๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 11 Ekim 2010, 13:17:14



Konu Başlığı: Evdeki tehlike
Gönderen: Sümeyye üzerinde 11 Ekim 2010, 13:17:14
Evdeki Tehlike


Eski zamanlarda evlerdeki en büyük tehlike, muhtemelen sadece boş vakit geçirmekten, gereğinden fazla uyumaktan ve yapılması lazım olan işleri yapmamaktan ibaretti. Bunun yanında zararlı komşulardan gelebilecek bazı tehlikeler söz konusuydu. Ama devir değişti ve yeni şartlar içerisinde yeni tehlikeler oluştu. Aslında bu tehlikeler evden önce okula, sinemaya, sokağa, mahalleye, köye, kente ve çarşıya aktı. Fakat engellenemeyince zamanla evlere de girdi.

Şimdi bu konularda olması gereken tavrı gösteren bazı kısa hatırlatmalarda bulunacağız.

I. İslâm Dininin Asıl Amacı Beş Temel Gayeyi Korumaktır

Beş temel dinî gaye manasına makâsıd-ı hamse olarak isimlendirilen “Dini, hayatı, aklı, nesli ve malı korumak” İslâm hukuk felsefesinin ana sütunlarını oluşturur. Bu sebeple diğer şer’î ahkâm bunlar üzerine bina edilmiştir. Özellikle iletişimin arttığı ve teknolojinin geliştiği bir dönemde, başta kendimiz sonra da sorumluluğunu taşıdığımız şahısların bu temel rükünleri muhafaza konusunda ne yaptığını bilmek zorundayız.

Özellikle evimizdeki radyo, televizyon, internet, tahrik edici müzik ve müstehcen tv kanalları.. gibi olumsuz unsurlar karşısında, bir Müslüman olarak öncelikle dinî inanç ve uygulamalarımızın tehlikede olup olmadığını, hayatımızın zarar görüp görmediğini, aklımızın yanlış etkilenip etkilenmediğini, neslimizin dejenere olup olmadığını ve paramızın boş yere gidip gitmediğini düşünmek zorundayız. Ve çevremize baktığımızda satanizm bataklığına düşen gençlerin, sürekli müstehcen neşriyat izleyenlerin, küçük yaşta nikahsız gayrimeşru bir hayata sürüklenenlerin, derslerine çalışmadığı halde internetteki sohbet odalarından (chat) çıkmayarak saatlerce vakit geçirenlerin, lüks özentisi uğruna en pahalı cep telefonlarını alanların, eşiyle ve çocuğuyla ilgilenmediği halde yerli ve yabancı pek çok kanalı izleyenlerin, evlâd u ıyâlinin halini bilmezken sanatçıların magazin haberlerini takip edenlerin.. varlığını görüyorsak, muhakkak evde ve elde bir tehlike vardır.
Bu tehlikelerin listesini çoğaltmak yerine, bu yangın karşısında ne yapacağımızı düşünmek gerekmektedir.

II. Vesileler Maksatların Hükmünü Alır


İslâm’a göre iyiliğe sebep olan şey iyi, kötülüğe sebep olan şey de kötüdür. Bu açıdan medya ve teknoloji değerlendirilirken, neticede iyi yanı mı yoksa kötü yanı mı daha çok diye düşünmek zorundayız. Ve bu sonuca göre onları kullanma ve istifade etme konusunda bir hüküm çıkarırız. Vardığımız sonuca göre onların durumu; farz (vacip), müstehab, mubah, mekruh ve haram olmak üzere beş temel hükümden birisini alacaktır.

Mesela çocuklarını zararlı yayın takip etmekten alıkoyamayan bir aile için yerine göre internet, tv, radyo ve cep telefonu.. almak haramdır denebilir. Eğer bu noktada tehlike kesin değil de muhtemel ise, hüküm mekruhluğa dönüşür. Şayet herhangi bir tehlike beklenmiyorsa hüküm mubahlıktır. Eğer mezkur aletlerin varlığı pek çok hayra vesile olacaksa, bu sefer hüküm onun farziyetidir. Şayet bu iyilikler muhtemel ise bu sefer de müstehab olur. Eğer beklenen fayda ile zarar eşitse, İslâm’ın mahzurlu şeyleri terke verdiği önem sebebiyle ondan uzak durulması önerilir. Şayet iyilik veya kötülük yanlarından biri ağır basıyorsa da ona göre hüküm verilir. Bu tür örnekleri hayatın her alanında çoğaltabiliriz.

