๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2010, 15:35:51



Konu Başlığı: Evrensel tebliğ
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2010, 15:35:51
Evrensel Tebliğ

En genel ve özlü anlatımıyla tebliğ, İslâm'ın insana ulaştırılması ve kavratılması demektir. Bu anlamda İslâm vahyinin insanlara ulaştırılması görevini Hz. Peygamber, önce Allah'ın elçisi olarak sonra da İslâm yönetiminin kurucusu ve başı olarak ilk ve en mükemmel şekliyle yerine getirmiştir. Gizli, açık, savunma harbleri ve cihad (i'lay-ı kelimetullah) gayretleri eşliğinde, fert-toplum-yönetim seviyesinde ve evrensel nitelikte sözlü ve yazılı tebliğ faaliyetleri, asr-ı saadet'in en belirgin özelliği olarak tarihteki yerini almış bulunmaktadır. Bu dönemin özetini "Eslim teslem= İslâm ol, kurtul"1 çağrısında bulmaktayız. Bu çağrı, hem risâlet-i muhammediyye'nin hem de İslâm tebliğinin en özlü ve en kapsamlı anlatımıdır.

"Ümmetin Risâleti"

Hz. Peygamber'in miras olarak bıraktığı en büyük görev tebliğdir. Halifeler, yönetim (devlet) planında; ulemâ ve müslümanlar bireysel planda, bu peygamber miras ve emânetini, ondan öğrendikleri usullerle yerel ve evrensel çapta sürekli yerine getirme gayreti içinde olagelmişlerdir. Zira tebliğ, İslâm yönetiminin yasama, yürütme ve yargı fonksiyonları gibi vazgeçilmez dördüncü temel fonksiyonunu oluşturmaktadır. Bu gerçek, tebliğin evrensel boyutta düşünülmesi ve uygulanması gereğini ihmal edilemez bir sorumluluk olarak günümüz müslümanlarına hatırlatmaktadır. Bu tür bir görev, aynı zamanda Mûsa Cârullah Bigiyef'in, "ümmetin risâleti" diye tanımladığı tebliğ sorumluluğunu oluşturmaktadır.2 Çünkü ümmet, Hz. Peygamberin, peygamberlik sıfatı dışında, bütün fonksiyonlarına mirasçıdır. Onun hayatıyla ortaya koyduğu İslâm yorumunu çağlar boyu evrensel çapta yaşatmaktan ve dünyalılara aktarmaktan ve anlatmaktan sorumludur. İşte bu durum "ümmetin risâleti", müslümanların İslâm elçiliği anlamına gelmektedir.

Acil Yardım Hizmeti

Teknik ve teknolojik gelişmelerin son dönemde gündeme getirdiği sınırsız tebliğ imkanları, söz konusu tebliğ sorumluluk ve imtiyazını, artık evrensel boyutta düşünmeyi ve gerçekleştirmeyi gerektirmektedir. Hatta çağımızda yoğun bir şekilde yaşamakta olduğumuz kültür savaşları dikkate alınınca işin ne denli ciddiyet kazandığı kolayca anlaşılacaktır. Dünyanın ve dünyalıların İslâm'a olan ihtiyacını bir şekilde karşılama görevi, müslümanların aslâ ihmal edemeyecekleri bir acil yardım hizmeti niteliğindedir.

İslâm ile İhyâ İçin

Müslüman kafa, gönül ve sermayenin, bireyler, kurumlar ve yönetimler olarak bu risalet-tebliğ görevini, kendi imkân ve güçleri seviyesinde gerçekleştirme gayret ve cihadı içinde olmaları, dünyanın İslâm ile ihyâsı hedefinin yakalanabilmesi bakımından zarûridir.

Hedefi ve görevi bu çerçevede ortaya koyduktan sonra pek tabiî olarak;

1.İslâm'ın iyi kavranmış olması,

2.Dünya gerçeklerinin doğru tespiti,

3.Tebliğ nezâket ve diplomasisinin tam özümsenmiş olması,

4. Bu hedefe yönelik kurum ve kuruluşların oluşturulması,

5. Evrensel çapta görev yapabilecek kadroların yetiştirilmesi,

gibi bir dizi ciddi faaliyet alanları gündeme gelecektir.

O halde artık atılacak her adımda bu evrensel tebliğ sorumluluğu boyutunu gözardı etmeyen bir hassasiyeti ve planlamayı daima diri tutmak gerekmektedir. Tebliğ hedefini yer küresi olarak her kademede dile getirmek, faaliyetlere bu evrensel heyecan mayasını katmak, hem önümüzdeki yılların görev bilincini oluşturacak hem de bu bilinçle verilecek küçük-büyük tüm tebliğ hizmetlerinin başarı şansını ve anlamını arttıracaktır.

