> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Hak ve adâlet
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hak ve adâlet  (Okunma Sayısı 634 defa)
02 Kasım 2010, 17:17:01
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 02 Kasım 2010, 17:17:01 »



Hak ve Adâlet


Bütün insânî güzellik ve mükemmelliği ihtivâ eden ve insanın rûhunu fazîlette zirveleştiren İslâm ahlâkı, hak ve adâlette de müstesnâ bir öze, sarsılmaz bir temele sahiptir. Çünkü insanlığın huzûru, ancak hak ve adâleti tevzî etmekle temin edilebilir.

O hâlde hak ve adâlet nedir?

En genel târifiyle:

Herkese ve her şeye hak ettiği şekilde muâmele etmek, doğru hüküm vermek, dengeli ve ölçülü davranmaktır.

Buna göre bir kimseye hak ettiğinden fazla vermek, başkalarının hakkını çiğnemek olduğu gibi, eksik vermek de, hakkı gasbetmek, yâni adâleti ihlâl etmektir. Gerçek mü’minler, böyle bir cürümden son derece sakınırlar. Yani mü’min, vicdânen, her hak sahibine hak ettiğini vermek mecbûriyetindedir.

Zîrâ İslâm, hayatın her safhasında ve her hâlükârda âdil davranmayı emretmektedir. Öyle ki, Allâh’ın râzı olduğu şekilde yaşamak, ancak hak ve adâlet dengesine riayet ölçüsünde gerçekleşir. Yani adâlet mefhumu, ilâhî emir ve yasakların merkezindedir. Dolayısıyla bu da, mü’minin; önce Yaratan’ına, sonra bütün mahlûkâta, sonra da kendi nefsine karşı âdil davranmasını gerektirir.

Şu hâlde her mü’min, ölçüp tartarken, insanlar arasında hüküm verirken, konuşurken, yazarken, şâhitlik ederken âdil davranmak mecbûriyetindedir. Ayrıca ilâhî hakîkatlere ve ibâdetlere de gereken ehemmiyeti göstermek ve onların hakkına riâyet etmek mecburiyeti de vardır. Çünkü bu, Cenâb-ı Hak için bir hak, kul için bir borç ve vazîfedir.

Eğer bir mü’min, bu şuur ile hak ve adâlet ölçüleri içerisinde yaşarsa, “ahsen-i takvîm”e, yâni “en güzel yaratılış kıvâmı”na ulaşır. Çünkü hak ve adâlet, Allâh’ın sıfatlarındandır. “el-Adl” ism-i şerîfi, Allah Teâlâ’nın, hak ve adâletin mutlak sahibi ve bizzat kendisi olduğunu ifâde eder.

Cenâb-ı Hakk’ın bu yüce ismi, her zaman tecellî hâlindedir. Bilhassa ilâhî mahkemenin kurulacağı âhirette bütün ihtişamıyla tecellî edecektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Biz, kıyâmet günü için adâlet terâzileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahî olsa, onu (adâlet terâzisine) getiririz. Hesap gören olarak Biz (herkese) yeteriz.” (el-Enbiyâ, 47)

Unutmamalı ki, kullarına hak ve adâleti emreden Allah Teâlâ, dâimâ mazlumların yanındadır. Dünya âleminde hak, hukuk ve adâleti çiğneyerek yakayı kurtardığını zannedenler, birgün



“Hâkimlerin Hâkimi” Allah Teâlâ’nın huzûrunda boyun büküp hesap vereceklerdir.

Diyebiliriz ki hak ve adâlet bahsinde en büyük hesabı, varlıklar içerisinde insanoğlu verecektir. Çünkü insan, yaratılmışların en şereflisi olarak bütün varlıkların kendisine âmâde kılınması dolayısıyla onların hak ve hukuklarının mes’ûliyetini de üzerine almıştır. Yani insan, sadece kendine âit hakları değil, bütün varlıkların haklarını korumakla da vazifelidir. Yani bitkilerin de, hayvanların da, eşyanın da haklarını muhâfaza mes’ûliyeti, insana âittir.