III. Kötülüğü Engellemek Dinî Bir Görevdir

İslâm’a göre mefsedetin önüne geçmek temel bir kaidedir. Fıkıhta buna sedd-i zerâi denir. Bazı âlimlere göre bu kaide dört temel delile ilave edilecek kadar güçlüdür. Çünkü iyiliğe yardım etmek ilahi bir görev olduğu kadar, kötülüğün önünü kesmek de ilahi bir görevdir. Zira Allah Resûlü (s.a.s.) “Bir kötülüğü gördüğünüz zaman onu elinizle düzeltin. Şayet buna güç yetiremiyorsanız dilinizle düzeltin. Şayet buna da gücünüz yetmiyorsa kalben buğz edin. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır.” buyurmaktadır.
Bunlar içinde "el ile düzeltme" umumi manada yönetim mekanizmasının işi olmakla birlikte fertlere bakan yönüyle de herkesin kendi mesuliyet alanına göredir.

IV. Dinde Harama Bakmak Yasaklanmıştır

İslâm’da harama nazar etmek yasaklanmıştır. “Mü’min erkeklere söyle ki gözlerini harama bakmaktan korusunlar…, mümine kadınlara da söyle ki gözlerini harama bakmaktan korusunlar…” ayetlerinin2 hükmü bu konuda açıktır. Bir kişinin bakması yasak olan haramın ölçüsü ise, fıkıh kitaplarında açıkça beyan edilmiştir.

Bakılması haram olan yasakların internet veya televizyondan izlenmesi, radyodan dinlenmesi de haramdır. Sonra bu kötülüklere teşne olan mekanlara cin ve şeytan gibi habis ruhların geleceği, bunun yanında oradaki rahmet meleklerinin gideceği muhakkaktır. Bu sebeple evlerin, işyerlerinin ve toplanılan mekanların bereketli olmasını düşünenlerin, harama düşmemeye hassasiyet göstermesi gerekmektedir.

V. Hayat ve Ömür İsraf Edilmemelidir

Dinimize göre insan hayatı ve ömrü Allah Teâla tarafından ona bahşedilmiş, gereği gibi kullanılamazsa hesabının sorgulanacağı, bu yönüyle imtihan tarafının ağır bastığı bir lütuftur. “Kim daha iyi amel edecek diye hayat ve ölümü yaratan odur” (Mülk sûresi, 2) ayeti de bu hükmü gösterir.


VI. Malayaniyi Terk Etmek İyi Müslümanlığın Alametidir


İslâm’ın temel hassasiyetlerinden birisi, dünya ve ahiret adına faydasız olan bir şeyi terk etmektir. Allah Resûlü (s.a.s.) bu konuyu bir hadislerinde şu şekilde ifade eder: مِنْ حُسْنِ اِسْلاَمِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لاَ يَعْنِيهِ “Kişinin güzel Müslümanlığının alameti, gereksiz olan şeyleri terk etmesidir.”3 Bu hususta Sonsuz Nur’da şu açıklama geçer:
“Malayani”, insanı hiçbir zaman alâkadar etmeyen, gereksiz ve onun ne bugünü ne de yarını için hiçbir faydası olmayan lüzumsuz şeylerle meşgul olması demektir. Öyle ki, meşgul olduğu şeylerin, ne şahsına, ne ailesine ne de milletine hiçbir faydası yoktur. İşte İslâmiyet'teki güzellikleri yakalayabilmiş biri, aynı zamanda laubalilikten de uzaklaşmış demektir. Öyleyse bu hadîs, aynı zamanda insana, ne yapması gerektiğini de öğretmektedir. İnsan daima, yüce ve yüksek meselelerle meşgul olmalı, uğraştığı her mesele ya doğrudan doğruya, ya da dolayısıyla, hem kendine, hem ailesine hem de cemiyete faydalı bulunmalıdır. Bir cihetle, ciddi insan olmanın tarifi de budur...