Tebliğ Kadrosu

Yukarıda sıraladığımız faaliyet alanlarının beşerî unsur açısından en önemlisi, hiç kuşkusuz tebliğci kadroların yetiştirmesidir. Bu ise, küçük gayret ve fedakârlıklarla ulaşılacak bir sonuç değildir. Uzun vadeli, sabırlı ve büyük fedakârlıkları göze alan gerçekçi planlama ve yatırımlarla gerçekleştirilebilecek bir faaliyettir. Tebliğci bir kadronun bulundurulmasını ümmete görev olarak yükleyen "Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk (kadro) bulunsun..."3 âyetini, artık İslâm tebliğini evrensel çapta gerçekleştirebilecek bir beyin kadrosu olarak algılamak ve bu kadroyu yetiştirmenin -farz-ı kifâye niteliğinde de olsa- "tüm müslümanların borcudur" diye yorumlamak evrensel tebliğin en önemli gereğini hem en güclü şekilde delillendirmek ve hem de en ciddî biçimde vurgulamak olacaktır.

Öte yandan bilinen bir gerçektir ki bir kişiye ulaştırılacak İslâm tebliği, her çeşit hayırdan üstün ve önde gelen kutlu bir cihad eylemidir. Bunu Resûlullah'ın, "Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın, senin sebebinle bir tek kişiye hidayet verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develere sahip olmakdan daha hayırlıdır"4 hadisinden öğrenmekteyiz. Hatta Tevbe sûresinin 122. âyetinde, "(Savaş zamanı) mü'minlerin hepsinin toptan sefere çıkması doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup din(î ilimler)de derin ve sağlam bilgi elde etmek (tefakkuh) ve kardeşleri savaştan döndüklerinde onları aydınlatmak için geride kalmalıdır. Böylece umulur ki onlar da kötülüğe karşı kendilerini daha iyi korurlar.." buyurulmak suretiyle fiilen cihada çıkanlarla dinde tefakkuh yani derin ve sağlam bilgi edinmek için geride kalanların birbirine denk tutulduğu, bir anlamda bu iki grubun birbirlerine vekâlet ettiği anlatılmaktadır. O halde cihadı küreselleştirebilmek için önce tebliği küreselleştirmek, tebliğcileri bilgi ve teknik olarak günün gereklerine göre beslemek ve donatmak gerekmektedir. Bu yolda gerçekleştirilecek her türlü bilimsel ve teknolojik gayretler, cephe savaşlarındaki cihad hareketleri hükmünde ve değerindedir. Nitekim günümüzde acımasızca ve çok yönlü yürütülen kültürel hâkimiyet kurma gayretleri, soğuk savaş stratejilerinin merkezini oluşturmaktadır.

Dünyayı Tanımak

Diğer taraftan evrensel nitelikteki tebliğin başarı ile sürdürülebilmesi, hiç şüphesiz dünyayı ve genel çevreyi iyi bilmekle, yani tarih ve coğrafya olarak dünyayı doğru tanımakla yakından alâkalıdır. Böylesi bir tanıma, tebliği hiçbir zaman şartların mahkûmu yapmayacak, aksine şartların yorumu niteliğine kavuşturacaktır. Gerçekçilik adına İslâm'ın, mevcut hale ve egemen anlayışlara uydurulmaya çalışılması tebliğ olarak düşünülemez.. Zira tebliğ, kendi özellikleri çerçevesinde gerçeğin uygun bir üslub ve yolla dosdoğru takdim edilmesi demektir. Ne gariptir ki, son zamanlarda gündeme gelen çoğu girişimlerde ya ülke şartlarını ya da dünyadaki egemen yargı ve anlayışları ölçü alan ve İslâm'ı onlara şirin göstermeye hatta uydurmaya çalışan yaklaşımların sergilendiği görülmektedir. Yani bir anlamda halkın hatırı, Hakk'ın hatırının önüne geçirilmekte, geçici durumlar, ebedî ve ilahî gerçeklerden önde tutulmaktadır. Hiç kuşkusuz böyle bir durum, tebliğin özüne aykırıdır. Tabiatıyla uzun vadede olumlu bir sonuç vermekten de uzaktır.

Tebliğ, tebliğ olarak yerine getirilmesiyle sonucu alınan bir ameldir. Karşısındakinin kabulü şartına bağlı değildir. Yani tebliğin gerçekleştirilmesi, sonucundan daha önemlidir. Kabul veya reddi farklı bir sorundur "Sana düşen sadece tebliğdir"5 âyeti bu gerçeği belirlemektedir.

Netice

Sonuç olarak bir kez daha ifade edelim ki, İslâm tarihindeki yeri açısından tebliğ, -tâbir câiz ise- peygamber mesleği, hilafet işlevi ve sahâbe eylemi'dir. Günümüz ve gelecekteki durumu bakımından da onu, ümmet-i Muhammed'in yani müslümanların, evrensel çapta gerçekleştirecekleri elçilik görevi ve kesintisiz cihad hareketi diye tanımlayabiliriz. O halde herkesin bu görevi bir şekilde yerine getirme gayreti içinde olması kadar tabîî bir şey olamaz.

Dipnotlar: 1. Buhârî, Cizye 6, İkrah 2, İ'tisâm 18; Müslim, Cihad 61  2. Bu konuda bilgi için bk. Bigiyef, Kitâbü's-sünne, s. 105-123; Tercümesi (M.Görmez), s. 61-84 3. Al-i imrân (3), 104 4. Buhârî, Fedâilü'l-ashâb 9; Meğâzî, 38; Cihâd 102, 143; Müslim, Fedâilü's-sahâbe 34 5. Nahl suresi (16), 35