๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Halis_52 üzerinde 09 Ağustos 2010, 15:47:14



Konu Başlığı: GELECEĞİMİZ VE BİZ
Gönderen: Halis_52 üzerinde 09 Ağustos 2010, 15:47:14


GELECEĞİMİZ VE BİZ
 

            Thomas Hobbes, “İnsan insanın kurdudur,” demiş. James Oppenheirmer de,onu “kainatın kötü çocuğu” olarak görmüş. Kötümser ve karamsar bir bakışın ifadesidir bunlar. Biz William Ellery Channing’in sözüne katılıyor ve diyoruz:

            “Okuyabilirseniz, her insan bir kitaptır.” “Hem de kelime kelime manalarla dolu, her satırında sırlar saklı, her noktasında hakikatle özetlenmiş bir kitap.

            Kainat insanla mana kazanır. İnsan, kainat fuarında sergilenen harika sanat eserlerini anlamaya, düşünüp takdir etmeye adaydır. Kainat onunla şenlenir. O kainatın gülüdür. Hele gençlik! O da bülbülü.

            İnsanı bir canavar olarak görenler, onu hayvanlarla eş tutanlar genci de anlayamazlar. Genci ve gençliği anlayamamak, sadece onu değil, geleceğimizi de felakete atmak demektir. “Gençliği anlayamadığımız an işimiz bitmiş demektir,” diyen George McDonald ne güzel söylemiş. Gençliği niceleri tanıtmaya çalışmış, hakkında kitaplar yazmış, konferanslar vermiş, açık oturumlar düzenlenmiş. Ancak birkaç yönüne bakabilmişler. Acaba onun ruh dünyasını, gerçek alemini anlatabilmişler mi?

            Halbuki gençlik çok iyi anlaşılması gereken bir hakikat, her an gelişip büyümeye, meyve vermeye aday bir tarladır.

            Gençliği anlayamamak, dünyayı, hayatı anlayamamak demektir. Ruhunu işlenmeyen bir tarlaya benzeten  Snellman, “Gençliği ihmal ederseniz, kendi haline bırakırsanız, orada ısırganlar, dikenler biter,”diyor. Hak vermek mümkün mü?

            Gençliğe doğru yolu göstermek zorundayız. Doğruyu, iyiyi, güzeli, hakikati göstermek görevimiz. Çünkü gençlik ümidimiz, geleceğimizdir. Ona hizmet, vatana millete, insanlığa hizmettir.

            Ağaçlar meyveleriyle tanındığı gibi, gençlik de yaşayışıyla, hareketleriyle kendisini göstermeli. Milletin yüzünü güldürecek olan da, ağlatacak olan da gençlerdir. Gençlik büyük işler başarmak, büyük eserler vermek, insanlığa hizmet sunmakla yükümlüdür. La Rochefoucauld’un dediği gibi, büyük işler başarmak için de ölmeyecekmişcesine yaşamak gerektiğini bilmelidir. Zaten insanlık rehberi yüce  Peygamberimiz de gençlere, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölecekmiş gibi de ahirete çalış” diye emrediyor. Genç sadece hayattayken değil, öldükten sonra da yaşayacak. Yaşaması lazım. Bunun yolunu Hz.Ali gösteriyor:

            “Öldükten sonra da yaşamak istiyorsanız, faydalı bir eser bırakınız.”

            Hayatımız eserimiz olmalı. Öyle bir ömür sürmeliyiz ki, ölsek bile kalplerde yaşamaya devam edelim. Hakkımızda söylenen sözler şunlar olsun:

            “Efendi bir genç!”

            “Kelimenin tam manasıyla dekanlı!”

            “Dört başı mamur.”

            “Yaşına göre çok olgun!”

            “Delikanlı dediğin böyle olur!”

            “Onun gibi bir genç ömrümde görmedim!”

            “Bu dünya da böyle gençler de var mıymış! Hayret doğrusu!”

            Gıpta ve hayranlığın ifadesi olarak söylenmiş bu sözler iyiye gidişin işaretidir. Bir de bunun tersi var. Az söylenmiyor:

            “Neden gençliğimiz bu hale geldi?”

            “İnsan bu derece sorumsuz olur!”

            “Gençliğimizi görünce büs bütün ümitsizleşiyorum.”

            “Başıboş gençlik nereye gidecek?”

            “Eyvah, gençliğim yok olup gitti. İhtiyarlık belimi büktü. Keşke bir gün gençliğim geri gelseydi de ihtiyarlığın neler yaptığını ona bir şikayet etseydim.