“Mâlâyaniyat” ile meşgul olan bir insan, fırsat bulamaz ki kendisini ilgilendiren şeylerle meşgul olabilsin. Devamlı surette, kendisini ilgilendirmeyen iş ve düşüncelerle dopdolu olan bir insan, kendisi için gerekli ve onu yakından ilgilendiren meselelere vakit bulamaz ki onlarla meşgul olsun...

Henüz kendi çizgisini bulamamış ve frekansını tutturamamış bir insanın, o frekansta doğru bir şeyler yapması da düşünülemez. Malayanilerle dolu olan bir insanın, “mâ ya’ni”ye açık olması da mümkün değildir. Evet kalbi ve kafası, sakat şeylerle dolu bir insan, nasıl ulvî ve sağlam şeylerle meşgul olabilir ki?!

Malayaniyi terk etmek, büyük zatlara ait bir şiar sayılmıştır. Ve Allah Resûlü (s.a.s.) bu durumu herkese özendirmiştir. Böylece kulluk adına büyük bir sınavdan geçtiğimizin farkına varılması sağlanmıştır.

Herkes kendi hayatına; ilgi duyup vakit ayırdığı aktivitelere bu gözle baktığında kendi muhasebesini yapabilir.

Burada bir gerçeği kaydedelim: “Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hâne dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev-i beşer dairesinden tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Her bir dairede her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile küçüklük ve büyüklük ters orantılıdır. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgûl eder. Sermâye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür.”


VII. İnanan Kimse Şüpheli Şeylerden Kaçınmalıdır


Allah Resûlü (s.a.s.) bir hadis-i şerifte “Şurası muhakkak ki, haramlar da helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında haram veya helal olduğu şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da korumuş sayılır. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa girebilecek durumdadır. Biliniz ki, her melikin bir korusu vardır; Allah’ın korusu da haramlardır. Şu da bilinmelidir ki, cesette bir et parçası vardır, o sıhhatli olunca beden de sıhhatli olur; o bozulunca beden de bozulur. İşte o kalbdir!" buyurur.5

Pek çok yönüyle ele alınabilecek bu hadisin burada sadece kazanca bakan yönüne işaret etmek istiyorum: Her şahıs kazancının helal olmasına dikkat etmelidir. Şayet onun içinden hepsi değil de birazı haram ise, o kısmı da ayırmalıdır. Ve bu durum yerine göre iş değiştirmeyi gerektiriyorsa, bu fedakârlıktan kaçınmamalıdır. Çünkü her şey gibi rızık alanı da yaratılıştan gelen imtihana dahildir. Kişinin yerine göre dünya adına kaybetmesi, ahiret adına kaybetmesinden daha hafiftir. Ve bu noktada bizi kendisine çeken maddi menfaatlerin nefsin bir desisesi, şeytanın bir telkini veya geçmiş ümmetleri mahveden dünyanın çekiciliği olduğu unutulmamalıdır.

VIII. Gerçek Mümin İlahi Emanete İhanet Etmez

Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur: “Kıyamet günü, beş şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları [Rabbinin huzurundan] ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından; gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından ve ilmiyle hangi ameli yaptığından.”6 Bu sebeple her kişi sürekli olarak bir şeyler tükettiğini, dünya ve ahiret adına daima yapabileceği iyi bir şeyler olduğunu, Yüce Yaratıcı’nın verdiği nimetlerin birer emanet sayılması gerektiğini, şayet kullanma kılavuzuna göre değerlendiremezse de sadece kendisinin zarar edeceğini bilmelidir.

Buradaki diğer nokta ise üst sorumluluğu taşıyanların da aynen yasak fiili işleyenler gibi yerine göre vebale girmesidir. Bu da İslâm’a göre mesuliyet taşımanın ne kadar ağır olduğunu gösteren bir durumdur. Mesela evdeki bir televizyondan zararlı yayın izleyen bir genç kadar, onun anne ve babası da günahkâr olur. Bir ildeki uyuşturucu ticaretini yapanlar kadar, onu engelleme konumunda bulunup da ihmal eden yetkililer de vebale girer.