Bu bakımdan Hak dostları, diğer varlıkların haklarına riâyet hususunda da son derecede hassâsiyet göstererek bizlere örnek olmuşlardır. Şu misal pek mânidardır:

Hak dostlarından Bâye zid-i Bis tâ mî Hazretleri, bir ye re se ya hat eder ken bir ağaç al tın da du rur ve ye mek yer. Ardından yoluna devam eder. Bir müddet gittikten sonra, tor ba sı nın üze rin de bir ka rın ca gö rür ve:

“–Al lâh’ın bu mah lû ku nu va tanından ayrı düşürdüm.” di ye rek ge ri dö ner. Ka rın ca yı tek rar o ağa cın al tı na bı ra kır.

Şâir Firdevsî, Şehnâme adlı eserinde ne güzel söyler:

“Bir yem tânesi çeken karıncayı dahî incitme! Çünkü onun da canı vardır. Can ise, tatlı ve hoştur.”

Üstelik kıyamet günü insanoğluyla beraber diğer varlıklar da dirilecekler ve dünyada iken çiğnenen haklarını alacaklardır. Bu itibarla bir hayvana cefâ vermek, onu haddinden fazla yormak, hattâ lüzumsuz yere yaş bir dalı koparmak bile dînen yasaklanmıştır. Hattâ zararlı bir mahlûku zarûret dolayısıyla öldürürken dahî zulmetmek câiz kılınmamıştır. Meselâ bir yılanı bertaraf ederken bile, eziyet etmeden, bir vuruşta öldürmek emredilmiştir.

Velhâsıl her mü’min, hak ve hukûkun derin mânâsını en güzel şekilde kavramak ve hayâtı boyunca da adâlet terâzîsini düzgün kullanmak mecbûriyetindedir. Mü’min için, hak ve adâleti yaşamak ve tevzî etmek, en büyük fazîlettir. Olgunluk yolunda mesafe alan has kullar için bir üst fazîlet daha vardır ki o da;

ADÂLETTE AF FAZÎLETİ…



Îman ve ahlâkta yüksek bir görüş ufkuna ulaşan kâmil mü’minler, kendilerine karşı işlenen kusurlara, adâlet yerine, af ve merhametle mukâbele etmeyi tercih ederler. Zîrâ âhiretteki ilâhî mîzanda Cenâb-ı Hakk’ın, kendilerine adâletle değil; af, merhamet, lutuf ve ihsân ile mukâbele etmesini ümîd ederler. Bu güzel ahlâk, Cenâb-ı Hak tarafından şöyle takdîr edilmektedir:

“Eğer cezâ verecekseniz, size yapılan eziyetin misliyle cezâ verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.” (en-Nahl, 126)

Bütün mesele, âhirette Hak Teâlâ’nın lutf u keremiyle mukâbele görmek değil midir?

Bunun için sâlih ve ârif kullar, bugün kendi şahıslarına yapılan ezâ ve cefâlara aynıyla mukâbele etmezler ve cezâlandırmaya da yönelmezler. Allah için sabra sarılıp öfkelerini yutarlar. Daima af ve müsâmaha yolunu tutarlar. Böylece Allâh’ın kullarını affede affede, ilâhî affa lâyık hâle gelmeye çalışırlar.

İşte bu düsturla Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, kızı Âişe vâlidemize iftirâ atan şahsı affetmiş ve ona sadaka vermeye devâm etmiştir. Bu yüce ahlâkı teşvik eden şu âyet-i kerîme ne kadar mânidardır:

“İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabâya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; ferâgat göstersinler. Allâh’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız?..” (en-Nûr, 22)

Bu itibarla ârif kullar;

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34) âyetinin muktezâsınca hareket ederler.

Bu ahlâkın Kur’ân-ı Kerîm’deki en güzel misallerinden bir diğeri de, kardeşlerinin ağır zulmüne mâruz kalan Yûsuf -aleyhisselâm-’dır. O büyük peygamber, kendisinden yardım istemeye gelen kardeşlerine kendini tanıtmadan her dâim ikram ve ihsanlarda bulundu. Onlar da bu cömert ikramlardan sonra onun Yûsuf olduğunu anlayınca şâhit oldukları bu yüksek fazîlet karşısında hakkı teslim ettiler ve:

“«Allâh’a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hatâya düşmüşüz.» dediler.” (Yûsuf, 91)

Hazret-i Yûsuf ise büyük bir af örneği sergileyerek:

“Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 92) demek sûretiyle fazîletini daha da ziyâdeleştirdi.

Ayrıca:

“…Aramızı şeytan bozdu!..” (Yûsuf, 100) ifâdesiyle, suçu kardeşlerine değil, iblise izâfe etti. Sonra da:

“Ben bir köle olarak satıldım. Sizin sâyenizde Mısır’da da peygamber evlâdı olduğum bilindi.” dedi ve fazîlet üstüne fazîlet sergiledi.

Böylece kardeşlerinin, vaktiyle kendisine yapmış olduğu zulüm ve haksızlıkların üstüne bir af perdesi çekerek onları bağışladı. Netice itibârıyla, sergilediği bu üstün fazîlet ve ahlâk sâyesinde onları kendisine mest eyledi.

Bu yüce ahlâktan hareketle diyebiliriz ki, suçlular hakkında adâleti merhamete dönüştürerek onları affetmek, apayrı bir ıslah ve irşad metodudur. Tabiî suçlunun pişmanlık ve nedâmet duyması şartıyla…

Unutmamalı ki, suçlu şahsın bir daha o suçu işlememeye dâir samîmî pişmanlık duyması hâlinde onu affetmek, cezâlandırmaktan, çok daha hayırlıdır. Fakat suçlunun böyle bir nedâmet göstermediği durumlarda affetmek, bir fazîlet olmaktan çıkar. Yani merhamet ve af tavsiyesi, suçlu şahsın davranış ve karakterine göre netice verir.

Meselâ suçunda ısrar eden fâsık ve zâlim birini affetmek, onu zulüm ve haksızlığa cesâretlendirmek, hattâ teşvik etmekten başka bir işe yaramaz. Böyle olunca şahsa karşı işlenen kusurları affetmede, bir ıslah ihtimâli görünmüyorsa, suçlunun cezâlandırılmasını istemek, mağdurun en tabiî hakkıdır.

Diğer taraftan ferdî ve şahsî meselelerde, kusurlu şahsın ıslâhı için onu affetmek, fazîlet ve takvâya daha uygun olmakla birlikte, başkalarını veya umûmu ilgilendiren meselelerde, adâletin tam olarak yerini bulması îcâb eder. Aksi hâlde cezâsız kalan suçlar, suçluların daha da azgınlaşmasına sebep olur. Bundan da bütün bir toplum zarar görür, herkese zulmedilmiş olur.

Hayat rehberimiz Rasûl-i Ekrem Efendimiz, şahsına yapılan kusurları affederdi. Lâkin başkalarına karşı işlenen haksızlıklara tahammül edemez, hak sahipleri haklarını alıncaya kadar teskin olamaz, huzur bulamazdı. Böylece mutlaka adâleti temin ederdi.

İşte hak ve adâlet sahibi olmanın bir ölçüsü de budur.

Bu şekilde âdil olabilen kimseler, aynı şekilde adâletli davranışlara mazhar olurlar. Yani insanlarla münâsebetlerimizde önce kendimiz âdil olmalıyız ki başkalarından da adâlet beklemeye hakkımız olsun. Çünkü beşerî hayâtın huzur ve saâdeti, hak ve adâlet terâzîsinin karşılıklı dengede tutulmasına bağlıdır.

Hâsılı bütün bu gerçekler etrafında adâlet mefhûmu, toplumlardaki nizam, insicam ve huzur için vazgeçilmez, hayâtî bir ihtiyaçtır.

Ancak bu mefhum, insanoğlunun, Rabbine karşı sahip olması gereken şuur ve hislerinde çok farklı bir muhtevâ arz eder.

Yâni...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hak ve adâlet
« Posted on: 28 Mart 2024, 23:03:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hak ve adâlet rüya tabiri,Hak ve adâlet mekke canlı, Hak ve adâlet kabe canlı yayın, Hak ve adâlet Üç boyutlu kuran oku Hak ve adâlet kuran ı kerim, Hak ve adâlet peygamber kıssaları,Hak ve adâlet ilitam ders soruları, Hak ve adâletönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes