> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Gölgeler kentinde bir gün
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Gölgeler kentinde bir gün  (Okunma Sayısı 822 defa)
04 Aralık 2010, 16:01:15
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 04 Aralık 2010, 16:01:15 »



Gölgeler Kentinde Bir Gün

 
Mustafa Doğan

  “Bir gölge kadar gerçek olan bu kentte,

                                       her şey iğreti her şey emanet”



Günlerden perşembe. Hava giderek kararıyor ve etrafı soğuk gölgeler kaplıyor. Giderek artan soğuk hava, ince bir sızıyla tüm bedenime dağılıyor. Etrafta bulunan her şeyle birlikte ben de üşüyorum. Yürüyorum ve gün boyu biriken sıkıntıyı dağıtmaya çalışıyorum. Kış aylarında belki zor oluyor ama bu mevsimin kıymetini biliyorum. Ve her gün düzenli olarak yürüyorum.

Şehrin kalabalığı, trafiğin yoğunluğu, insanların akşam telaşı, bitmek bilmeyen koşuşturmaları ve hırsları bu hazan mevsiminde biraz daha anlam kazanıyor. Hayat mücadelesi böyle bir şey olsa gerek. Zaman döngüsü bu mevsimde yeni bir boyuta evrilir gibi değişiyor. Her şey, binalar, sokaklar, kaldırımlar, evler, ağaçlar, kuşlar, insanlar ve biraz daha büyüyen çocuklar… Değişimle gelişim arasında bir noktada bulunarak birikimli bir sürecin imgeleri ile mütevazı bir muzafferiyeti temsil ediyorlar. Haliyle kendimi de bu sürece dâhil ediyorum. Geride kalanları, kazandıklarımı, yitirdiklerimi düşünüyorum. Her adımda yeni bir ufka uzanıyorum. Oradan oraya koşuyor ama sonra kendimi aynı yerde buluyorum.

Yani bir merkez var. Her şeyin kendisiyle anlam kazandığı bir düşünce ufku… Oraya gelir gelmez düşündüklerimin onun sınırları dâhilinde anlam kazandığını fark ediyorum. Yanılmıyorsam çokta geç olmayan bir zaman diliminde, dünyanın merkezi olarak kendimi keşfetmiştim. Ne de olsa etrafımda olanlar, onları düşündüğüm için vardı değil mi! Evet öyle olmalıydı. Düşünen bir irade, fark eden bir bilinçtim. Bu nedenle biricik bir gerçeklik olarak önemliydim. Kendimi bu nedenle sevmeye karar verdim. Bunu yaparken modern sapkınlıktan etkilenmediğimi söyleyemem ama ruh halim, suretin ötesinde bir varoluşa koşut bu hissiyatı besleyiverdi. Yani önemli olduğumu keşfettim. Ama bir sorun vardı. Bundan, yani bu düşündüklerimden etrafımdakilerin pekte haberi yoktu.

İşte bu büyük bir sorundu. Ne kadar çabaladıysam, ne kadar çalıştıysam bu sorunu aşamadım. Sanırım içe kapanık hallerim bu durumun yegâne nedeniydi. Sonrasında malum uğraşılar nedeniyle sıradan birisi oluverdim. Belki de ne olduğunu tam olarak bilemediğim, kimi zaman bir heyula olarak tasvir ettiğim sistem tarafından yola getirildim. Böylesine sıradan bir hayata mahkûm edilmenin memleket için kayıp olduğunu da düşünmüyor değilim. Oysa içimde dağların esintisi, yağmurun serpintisi vardır. Öyle bir coşku, öyle bir heyecan ki yer ve gök sarsılır. Gel gör ki böyle sıradan bir memur olarak çalışmak, gün boyu gelen ve giden evrakları kaydetmek her şeyi dizginleyiverdi.

Bu nedenle yürümek, sıkılan ruhuma, gün boyu oturduğum sandalyeden sonra iyice ağırlaşan vücuduma iyi geliyor. Bir nevi egzersiz yapıyorum. İşten çıkıyorum, bir saat kadar yürüdükten sonra birkaç parça bir şey alıp evin yolunu tutuyorum. Gerçi eve dönüş kısmını pek sevdiğim söylenemez ama artık ona da alışıverdim.

