilecek her türlü kötülükten sıyrılmaktır. Gözün ibadeti, Allah’ın yarattıklarını temaşa edip, ona hamd etmek olduğu gibi, bakılması menedilen yerlere bakmamak, lüzumsuz şeylerde gezinmemek de onun ibadetidir. İbadet çerçevesi o kadar geniştir ki, yolda insanlara eziyet veren bir şeyi kaldırmak dahi ibadet olarak kabul edilmektedir.

Allah (c.c.)’ın, Müslüman şahsiyetin kendisine samimiyetle ibadetini istemesi, onun hayatını şeytan ve yoldaşlarından korumak içindir. Çünkü ibadetle yoğrulan Müslüman kendisini Allah’la buluşturmuş, Allah onun bütün ahvaliyle birlikte olmuştur. šeytan ayette buyurulduğu üzere, sadece Allah’a yakın olanlara yanaşamamaktadır. Allah’a olan ibadette o kadar fazla yoğunlaşmak gerekiyor ki, onun verdiği doyumsuz haz, dünyaya ait hiçbir şeyi akla, fikre ve gönle getirmesin. İbadeti hayatın olmazsa olmazı haline getirmek, müslümanın Allah rızası için yaptığı her işi ibadet haline getirmektedir. İşte bu hale gelmek kişiyi kamil mümin derecesine yükseltmektedir. Kamil mümin, kaliteli mümin demektir. Bir varlığın kaliteli olması, onun numune-i imtisal olması anlamına gelir. Numune-i imtisal olmak salih olmak, salih olmak ise Allah’ın yakini, yaranı olmak demektir.

Gönlü ibadet ile yoğurmak, aklı, fikri, bütün azaları ibadete hazırlamak, onları ibadete teşvik etmekle mümkün olur. Bu da Allah’ı zikretmek ve imanın neşvesini hissetmekle elde edilir. Mutmain olan bir kalp ile yapılan ibadetin Allah katında değerini ölçmek mümkün değildir. “Malın ve evladın fayda etmeyeceği sadece ve sadece selîm bir kalbin fayda vereceği gün’’e (Şuara, 89) hazırlık yapmak, kalbi selîm bir hale getirmek, ibadet hayatını tüm azalara, hayatın tüm alanlarına yaymakla mümkün olacaktır. İnsan çift yönlü bir varlıktır. İyiliğe istidadı olduğu gibi kötülüğe de meyillidir. Kendisine emir veren bir nefse sahip olduğu gerçekliği vardır. Ama insanın iyiliği gündeminde tutması da kendi elindedir. Kendisine kötülüğü telkin eden nefsini, levvame nefse döndürmek, hatta Allah yolunda ibadet ve taat ile yoğrularak nefsi mutmaine hale gelmek. İşte o zaman ona “Sen dön o Rabbine, hem râdiye hem merdıyye (sen Rabbinden hoşnut, Rabbin senden hoşnut) de gir kullarım içine, gir cennetime!’’ (Fecr, 27, 30) nidası Allah’tan ona bahşediliverir. Yine insan, hep nefsinin emri altında olursa, nefsine Allah’a ibadeti telkin etmezse, o zaman o kimse ibadetsiz hale gelir, ibadetsizlik diğer azaları da etkiler. Artık böyle kimseden Allah’ın rızasına aykırı her türlü fiiller sudur eder. Bu hal onun kişiliğine sahip çıkar ve “esfel-i safilîn’’e doğru sürüklenir.

İşte bu yüzden dengeli bir hayata sahip olmamız gerekiyor. Kalbimiz, aşırı yemek yememizden, yağa, tuza dikkat etmememizden dolayı bize sinyaller göndermeye başlayınca, nasıl yememize, içmemize dikkat etmeye başlıyoruz, aynı şekilde ibadet hayatımızı da yediğimize, içtiğimize, kazandığımıza dikkat ederek dengeli tutmak zorundayız. Böyle yaptığımız zaman, ibadetimizin, kulluğumuzun tadına varacağız. Mutmaine yolunda olacağız. Allah’ın rızasının olduğu yolda ilerlemekten başka, müminin ne gayesi olabilir ki? Bu yolda yürümek, dengeli bir ibadet hayatıyla, gece seherlerde uyanık kalıp gece hayatına katılmakla, boğazdan geçene dikkat etmekle olmaktadır. Hayat kısa, katedilecek mesafe fazla. Bunun için ibadet aracına binmek gerekiyor. İbadet vasıtası bizi ancak ve ancak O’na ulaştırır. İbadet ve taat, işte huzur dolu bir hayat. Buyurmaz mısınız?