๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Ekim 2010, 14:39:26



Konu Başlığı: Evrensel adaletin ikamesi için müslümanca duruş
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Ekim 2010, 14:39:26
Evrensel Bir Adaletin İkamesi İçin Doğru Bir Oryantasyon: Müslümanca Duruş


Mehmet Akif, şiir sanatının ilmekleriyle örülmüş muhteşem bir fikir eseri niteliğindeki Safahat adlı eserinin Hatıralar bölümünde; “Kim Müslümanların derdini kendine mal etmezse onlardan değildir” hadisini başlık olarak seçtiği bir şiirine “Müslümanlık nerede! Bizden geçmiş insanlık bile…” dizesiyle başlar. Burada Müslümanlığı insanlığın üstünde bir seviye olarak konumlandıran Akif, şiirin devamında da Müslümanların Müslüman'ca duruşlarını kaybet- tiklerine değinir:

“Kaç hakiki Müslüman gördümse:
Hep makberdedir.
Müslümanlık, bilmem amma,
galiba göklerdedir!”


Esasında bir tahassür şairi olarak Akif, tam da Müslüman bir münevverden beklenildiği üzere dünyanın gidişatından kendini sorumlu hissetmek tedir.

Bu çerçevede Akif'i en çok rahatsız eden şey, Müslümanların İslam'ın saffetine ve ihtişamına uygun bir konumda olmayışlarıdır. Hakikaten Akif'in tarihin o kritik evresinde dikkat çektiği problem günümüz Müslüman'ın önünde de hala bir mesele olarak durmaktadır. Bu temel problem, oryantasyonunu doğru tayin edememe, dolayısıyla özgün bir duruş ortaya koyamama problemidir.

Bediüzzaman'nın, hakiki Müslüman'ın aldanabileceğini fakat asla aldatmayacağını vurgulaması, böylesi esaslı, özgün Müslüman'ca bir duruşa işaret olsa gerektir. Böylesi bir duruş, sadece Müslüman şahsiyetin Rabbine, dolayısıyla diğer yaratıklara karşı sorumluluğunu yerine getirmesi açısından gerekli değildir; bu gereklilik, insanlığın adalet ve erdem eksenli bir hayat sürdürebilmeleri açısından da zaruridir. Zira günümüz hakim batı (me)deniyeti, birey olarak insanı “insan insanın kurdudur” seviyesizliğine; siyaset modeli olarak da Makyavelist bir ahlaksızlık seviyesizliğine düşürmüştür.

Dolayısıyla gücün ve zulmün egemen olduğu böylesi bir hengamede, küresel çaptaki erdemsiz- liklerle, adaletsizliklerle, haksızlıklarla ancak Müslüman'ca bir duruşla mücadele etmek mümkündür.

Nitekim, Kur'an ve Sünneti böylesi bir Müslüman'ca duruşu inşa etmek için bütün insanlığa gönderilmiş bir ilahi proje olarak değerlendirmek durumundayız. O halde böylesi ilahi referansları bütün bir duruşa sağlam bir zemin yapmak yerine sadece birtakım şekillere ilham kaynağı yapmak kelimenin tam anlamıyla testiye okyanusu sığdırmaya çalışmak olsa gerektir.

Söz konusu ilahi proje, Müslüman'ı, ahiretini imar sorumluluğuyla baş başa bıraktığı gibi ahiretin mezrası niteliğindeki dünyayı da tanzim sorumluluğuyla baş başa bırakmaktadır. Müslü- manın hem dünyaya hem de ukbaya ilişkin sorumluluklarını yerine getirmesinin yolu da Kur'an da da belirtildiği üzere maddi ve manevi güç hazırlamaktan geçmektedir.

Her Müslüman şahsiyetin Müslüman'ca bir duruşu hayatının her aşamasında etkin kılması, aile ve toplumsal hayatta da hukukun ve adaletin ikame edilmesini sağlayacağı gibi, uluslar arası ilişkilerde erdemin, hakkın ve adaletin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Zira günümüzde küresel çapta insanlığın üzerine bodoslama giden küresel İngiliz Yahudi medeniyetinin tedavüle sürdüğü değer(sizlikler)ler insanlığı bir 'anlam kaybı'yla, hukuksuzluklarla baş edememe ümitsizliğiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Söz konusu insanlık savrulmasının önüne geçecek ve insanlığa var oluşunun anlamını tekrar hatırlatacak yegane kaynak, insanlığın önünde sahih olarak kalabilen yegane ilahi rehberlik projesi olan İslam vahyidir. Zira İslam vahyi, Müslüman toplumlara sadece kendi iç hukuklarını düzenleme lerini öğütlememektedir, bunun yanı sıra yer- yüzünde adaletin ve hukukun temini gibi bir sorumluluk da yüklemektedir.

Günümüzde Müslüman'ca bir duruşun ortaya çıkabilmesi, Allah'ın kevni boyuttaki kanunlarıyla; toplumsal ve bireysel hayatın manevi dinamik- lerine yönelik yasaların birlikte keşfine bağlıdır. Bediuzzaman'ın ifadesiyle fen bilimleriyle din ilimlerinin özümsenmesi ve gereklerinin yerine getirilmesine bağlıdır. Aksi takdirde insanlık gibi 'ahsen-i takvim' konumunu kaybedip 'esfel-i safilin' derekesine düşmüş zalimlerin zulmüne engel olmak mümkün gözükmemektedir.

Nitekim, Osmanlı böylesi ideal bir sentezi başarabildiği için Kudus'ü bir onbaşıyla bir barış adası haline getirebilmiştir. Yine Uzak doğudaki coğrafyalara giden Müslüman tüccarlar, doğruluk, ahde vefa, fedakarlık gibi Müslüman'ca bir duruş sayesinde oralara İslam vahyini götürebilmişlerdir.
Sahiden kapitalist değer sistemini bir ticari strateji olarak benimseyen bir Müslüman işadamın dan Müslüman'ca bir tavır bekleyemeyeceğimiz gibi; Makyavelist bir değerler sistemini kendine eksen yapmış bir siyasetçiden de uluslar arası çapta bir adaletin ve hukukun ikame edilmesini beklemek abesle iştigal olsa gerektir.




Dr.Zübeyir OVACIK