Aslında hanımı, çocuklarla birlikte memlekete göndermiş olduğum için eve gidesim yok. Alışkanlıktan olsa gerek, gidiyorum işte. Rafet’e göre bu fırsatı değerlendirmeliymişim. Bütçemize uygun bir yer biliyormuş. Kendimize zaman ayırmalıymışız. O anda yeniden anımsayıverdim. Ben hayatın yegâne öznesiydim. Biricik bir gerçeklik olarak kendime zaman ayırmalı, üç kuruş memur maaşımı bana bu gerçeği hatırlatanlara hediye etmeliydim. Bunun bir görev ve sorumluluk olduğu gibi garip bir duyguya kapılarak gitmek için kendimi zorladım. Kendimi ispat etmek için memur maaşını gözden çıkarmalıydım. Ama yapamadım. Taşralı hissiyatım baskın çıktı. Annemden kalan cimrilikten dolayı kendimi ispat edemedim. Tabi Rafet buna çok kızdı. En kısa zamanda bir psikiyatra görünmemi, çocukluğumla hesaplaşmam gerektiğini söyledi.

Haklıydı. Pek de parlak sayılmayacak bir çocukluğum vardı. Yedi kardeş bir arada, işçi bir babanın imkânları ve eli sıkı bir annenin kısıtlamalarıyla yetişiverdik. Sonra okul yılları başlardı. Yoğun bir eğitim süreciydi. Çok çalışıyorduk. Okul binaları eskiydi. Fakat biz tarihin önemini bilen bir nesil olarak bu emektar binalarda sathı aşan bir hissiyatla çalışıyorduk. Fırsat eşitliği ilkesi gereğince her sınıfa altmış yetmiş kişi olarak doluşuveriyor, altmış yetmiş yürek çelik bir duvar gibi bir bütün oluveriyorduk. Tek olmanın, bir olmanın hayatın özü olduğunu, farklı olmanın ise nifak olduğunu öğrenerek büyüyorduk. Çok çalışıyorduk. Her sabah toplu olarak yemin ediyor, yılın belli zamanlarında hazır kıta yürüyorduk. Varlığa ve hayata yeni bir nazarla bakarak muasır düşler görüyorduk. Gel gör ki bu ağır eğitimden sonrada sadece memur olabildik. Ama yok, gene de psikiyatra görünmeli, memur maaşından arta kalana ne varsa onunla paylaşmalıydım. Ne de olsa o bana çocukluğumun önemli olduğunu öğretecekti.

Sanırım bu gün fazla düşündüm. Şimdi Hatice olsa hemencecik fark ederdi. “Gene yüzün sararmış. Ne düşünüyorsun böyle anlamıyorum!” derdi. Hatice’ye göre düşünme hastalığına yakalanmışım. En kısa zamanda -tabi belli etmeden- Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesindeki arkadaşıma görünmeliyim diye düşünüverdim. Fakat onun uzmanlık alanının dışında olmam nedeni ile başka bir servise yönlendirildim. Sırada bekledim, evrak işleri ile uğraştım ama inancımı yitirmedim. “On yıldır Muhekemat Müdüriyetinde çalışmakta olan Abdullah GÖZÜPEK “düşünme hastalığına” yakalanmıştır.” Böyle bir rapor çıkabilirdi. Birkaç tanıdığı araya koydum. Ama doktor önce muayenehanesini ziyaret etmemi istedi. Tabi ziyarette hayır var diyerek yola koyuldum. Tanıştık, konuştuk, dertleştik. Çocukluğumdan pek bahsetmedik ama manik depresif hallerim olduğuna, bu anlamda çağın hastalıklarından birine tutulduğuma dair bir yargıya vardığını söyledi. Ben ne kadar hastalığım “düşünmek” desem de doktor, böylesi bir hastalığın toplumumuzda görülmesinin uzak bir ihtimal olduğuna dair uzun uzun konuştu. Sanırım durumun yasal olmayışından dolayı çamura yatıyordu. Üstelemedim; ama bir yüzlük vermeden de çıkamadım.

Akşamın ölgün ışıkları ıslak kaldırımlarda kaybolurken, yerini sarı lambalardan yansıyan soluk ışımalara terk ediyordu. Bense yürüyordum. Bir anda her zamankinden daha uzun süredir yürüdüğümü fark ettim. Eve gitmediğim kesindi. Yürüyordum ama adımlarımın beni nereye götürdüğünü de bilmiyordum. Sadece hareket etmek gibi bir şeydi yaptığım. O anda transa girdiğimi düşünüverdim. Düşüncelerimden, hislerimden, arzu ve isteklerimden arınarak bir Hint racası gibi bu haris kentin ihtiraslarından arındığımı duyumsadım. Bu iyi bir şey olmalıydı. Zaten düşünce hastalığına tutulmuş biri olarak çok çaresizdim. Biraz olsun dinlenmek hiçte fena olmazdı. Önce ayaklarımı yavaşça kaldırıyor –tabi bacaklarımı da- sonra biraz ileriye doğru uzatıyordum. Sanırım gövdem de ileriye doğru atılıyordu.

