๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:45:44



Konu Başlığı: En Sevimsiz Üç Grup
Gönderen: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:45:44
En Sevimsiz Üç Grup

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan


Mişkâtü’l-Mesâbîh’in iman bölümünde, Kitap ve Sünnet’e Bağlılık (el-İ’tisâm) konusunda, İbn Abbas radıyallahu anhumâ’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîf’te Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Allah katında müslümanların en sevimsiz olanları (şu) üç gruptur: Harem’de haksızlık yapıp zulüm işleyen (mülhid) ; İslâm döneminde Câhiliye yaşantısını arayan (mübtağ) ve haksız yere kanını dökmek için masum bir kişinin ısrarla peşini kovalayan (muttalib).”1

Örnek Yaklaşım

Kitap ve Sünnet’e Bağlılık Bölümü’nde hemen üçüncü rivayet olarak bu hadîs-i şerife yer verilmiş olması, Mesâbîh’te el-Beğavî’nin -ona bağlı olarak da Mişkât’ta el-Tebrizî’nin- konuya yönelik değerlendirmesini yansıtmaktadır. Bu durum, yöntem olarak üzerinde durulmaya değer bir yaklaşımdır.

Kütüb-i sitte içinde sadece Sahih-i Buhârî’nin diyât bölümünde yer alan hadisin i’tisam konusuyla ilişkilendirilmesi, “İslâm devrinde Câhiliye yaşantısını arayan kimse”nin müslüman kimliği bakımından arz ettiği tehlikeye öncelikle ve özellikle dikkat çekmek içindir ve sosyolojik gelişmelerin dikkate alınması sonucu gerçekleştirilmiş bir tercihtir.

Bize göre Buhârî (v.256) ve Beğavî (v.516) arasındaki bu farklı tercih, geçmişte hadisçilerin birer sosyolog dikkati ile hadîs-i şerîfleri ihtiyaca göre değerlendirdiklerinin bir örneği ve isabetli bir uygulamasıdır.

Aslında el-Beğavî’nin, i’tisam bölümüne bid’atı reddeden üç rivâyetle başlaması, önce ortalığı temizleme (tahliye) düşüncesiyle hareket ettiğini göstermektedir. Bu yaklaşım kimilerince “radikal bir tavır” olarak görülebilir. “Ümmetin himmetini sünnete yöneltmek” diye özetlenebilecek temel amacın, kendi zamanındaki temsilcisi olan el-Beğavî için böylesi bir tavır, oldukça isabetli ve anlaşılabilir bir yaklaşımdır.

Hadîs-i şerîfleri konularına göre (ale’l-ebvâb) tasnif etmiş olan bütün hadisçilerin ortaya koyduğu, Sünnet verilerini, günün ihtiyacına göre -ana temayı veya değişik pasajları dikkate alarak- değerlendirme yaklaşımı, bundan böyle hadislerden yapılacak seçmeler için de geçerli -pek tabiî- bir usul ve örnek oluşturmaktadır. Şartlar ağırlaştıkça bilimsel anlamda “daha farklı tertiplerle” toplumu bulunması gerekli çizgiye davet etmek icap eder. Asla şartlara ya da konjonktüre boyun eğme anlamına gelecek “teslimiyetçi ve yamultulmuş” bir tavır değil, olması gerekeni, “yeni önceliklere sahip reçetelerle ortaya koyma” ve sosyal rahatsızlıkları böylece tedâvi etme bilinç ve girişiminin sürdürülmesi gerekir. Günün ahvâlinden şikâyetçi olan bilim adamlarının kulakları çınlasın.

Üç Kutsal- Üç Cinâyet

Hadîs-i şerîf’te Harem bölgesi, İslâm dönemi - müslüman toplumu ve bireyin hayat hakkından oluşan üç kutsala yönelik saldırıda bulunmanın şirk ve küfürden sonra en büyük günah olduğu ve bunları işleyen müslümanların, Allah katında en sevimsiz grupları oluşturdukları ve dolayısıyla gazab-ı ilâhî’ye en yakın bulundukları açıkça bildirilmektedir. Şimdi bunları sırasıyla ve özetle değerlendirelim.

Harem’de ilhad

Mülhid, bu hadiste zâlim, hak ve adâletten yan çizen anlamındadır. Aslında dinden çıkan kimseye mülhid denir. Herhangi bir günahı işleyen eğer mülhid diye nitelendiriliyorsa bu, o günahın büyüklüğünü yansıtır ve çok büyük bir tehdit anlamı taşır.