            “Hapishaneler  gençlerle niçin tıklım tıklım dolu?”

            “Hislerinin kurban olup hapishane, hastahane  ve mezarlıkları dolduran gençleri kim kurtaracak?”

            “Gençlik, kurtaracak bir el bekliyor. Kendisine tutulacak bir ışık gözlüyor. “Ben hayvan değilim. Benim bayağı duygularıma hitap edip durmayın. Ruhumu, iç dünyamı, yüce duygularımı harekete geçirin!” diye için için haykırıyor. Onları felakete sürüklemekten öte ne yapıyoruz?.

            Gençler yanardağlara benzer. Teskin edilip iyiye kanalize edilmezlerse milletin başına bela olurlar.

            İnsanda akıl, öfke ve şehvet olmak üzere belli başlı üç önemli duygu var. Yaratılışta bunlara sınır konulmamış. Onları belli bir limitte tutmak, dizginlemek insanın elinde. Aksi halde, aşırılıklardan kurtulamaz, zarara düşer.

            Aklı, kar-zarar, hiçbir şeye kulak asmamak ve iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı karıştırmak gibi yanlışlıklardan kurtarmak lazım.

            Öfke korkaklığa kayarsa felaket. Hak hukuk tanımayacak şekilde vurup kırar, yakıp yıkarsa zulüm.

            Şehvet harama da helâl a da istek duymayacak şekilde donuk; helâl sınırlarını taşıp harama girecek şekilde olursa yıkım.

            Aklı hikmet, öfkeyi şecaat, şehveti de iffette tutmak ortası, vasatı. O zaman duygular yerli yerinde kullanılmış, faydalı hale getirilmiş olur.

            Akıl, faydalıyı zararlıyı bilip faydalı olana yönelebiliyorsa hikmet;

            Öfke, haksızlık karşısında susmayıp hakkı savunabilecek cesaret gösterebiliyorsa şecaat;

            Şehvet, helali haramı tanıyor, helalle yetiniyor, haramdan kaçınıyorsa iffet.

            İşte, gençlik bizden bunu bekliyor. Her namazda günde 40 defa Allah’tan doğru yolu isterken işte bunu istiyoruz.

            Aklımız istikameti buldu mu, hayatımızı yönlendirmemiz güç olmayacaktır. Duygularımıza onunla hükmedip, dizginleriz. Yoksa akıldan çok duyguları dinleyen gençliğimizi duygularının esiri olmaktan kurtaramayız.

            Aklımızın kıymetini bilelim. Allah yaratıklar içerisinde sadece insana akıl vermiş, yalnız onu Kendisine muhatap edinmiştir.

            Bizi hayvandan ayıran en önemli fark da akıldır. Akılla geçmişimizi ve geleceğimizi düşünürüz. Düşünmek zorundayız da. Çünkü dünü düşünemezsek bugün için bir şeyler yapamayız. İbni Haldun’un dediği gibi, “Dünü unutanların bugünü olmaz.”

            Gelecek de geçmiş üzerine kurulur. Geçmişini oyun ve eğlencelerle geçirenlerin gelecekten bir şeyler beklemeye hakları yoktur.

            Gelecek, yani istikbal bizimdir. İdeal, gayret ve çalışmayla onu elde edebiliriz.

            Ne derece şuurlu hareket edersek, gelecek o ölçüde bizim olur.

            Yarına bugünden hazırlanalım. Aksi halde, mahrumiyetlere uğramaktan kurtulamaz, pişman oluruz. Cenap Şahabeddin’in dediği gibi, gündüz kandili hazırlamayanın gece karanlığa razı olması gibi, bugünden geleceğe hazırlanmayanlar sıkıntılara düşmekten kurtulamazlar.

            Geleceği görebilmek keramet değil, ferasettir. Nasrettin Hocanın fıkrasında olduğu gibi, bindiği dalı kesenin düşeceği muhakkaktır. Geçmişe ve bulunduğumuz ana bakarak gelecekle ilgili tahminler yürütmek, ona göre adımlar atmak akıllılıktır.

            Geçmişe üzülüp de günümüzü harap etmeyelim. Geleceğe ümitsizlikle bakmayalım. Giden gitmiştir. Geleceğe ümitsizlikle bakmayalım. Giden gitmiştir. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Dersimizi alalım, geleceği ümitle omuzlayalım.

            Bulunduğumuz anda da acılar ve üzüntülerle karşılaşabiliriz. Acılar hayatı ve insanları tanıma imkanı verir. Hiçbir acı ve sıkıntı çekmeyenler olgunlaşma fırsatı da bulamazlar. Acılar, mutluluk yolunun dikenli telleridir. Onları aşmak lezzet verir. Acılar yükselişin kamçısıdır.