IX. İletişim Vasıtalarının Zararları

Günümüzde hayatımızın bir parçası haline gelen medya yoluyla gelen zihin kirlenmesi, günaha girme meselesi üzerinde, bir özel başlık altında müstakil incelemek istiyoruz:

A. Gazete ve dergiler: Gazete ve dergiler iyi yönde kullanıldıkları kadar kötü yönde de kullanılabilirler. Bu sebeple onlar konusunda bizi bağlayan ölçü, İslâm’ın getirdiği genel ahlak kurallarıdır. Onu da şu şekilde özetleyebiliriz:

Bir kişi, gayr-ı ahlaki olan, toplumun örf ve adetlerine aykırı bulunan, onların genel kabullerine zıt ve ifsat edici neşriyata uzak durmalıdır. İslâm dininin günah saydığı şeylere karşı duyarlı olmalıdır. Meseleye bu açıdan bakıldığında, içerisinde fuhşiyatı tasvir eden, dinin haram kabul ettiği resim ve yazılar içeren, inkar fikrini geliştiren yazıları yayınlayan, dünya ve ahiret adına faydası olmayan boş muhtevaya sahip gazete ve dergiler, günümüzde en büyük tehlikeler içerisinde yer alır.

İşin bir başka üzücü yönü ise, bu gazete ve yayınların renkli ve parlak görüntüleriyle gençleri ve çocukları, doğru-yanlış ve yararlı-zararlı kritiğine gerek görmeyerek rahatça etkileyebilmesi ve fikirlerine yön verici hale gelmesidir. Böylece medyadan etkilenen gençlik, kendilerini götürmek isteyenlerin tarafına doğru kaymaktadır. Bunu düşünen şer güçler ise kısaca medya yoluyla insanları etkilemek istemektedir.

Bu noktadaki çözüm, kötü neşriyat yapan gazete ve dergilerden uzak durmaktır. Buna mukabil konumdaki müspet medyayı geliştirerek, okuyarak, reklam vererek ve yaygınlaştırarak iyiliği hâkim kılmaktır.

B. Radyo: Allah’ın insanoğluna lütfettiği aletlerden birisi olan radyo, dinî ve millî değerlerimize faydalı, saygılı neşriyat yaptığı zaman, en yararlı aletlerden birisi haline gelir. Fakat ahlakî değerlere zıt, vakti faydasız bir şekilde öldürecek eğlence programları, hatta bazı kötü muamelelerin teşvik edildiği bir alet halinde kullanılırsa; elbette faydasız, hatta zararlı olacaktır.

Bu noktadaki ölçü, zararlı yayın yapan radyo kanalına mesafeli durmak, faydalı olanlara yönelmektir.

C. Sabit telefon veya cep telefonu: Telefon iletişimi sağlayan güzel bir alettir. Üstelik şu anda görüntülü telefonların çıkmasıyla, uzun mesafeler daha yakınlaşmış, hasret de azalmıştır. Ama bir bıçağın yanlış yerde kullanılışı gibi, telefon nimeti üzerinde hatalı tasarruflar mümkündür.

Eğitim çağındaki genç ve çocukların kullandığı telefonların pek çoğu; oyun oynama, faydasız içerikli mesajlaşma ve karşı cinse olan ilginin ifade zemini bulduğu bir unsur haline gelmiştir. Bu sebeple evdeki telefon veya cep telefonu konusunda anne ve baba yanında, toplum kademelerindeki pek çok sorumlu da endişe duymaktadır.

Bu noktadaki ölçü, gerçekte gereksiz olan bir şeyi almamaktır.
D. Televizyon: Faydalı bilgilerin öğretildiği, yararlı haberlerin yapıldığı, tarih bilincinin aşılandığı, gelecekte oluşturulmak istenen ideal dünyanın işlendiği ve bizi biz yapan değerlerin üzerinde durulduğu televizyonlara hava ve su kadar ihtiyaç vardır. Fakat gayr-i ahlaki görüntülerin rahatça sergilendiği ve bundan reyting amaçlandığı, hatta yayınlanacak programın seyircinin zaafına göre seçildiği bir televizyon ise oldukça zararlıdır.

Aileler çocukların ruh dünyalarını olumsuz yönde etkileyen zararlı yayınlara karşı çocuklarını koruyacak bir formül bulmalıdırlar. Çünkü çocukların ve gençlerin çoğu, karşılaştıkları görüntüleri olduğu gibi zihinlerine yerleştirip özentiden kurtulamamakta, bu da onları kendi düşüncelerine göre kaldıramayacakları problem ve sorumluluklara muhatap etmektedir. Esasen bu durum sadece gençlerin ve çocukların değil, tüm aile fertlerinin meselesidir. Şöyle ki: Bir baba akşam eve geldiğinde, ailesi ve çocuklarıyla ilgilenmeyerek koltuğuna kurulup kumandayı eline alarak, çocuklarının yanında ve izlediği kanalın ve programın içeriğine dikkat etme ihtiyacı hiç duymadan; şiddet, korku ve cinsellik... gibi programlarla vakit geçiriyorsa, evde ciddi bir tehlike var demektir. Diğer yandan anne, çocuklarına harcayacağı mesaisini televizyondaki “Olmasa da olur” türünden programlara veriyorsa, bunun yanında yetiştiremediği işlerini yaparken küçük çocuğunun oyalanması için kendisinin hiç kritik etmediği ve seçici olmadığı televizyonun bilgi kirliliğine teslim ediyorsa, çocuklar da ders çalışmaları veya farklı uğraşlara vakit ayırmaları gereken vakitte ekranlara kilitleniyorsa, tehlikenin boyutu büyümektedir.

Hepimiz şu tespiti küçük bir gözlemle çok rahat yapabiliriz: Kanal ve program ayrımı yapmadan televizyonu sürekli bir şekilde izleyen kişiler, üretim ve fikir verme kabiliyetlerini büyük oranda kaybederler. İzlediği gibi konuşup, izlediği gibi düşünüp, izlediği gibi yaşamaya başlarlar. Üstelik bir süre sonra ezberleme kabiliyetinin zayıflaması da söz konusudur. Çünkü seçici olmadan sürekli olarak izlediği görüntüler ve harama nazar, beyinlerinde yer edinerek bilgi kirliliğine yol açar. Ayrıca malayani ve boş vakit geçirme; sahip olduğumuz latifelerin zayıflayıp yok olmasına sebep olur. Bu yönüyle televizyonun, dışarıdaki yanlışa sevk eden unsurlardan daha tesirli olduğu söylenebilir.

Bu noktadaki ölçü seyredilen kanal ve programı bilinçli olarak seçmek, yayın içeriği kötü olan kanal ve filmler için filtre uygulamak, boş vakitleri geçirmek için de meşru dairede hem dinlendirici hem de fayda verici türden spor sohbet vs. gibi alternatif aktiviteler düzenlemektir.

E. İnternet: İnternet konusunda görebildiğimiz kadarıyla dikkat edilmesi gereken zararlar şunlardır:

1. İnsanları şiddete sevkeden popüler oyunlara karşı dikkatli olmak gerekir.
2. Sohbet. İnternet sohbetinde (chat) kişiler kimliklerini gizli tutabildikleri için sorumsuz davranışlar sergileyebilmektedir. Ayrıca tanışılmayan kişilerle rahat ve sorumsuz sohbet insan ilişkilerinde bozulmaya, kişiliklerde ise zayıflamaya yol açmaktadır.
3. Bağımlılık. İnternet bazen insanlarda bağımlılık yapabilmektedir. Bu kişiler internetten uzak kaldıklarında büyük zorluklar çekmektedir. Uzmanlar bunun önemli bir rahatsızlık olduğu konusunda aileleri ve gençleri uyarmaktadır.
4. İllegal akımlar. Yasadışı örgütler, bahis şirketleri ve kumarhaneler.. gibi birçok kuruluş gençleri ve çocukları internet yoluyla zehirlemektedirler.
5. Pornografik içerikler. Pornografik içerikli siteler gençlerin ve çocukların psikolojilerinin ve kişiliklerinin bozulmasına yol açmaktadırlar. Bu, kişilik kaymalarına da sebep olan ciddi bir günahtır.

Bilgisayara virüs bulaşması kadar, saf gönüllere yabancı unsurların girmesi de tehlikelidir. Bu noktada bir tıklama ile sayısız siteye ulaşmak bir avantaj olduğu kadar, aynı zamanda bir dezavantajdır. Bu sebeple kişi karşılaşabileceği haramı önceden hesap ederek ona göre hareket etmelidir. Ayrıca fitne unsuru olacak kanallara hiç girmemelidir. Bu noktada çocuklarımızı ve sorumluluğumuz altındaki insanları nefisleriyle baş başa bırakmak yerine, onlara ön bilgiler vererek duruma göre onları zaaflarından uzaklaştırma gayretinde bulunmak bir görevdir. Buradaki en önemli koruyucu düsturlardan birisi şu hadistir: “Şüpheli şeylerden sakınınız. Çünkü onların çoğunda harama girme ihtimali vardır.”7 Evet, dinimiz günaha götürecek yollardan bizi uzaklaştırmak için bu kadar hassasken, internet gibi ne zaman, neresinde, hangi görüntüyle karşılaşacağımızı bilmeden pervasızca sitelerde dolaşmamız, manevi değerlerimize karşı bir hassasiyet aşınmasının olduğunu göstermektedir.

Ayrıca kötüye kullanılan ve veya gereğinden fazla ilgilenilen internet yanında sayılan gazete ve dergiler, keza radyo, televizyon ve telefonlar, toplumda hareketlilik içinde yeni bir yalnızlık türü oluşturmuştur. Kişiler bir yönüyle herkesle konuşabildiği için açık ama diğer yönüyle dertleriyle kendi başına ve kapalı kalmıştır. Çünkü kurduğu iletişimde uygun yere yönlenmediği için derdini açacak kimse bulamamaktadır. Belki açsa bile onlarla gerçek manada ilgilenen olmadığından yanlış yönlendirmelere maruz kalmaktadır. Bunun neticesinde kendi halinde kalan kişi, sosyal hayat içinde aile, eş ve arkadaş.. çevresinden beklediği ilgiyi görememekte, bu sebeple de onlarla irtibatı azalmakta veya kopmaktadır. Veya sorumlu ebeveyn ve eşiyle paylaşması gereken duygularını, teknolojinin getirdiği vasıtalarla gayri meşru ortama çekmektedir. Böylece evde çocuklar, okulda talebeler ve evlilik hayatında eşler.. yalnız kalmaktadır. Bunun neticesinde teknolojiye hâkim çevrelerin yetiştirdiği bir nesil ile sevgi eksikliği sebebiyle haram alana yönelmiş kişilikler oluşmaktadır.

Bu noktadaki çözüm, Allah’ın bir lütfü olarak elde edilen teknolojik imkanların, sorumluluk duygusu taşıyan yöneticilere ve kullanıcılara sahip olmasıdır. Bu da tümüyle bilinçli, imanlı ve kararlı bir toplum demektir.


Sonuç:


Hayat boşluk kabul etmemektedir. İyi bir Müslüman olarak bizlerin kalb, akıl ve hafızasına; dinimize aykırı hiçbir yabancı unsur girmemelidir. İnsanlar ahirette her şeyi bilen Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktıklarında mahcup olmayacakları bir hayat yaşamalıdırlar. Hayatın bütün anlarında Müslümanlar için çizilen sınırlar içinde kalmak Yüce Yaratıcı’nın verdiği değer ve nimetlere saygı göstermenin ifadesidir. İşte bu noktadaki becerimiz, emanete riayet etmedeki kuvvetimiz ve Allah’a yakınlıktaki derinliğimiz olacaktır.

Konuyu şu nebevi nasihatle noktalayalım:
نِعْمَتَانِ مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثيِرٌ مِنْ النَّاسِ: اَلصِّحَّةُ وَالْفَرَاغُ
“İnsanların pek çoğunun değerlendirme konusunda aldandığı iki nimet vardır: Sıhhat ve boş vakit.”
8


* Fırat Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi



Dipnotlar
1 Müslim, İman 78.
2 Nur sûresi, 30-31.
3 Muvatta, Hüsn-ü Huluk 3.
4 Bediüzzaman Said Nursi, RNK “Şualar” s. 952.
5 Buhari, İman 39.
6 Tirmizi, Kıyamet 1.
7 Ebu Davud, Büyu 3.
8 Buhari, Rikak 1.


Doç. Dr İsmail Köksal