Böylelikle yürüyordum. Sadece hareketi takip ediyordum. Ama düşünmemeye çalışıyordum. Bunu başarmanın bir yolunun olduğunu keşfettiğim için bir anda seviniverdim. Düşünmekten kurtulmuş olmam nedeni ile mutlu olduğumu düşünüyordum ki bir şey oldu. Sanki birileri bir yerlerden bir şeyler fısıldadı. Hiç olmadık yerlerden bir şeyler söyleyerek huzurumu kaçırdı. Kaçarı yoktu. Ne yaparsam yapayım ruhumun en derin yerine zerk ettiği mikropları ile beni kendine mahkûm eden bu hastalıktan kurtulamıyordum. Oysaki okul yıllarında ne kadar da uğraşmıştım. Toplumsal yapının memleket sathında göstermiş olduğu bütüncül yapının, aykırı hisler tarafından kirletilmesinin yaratacağı felaketi önceden hesap eden büyüklerim tarafından uyarılmama rağmen buna engel olamadım. Her şey tek olmalıydı. Kaynaşmış bir bütün olarak tek olmanın, bir olmanın üstün yetenekleri ile donanmalıydı. Ama öyle olmadı. Olamadı. Hiçbir şey öngörüldüğü gibi yürümüyordu. Planlar, kısa bir süre sonra kendisi için yapıldığı her neyse ona benzeyip duruyordu. 

Yabancı uzmanların desteğinin de alındığı bir dizi bilimsel çalışmayla bu durumun nedenleri araştırıldı tabi. Bilimin bu konuda söylemesi gereken sözler olmalıydı. Araştırma heyetinin başına tayin edilen profesör, yaptığı açıklama ile toplumda görülmekte olan ve bir türlü önüne geçilemeyen “hayalciliğin” insanları yanlış alanlara çektiğini, hayal ve rüya karışımı düşüncelerin insanların gerçeklik algısını yok ettiğini, bu durumun ise toplumsal alanda ciddi kırılmalara neden olduğunu ifade ediyordu. Aslında başıbozuk hayallere maruz kalanları rehabilite etmek istiyorlardı. Önlemler de gecikmedi. Konferanslarda, panellerde, televizyon programlarında uzun uzun tartışıldı. Mitinglerin ve sokak gösterilerinin gecikmesine anlam veremiyordum ama bekliyordum. Kitlesel direnişin temsili mahiyetinde yapılacak gösteriler, kökü dışarıda olan hayallere er ya da geç haddini bildirirdi.

İtiraf etmeliyim ki bu açıklamalardan sonra aylarca rahat yüzü göremedim. Her an için bir laboratuar faresi olacağımı düşünerek gece gündüz demeden kendimi gizledim. Ama müdür bir şekilde benden şüpheleniyordu. Olmadık yerde olmadık sözlerle beni tahrik ediyordu. Fakat ben temkinli bir adamdım. Doğal bir yetenek olarak gelişiveren düşünsel reflekslerim vardı. Mesela her durumda söylenmesi gereken sözleri ezberlemiştim. Onları söylediğim zaman her şey bir anda süt liman olur, bütün sorunlar hallolurdu. Maharet o sözleri ezberlemekte gizliydi. Üzerine ağdalı birkaç söz ekleme kabiliyetiniz varsa şayet, ikbal basamaklarını bir anda çıkabilirdiniz. Dikey hareketlilik bu denli kolaydı. Tek yapmanız gereken o sözleri ezberlemekte gizliydi....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Gölgeler kentinde bir gün
« Posted on: 16 Nisan 2024, 12:40:19 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Gölgeler kentinde bir gün rüya tabiri,Gölgeler kentinde bir gün mekke canlı, Gölgeler kentinde bir gün kabe canlı yayın, Gölgeler kentinde bir gün Üç boyutlu kuran oku Gölgeler kentinde bir gün kuran ı kerim, Gölgeler kentinde bir gün peygamber kıssaları,Gölgeler kentinde bir gün ilitam ders soruları, Gölgeler kentinde bir günönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes