๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 03 Aralık 2010, 09:03:53



Konu Başlığı: Gerçek Yatırım Peşin Kâr
Gönderen: Hadice üzerinde 03 Aralık 2010, 09:03:53
Gerçek Yatırım, Peşin Kâr


TİCARET, kâr için yapılır. Her malın etiket fiyatında bir kâr oranı vardır. Yüzde on, yüzde yirmi, yüzde elli. Fakat yüzde yüz kâr çok nadir olur. Yüzde bin ise dünyada hiç olmaz. Böyle bir ticaret ne görülmüştür, ne duyulmuştur, ne de mümkündür.

 
Ama insanoğlu nedense az kâr getiren işe yatırım yapar da, kârı hem garanti olan, hem de yüzde binlere ulaşan iş alanına çekinerek, korkarak, endişe duyarak, tereddüt ederek yatırım yapar.

 

Böyle bir ticaret asıl itibariyle dünyada dünya için yapıl­maz, dünyada âhiret için yapılır. Yapılan bu ticaretin karşılı­ğı âhirette verilir, dünyada ise bir teşvik olarak ikram edilir.




Bu sırrı kavrayan insanlar, fakire, muhtaca, yoksula ve yetime sadaka ve yardımda bulunmuşlar, Allah rızası için Allah'ın kendilerine verdiği nimeti başkalarıyla paylaşmış­lar, verdiklerinin karşılığını kat kat dünyada almışlardır. Verdikçe Allah da onlara vermiş.

 

Kur'ân âyetlerinin ilk indiği yıllarda bu gerçeği sahabiler yaşıyordu. Hem de âyet iner inmez hiç vakit geçirmeden, zamana bırakmadan, ânında uyguluyorlardı.

 


Çünkü inanıyorlardı ki, Allah bir şeyi vaad etmişse, vaa­dini yerine getirir. Zaten Kur'ân bize Cenab-ı Hakkı, "O asla sözünden dönmez" olarak tanıtıyor.

 

Kur'ân'ın kendisinden istediklerini ânında yerine getiren­lerden birisi de Hazret-i Ali Efendimizdi.



Bir gün, Hazret-i Ali'nin kapısına bir fakir geldi. Büyük bir sıkıntı içinde olduğu her halinde belliydi.

 

Hz. Ali hemen oğlu Hasan'ı çağırdı:

 

"Haydi evladım, annene git, kendisine verdiğim altı dir­hem paranın bir dirhemini sana versin, getir de şu fakir kar­deşimize verelim" dedi.

 

Hz. Hasan hemen eve koştu, annesine gitti, az sonra dö­nüp geldi, fakat eli boştu.

 

"Annem" dedi, "o altı dirhemi un almak için sakladığını söylüyor."

 

Bunun üzerine Hz. Ali:

 

"Nasıl olur?" dedi. "Bir insan kendi yanında olandan çok, Allah'ın katında olana güvenmezse gerçek iman sahibi sayılmaz. Git annene söyle, altı dirhemin tamamını gönder­sin."

 

Bu söz üzerine Hz. Fatıma paranın hepsini gönderdi. Hz. Ali de onu fakire verdi. Adamcağız sevinerek, teşekkür ede­rek oradan ayrıldı.

 

Tam bu esnada adamın biri devesinin yularından tutmuş geliyordu.

 

"Yâ Ali şu deveyi satıyorum, almak ister misin?" diye sordu.

 

"Kaça satıyorsun?"

 

"Yüz kırk dirheme."

 

"Parasını daha sonra vermemi kabul edersen deveyi ka­pıma bağla."

 


Adam deveyi bağlayıp gitti. Biraz sonra bir başkası geldi. Hz. Ali'den devenin satılık olduğunu öğrendi. "Kaça satıyorsunuz deveyi yâ Ali?" "İki yüz dirheme."

 

Satışta anlaştılar. Adam deveyi alıp parasını teslim edip gitti. Biraz sonra Hz. Ali de alacaklısını buldu, yüz kırk dir­hemini teslim etti. Satıştan elde ettiği altmış dirhem kân gö­türdü, hanımı Hz. Fatıma'ya uzattı.

 

"Bu nedir yâ Ali?" diye sordu Hz. Farıma.

 

"Bu altmış dirhem, Allah'ın bize Kur'ân'da vaad ettiği karşılıktır" dedi ve şu âyeti okudu: "Kim bir iyilikle gelirse, ona yaptığı iyiliğin on katı vardır." (Enam Sûresi, 160)

 




Hazret-i Ali, fakire altı dirhem vermişti. Cenab-ı Hak da verilen sadakanın karşılığını on kat olarak göndermişti.

 

Hazret-i Ali bu satışla beş kârı birden elde etmişti.

 

Birinci kâr: Geçici dünya malı, sonsuz bir şekle dönmüş­tü.

 

ikinci kâr: Cennet gibi bir mükâfat almıştı.

 

Üçüncü kâr: Verdiği her kuruşu bir'den bine çıkmıştı.

 

Dördüncü kâr: Hayatını ve malını mânevi bir sigorta altı­na almıştı. Bu tevekkül sigortasıydı. Gerçek anlamda Onun malım yfne Ona satmıştı. Hem dünyada, hem de âhirette büyük bir kazanç elde etmişti.

 

Beşinci kâr: Verdiği sadaka, yaptığı iyilik Cennet yemişleri halinde kendine dönecekti.

Elindeki imkânları yoksul ve muhtaçlarla paylaşmayanlar ,e hem bu kârlardan mahrum kalıyorlar, hem de bir o kadar maddi ve manevi zarara uğruyorlardı.

 

Zaten insan Allah adına vermenin, Allah için yardım et­menin, Allah rızası için iyilikte bulunmanın hazzını, zevkini ve keyfini bir tadacak olsa, ondan sonra bu işi artık güzel bir alışkanlık haline getirecek, iyilik yapmadan rahat edemeye­cektir.

Mehmed Paksu