            Çilesin hayatın tadı yoktur. Sıkıntısız, acısız, monoton bir hayat insanı sıkar. Hayat acılarla , çilelerle renklenir, ahenk kazanır, kıymetlenir.

            Hayatın güçlük, acı ve çilelerinin üstesinden ancak bu anlayışla gelinir.

            İnsan yaşadığı toplumun görüş, düşünüş ve davranışlarıyla şekillenir. İster istemez onların tesiri altında kalır. Onlara ayak uydurur. Asıl problem de cemiyetin bozukluğunda kendisini gösterir. Böyle bir cemiyette insana yol gösterecek hakikatler olmazsa, felakete düşmekten kurtulamaz. O pusula da iman ve Kur’an hakikatleridir.

            Akıllı genç düşünerek hareket edebilen gençtir. Yaşlıda gencin enerjisi, gençte de yaşlının tecrübesi yoktur. Yaşlanınca insan gençliğin değerini daha iyi anlar. Onu gerektiği gibi değerlendiremediğinin pişmanlığını yaşar. “Gençlik hayatın sonunda olmalıydı, ondan ancak o zaman yararlanırdık,” diyen Sir Thomas Beecham, gençliğin zamanında anlaşılamadığını dile getirmeye çalışır. Akıllı genç bunların muhasebesini yapabilen gençtir.

            Akıllı genç, geçici istikbalini olduğu gibi gerçek istikbalini de düşünebilen, davranışlarını ona göre ayarlayabilen gençtir. Peygamberimiz, “En akıllı genç odur ki, ihtiyarlar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışır, nefsinin arzularından kurtulup, gaflette boğulmaz,” buyurur.

            Dünya da olup bitenleri filme alabiliyoruz. Seneler önce çevrilen bir filmi yeni çevrilmiş gibi seyredebiliyoruz. Acaba 50-60 sene sonra başımıza gelecekler de şimdiden filme alınıp seyredilebilseydi neler görürdük?

            Gerçek vazifelerini unutarak  gülüp oynayanlar herhalde şimdi güldüklerine oturup ağlayacaklardı. 70-80 yaşlarında perişan bir ihtiyar. Acınacak bir halde. Etrafından sevgi bekliyor, şefkat bekliyor. Ama nefretle, bıkkınlıkla karşılık görüyor.

            Bir kısmı ölmüş gitmiş, kabirde azap çekiyor. Günahlarının ateşiyle kıvranıyor. Çileleriyle baş başa.

            50-60 sene sonrasını görebilen günahın hilelerinden kurtulabilen ve imanla hayatını canlandıranlar böyle durumlara düşmekten kurtuluyorlar.

            Günahlar manevi hayatımızı öldürürler. Gençliğimizi günahlarla öldürmeyelim. Bizi günahlara atmakla kazanç sağlama, bizi bir alet olarak kullanmak isteyenler çıkabilir. Bu maneviyat katilleri ahiretimizi zindana çevirmekle  kalmaz, dünyamızı  da karartırlar. Bayağı duyguların uğruna onların tuzaklarına düşmeyelim.

            Helal dairenin zevkleri keyfe kafidir. Harama girmeye hiç luzüm yoktur. Zehirli bala benzeyen haram zevkler önce tatlı gelse de sonra ıztırap çektirir. Bir dakika gülme karşılığında saatlerce, bazen yıllarca ağlatır. Bir üzüm tanesine karşılık yüz tokat vurur.

            Gençlik ve güzellik, şükredilirse ebedileşir. Helal dairede geçirilen gençlik ebedi bir ağacı verecek bir çekirdek olur. Günahsız geçen gençlik, ümitleri yok eden, karamsarlığa atan, ağlayan ihtiyarlıktan da kurtarır.

            “Yiyip içip eğlenmene bak! Dünyaya bir kere geldin,” diyenler acaba dünyaya niçin geldiklerinin farkındalar mı? Devletten maaş ve harcırah alarak bir göreve giden memurun asıl görevini unutup eğlenip gezmesi nasıl yanlışsa, ahiret ticareti yapmak için dünyaya gelen insanında durmaksızın gülüp eğlenmesi, gezip tozması en az o kadar yanlıştır.

            İnsan hiç gülüp eğlenmeyecek, gezip tozmayacak mı? Elbette ki gülüp eğlenecek, gezip tozacaktır. Helal dairesi de bunun için yeterlidir. O kadar geniştir ki, harama girmeye hiç lüzum bırakmaz.

            Önemli olan, asıl vazife ışığında her şeye ölçülü bir şekilde yer verebilmektir.

            Meşru dairede yiyip içmek de böyle. Allah bir çok yiyecek ve içeceği helal kılmış, birkaç şeyi de yasaklamıştır.

            Yasaklanan her şeyde zararlıdır.

            İnsan yaşamak için elbette ki yiyip içecektir. Ama yiyip içmek hiçbir zaman insanın gayesi olamaz. Fransız şairi Lamrtine, “İnsan yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemeli” der. Sokrates de, kötü insanların yemek için yaşadıklarını, iyilerin ise yaşamak için yediklerini söyler. Bu noktada insanlarla hayvanları karşılaştıran Epitetos ise, “Öküzler domuzlar konuşabilselerdi konuları hep ot ve yem üzerine olurdu. Mideleri için yaşayan insanlarda onlardan farksızlardır,” der.

            İnsanın dünya hayatını karşılama noktasında bir serçeye bile yetişemediğini söyleyen Bediüzzaman ise, kabiliyetlerin esas olarak dünya hayatı için değil, ebedi hayatı kazanmak için verildiğini söyler. Ebedi hayatı kazanmanın temelini ise kulluk teşkil eder. Bu anlayışla hareket eden insanın dünyası da cennettir.

            Bir serçe kuşunun ne ev, ne ayakkabı, ne yakacak derdi vardır, ne de bir sıkıntısı. O birkaç tohum buldu mu, gününü gün bilir. Dünyadan beklediği budur. Ama insanın nice problemleri, sıkıntıları var. Onun için, dünya hayatından zevk alma noktasında bir serçeye dahi yetişemez.

            Ama insan kullukta, inançta, ahlakta öylesine yüce ve yüksektir ki,  kainatın burcuna oturur. Yeryüzünün halifesi olur. Allah’ın seçkin bir halifesi mevkiine yükselir.

            İnancıyla yücelir, hayatının tadını alır.

            Öyleyse imanı kuvvetlendirmeyi gaye edinelim. İmani ve Kur’ani eserleri bol bol okuyalım. Hayatını gençliğin mutluluğuna adayan iman fedaisi Zübeyir Gündüzalp’in şu sözlerini birlikte okuyalım:

            Kendini bir yokla! Ben seni görüyorum ki, sende parlak ve ebedi bir istikbali kazanma kabiliyeti var. Bu istidat senin gençlik ruhunun nurundan fışkırarak, senin manevi ve maddi simanda ışıldamakta; gözlerinden, okumaya ve Allah’a ibadete olan sevgi kıvılcımları pırıl pırıl parıldamaktadır. Bu nurları karartmamayı, bu ışıkları söndürmemeyi aklın ve kalbin sana feryad ü figanla ihtar ediyor. Ruhun derinliklerinde “Oku, Allah’ın bahtiyar bir kulu cemiyetin gülü, islamiyetin bülbülü ol!” diye ilahi bir seda ile sana sesleniyor. Bu sedaya kulak verip nur-u Kur-an’la ilim ve irfan sahibi olarak iki cihanın  saadetiyle mesud ol!”

            İçindeki aşk ve heyecanı İslami hayata kanalize eden gençlik bahtiyar gençliktir.

            Kendi kendimize sormalıyız: “Hangi davanın peşindeyim? Geçici, basit, bayağı davaların mı. Yoksa ezeli ve ebedi bir davanın mı?

            Sonsuz  mutluluğa ermek isteyen, fani ve zararlı davaları bırakıp ebedi bir davanın adamı olmalı. Unutmayalım ki, ebediyet uğruna sarf edilen her şey ebediyet kazanır.

            Bu duyguyla yaşayalım. Bütün davranışlarımızla Allah’ın rızasını gözetelim. İşte o zaman  yüceliriz.

            Peygamberimiz, “Nasıl yaşarsanız öyle ölür, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz,” buyuruyor.

            Demek önemli olan yaşayış. Nasıl yaşadığımız sorusuna güzel bir cevap verebiliyorsak ne mutlu bize. Doğru yolda olduğumuzu bilelim., yeter.

            Belki mükemmel olamayız. Ama onun heyecanını yaşamamalıyız. Karıncaya sormuşlar: “Nereye gidiyorsun?” “Kabeye” demiş. Gülmüşler: “Bu adımlarınla mı varacaksın?”

            “Hiç olmazsa o yolda ölürüm ya!” cevabını vermiş.

            Bizde o yolda olalım. o yolda ölelim.