๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 04 Kasım 2010, 11:25:59



Konu Başlığı: Gerçek Tevhide Ermek
Gönderen: Zehibe üzerinde 04 Kasım 2010, 11:25:59
Gerçek Tevhide Ermek...

Abdurrahman Candan


İslam’ın en büyük hedefi insanın sadece yüce Allah’a kulluk etmesini sağlamak, onu yalancı mabudlardan kurtararak Hâlik-i Lâ Yezel’e kul eylemektir. İnsanlık geçmiş zamanlarda Rabb’e layık olan kulluğu putlara yöneltmiş, taştan ve tahtadan putlar yaparak onlara ibadet etmişti. Allah’ın insanın tabiatına koyduğu iman etme cevheri hep yanlış yerlerde tüketilmiş idi. Bugün durum biraz değişmekle beraber aslında değişen sadece putlar olmuştur. İnsanların kul olduğu putlar artık ağaçtan ve taştan yontulmamaktadır. Bugünkü putlar daha çok insanın nefsanî arzuları ve dünyaya olan kesif bağlılığında aranmalıdır. Ne var ki gizli putları keşf edip onları kırmak, zahiri putları ortaya çıkarmak gibi kolay değildir. Bu sebeple imam Rabbanî 111. mektubunda tevhidin tarifini şöyle yapar:

Bilmek gerekir ki; (gerçek) tevhid kalbi Hakk sübhanehû’nun gayrısına yönelmekten kurtarmaktan ibarettir. Kalp onun dışındakilerle çok az da olsa ilgili olduğu sürece bu kalbin sahibi gerçek tevhid ehlinden olamaz. Tevhidin yalnızca dil ile söylenmesi ve inanılması fazilet ehli (sufilere) göre fuzuli işlerdendir. (111. mektup)

Kalp nazargah-ı ilahi olduğu için onun asıl maksudu sadece Rabb’e yönelmektir. Zira Allah Teâlâ her şeyi insan için insanı da zatına kulluk için yaratmıştır. Bu konuyu kendine odak noktası yapan tasavvuf kalbi sahte rablerden korumak ve insanı sadece Rabbine kul etmek için uğraşmıştır. Zira kalp hem mecaz hem de lugat manası ile dönen, ters düz olan manasına gelir, dolayısıyla kontrol altına alınmaz ise kolayca yanlış istikametlere meyl edebilir. İmam Rabbanî’ye göre bu duruma düşmekten korunmanın tek çaresi Allah Resulün’e (s.a.v.) uymak ve ona kulak vermektir:

Bilmek gerekir ki insanın yaratılışındaki maksat, kulluk vazifelerini yerine getirmek ve daima Cenab-ı Hakk’a yönelmektir. Bu hal ise önceki ve sonrakilerin Efendisi olan Resulullah (sav)’e ittibanın hakikatine ulaşmadan gerçekleşmez. Allah cc. bizi ve sizi söz, davranış, zahir ve batın amel ve itikat yönünden en kâmil şekliyle Resulullah Efendimize tabi olmakla rızıklandırsın. (110. Mektup)

Hz. Peygambere uymamak ve onun hedeflediği amaçlardan sapmak insanı gerçek tevhidden uzaklaştırır. Hatta cennet nimetlerini bile Cenab-ı Hakkın önüne geçirmek sufilerce hoş karşılanmamıştır.

Hakk’ın dışında istenilen ve hedeflenen her şey mabud (tapılan)dır. Hak subhanehü nün dışındakilere ibadet etmekten kurtuluş, -ahiretle ilgili hedefler ve cennet nimetleri de dâhil olmak üzere- Hakk’ın dışında hedeflenen ve istenilen hiçbir şey kalmayınca ancak mümkün olur. Ahiretle ilgili maksatlar her ne kadar iyiliklerden olsa da, Allah’ın mukarreb kulları yanında bu tür hedefler de kötülük sayılır. (110. Mektup)

İmam’ın burada kastettiği Hakk dışındaki yönelişler O’nun rızası aranmadan nefsin arzusu ile yapılan yönelişlerdir. Maalesef bugün insani ilişkilerde, ticarette ve günlük hayatta çoğu zaman tek hedef dünya menfaati ve kazancı olmuştur. İnsanlar maddi bir beklenti olmadan hiçbir şekilde bir iş yapmak istememekte, yapılan işlerde Allah’ın rızasından çok maddî çıkarlar düşünülmektedir. Tevhidi bozan ve imana zarar veren hususların en başında bu gizli şirk; dünya sevgisi vardır.

İmam’a göre gerçek tevhide ulaşmak için kalbi her tür hastalıklardan korumak gerekir ki kalb yanlışlıkla mâsivâ sevgisine düşmesin. Bu konuda İmam Rabbanî bizi şöyle uyarır:

Kalp hastalıklarının başı ve bâtınî dertlerin en önemlisi, kalbin Hak Subhanehu’nun dışındaki şeylere ilgi gösterip onlara bağlanmasıdır. Bu alâkadan tamamıyla kurtulmadıkça kalbin selamet bulması imkânsızdır. Çünkü Hakk subhanehu’nun yüce katında ortağa yer yoktur. Zümer suresi 3. ayette “iyi bil ki halis din yalnız Allah’ındır.” buyrulmuştur. (109. mektup)

İmam Rabbanî’ye göre mâsivânın sevgisini Allah Teala’ya üstün tutmak bir çeşit gizli şirke düşmektir. İyi bir salik hiçbir şeyi Hakk’ın rızasının üstünde göremez, eğer görüyorsa bu imanındaki yakîn eksikliğinden kaynaklanır:

Hakkın dışındakilerin muhabbetini, O’nun muhabbetine baskın gelecek veya yok edecek kadar üstün tutmak çirkinliğin ve hayâsızlığın son mertebesidir. Belki de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “hayâ imandandır” hadisinde geçen hayâdan maksat bu hayâdır. (109. Mektup)

İmam Rabbanî’nin hayâ hadisine verdiği bu mana gerçekten de ilginçtir. Zira insanın dünyevi sevgileri Rabb’in sevgisinin üzerine tutması gerçekten utanılacak bir durumdur. Belki de laneti celbeden en büyük hayâsızlık; bizi yaratan ve bize her tür nimeti yağdıran, hayat veren Hâlikımızı bırakıp ta kendimiz gibi mahlûk olan şeylerin peşinde gezmemizdir.

İmam’a göre geçek tevhide ulaşan sufiler fenâ mertebesine ulaşan sufilerdir. Nasıl bazı gafil insanlar ne kadar istese de bir türlü Rablerine dönemiyorlar ve dünya sevgisinden bir an olsun kurtulamıyorlarsa; bu dereceye ulaşan sufi de aynı şekilde dünyalıklara geri dönemez. Dünyevi işlerini hatırlamak kendilerine son derece güç gelir.

Kalbin Allah Teala dışındakilerle ilgiyi kesmesinin alameti, mâsivâyı tamamıyla unutması ve ondan yüz çevirmesidir. Bu mâsivâyı unutmak o dereceye ulaşmalı ki, onu hatırlaması için kalbe baskı yapılsa bile kalp yine de onu hatırlamamalıdır. Böyle bir durumda kalbin mâsivâ ile ilgilenmesi nasıl mümkün olur? (109. Mektup)

Rabbimizden niyazımız bizi tevhidin hakikatine erdirmesi bizi kendinde fânî kılıp, her türlü gizli şirkten muhafaza etmesidir.