Bilindiği gibi haksızlık ve zulüm her yerde haksızlık ve zulümdür. Ama Mekke-i Mükerrem’nin Harem’inde işlenecek bir haksızlık, mekan’dan kaynaklanan artı bir zulüm demektir. Zira harem güvenli bölgedir. Özel hukûkî statüsü vardır. Orada işlenecek bir günah, hem Allah’a isyan hem de Harem’in kendine özgü hürmetine saygısızlık demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “Mescid-i haram’da kim bir zulüm ile haktan sapmak isterse, ona acı bir azaptan tattırırız”2 buyrulmaktadır.

Câhiliye yaşantısını aramak

İslâm öncesi Câhiliye toplumunun yaşayışı, gelenekleri, âdetleri ve ahlâkı demek olan Sünnetü’l-câhiliyye’yi, İslâm döneminde yaşatmaya çalışmak, İslâm toplum yapısına vereceği zarar bakımından fevkalâde büyük bir cinâyettir.

Kimi hadis şârihlerine göre Sünnetül-câhiliyye’den maksat, İslâm’ın terk edilmesini emrettiği uğursuzluk, kehânet, kan davası, yaka-paça yırtarak ölüye ağlamak (niyâha) gibi söylem ve eylemlerdir. Aslında İslâm dışı her düşünce, söylem ve eylemin müslüman toplumda bir şekilde yer almasına çalışmak, Câhiliye’yi yaşatmak istemektir. Toplumun Kitap ve Sünnet çizgisinden uzaklaşmasını temenni ve temin etmek demektir. Oysa müslümanca hayat, kendi kurallarıyla yaşanan hayattır. Buna karşı seçenek/alternatif geliştirmek elbette büyük vebâldir. Binaenaleyh çağdaşlık, modernlik, moda vs. gibi birtakım gelip geçici gerekçelerle, geçmişte yaşanmış kimi yanlışları ve sapkınlıkları güncellemeye çalışanlar da aynı durumdadırlar. Yani aynı sevimsizliği paylaşmakta olup aynı tehdidin muhataplarıdırlar.

İslam’ın reddettiği düşünce, duygu ve davranışların tümü, Kitap ve Sünnet’in inşa ettiği müslüman kimliğini zedeleyici unsurlardır. Câhiliye denilen İslâm öncesi (ve İslâm dışı) toplumların içinde bulundukları itikâdî, sosyal, ekonomik ve ahlâkî yanlışlar, İslâm tarafından düzeltilmişken ve İslâm toplumu kurum ve kurallarıyla çalışır hale gelmişken dönüp İslâm dışı eski uygulamaları -veya bunların isim veya şekil değiştirmiş yeni versiyonlarını- yeniden gündeme getirmeyi düşünmek, istemek ve bunun için gayret göstermek, açıkça İslâm’a karşı çıkmak ve müslüman toplum hayatının kendisine özgü aslî çizgisinden uzaklaşmasını istemek demektir. Bu tür bir İslâm dışılığı aramak tam anlamıyla bir geri dönüş ve gerçek kazanımlardan vazgeçmektir. Bir başka ifade ile dînî anlamda tam bir irtica ve irtidat hareketidir. İslâm döneminde böylesi arzu ve tavırlar peşinde olan kimselerin, günahkârların Allah katında en sevimsiz gruplardan olması ise, fâilin, İslâm’ı tanıdıktan sonra böyle bir yola gitme basiretsizliği yüzündendir.

Hiç şüphe yoktur ki Kitap ve Sünnet ile var olan İslâm ümmeti, hayatiyetini yine Sünnet’in yorumuyla Kitap’a bağlı kalmakla sürdürebilir. Bu sebeple İslâm döneminde gerek kadîm gerek modern câhiliye yaşantısı peşinde olmak, -gerekçe ne olursa olsun- gerçekten çok büyük bir cinâyettir. Pek tabidir ki böylesi bir cinayetin fâili de “en sevimsiz”, “gazab-ı ilâhiye en yakın” kimse olacaktır.

Kan davası gütmek

Mekke’nin fethi esnâsında, Harem-i Mekke’ye dahil olan Müzdelife’de câhiliye’den kalma bir meseleden dolayı bir kişinin öldürülmesi olayı üzerine -ki İbn Hacer’e göre söz konusu olay hadisimizin vürud/söylenme sebebi sayılabilir- Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı açıklamayı da3 dikkate alarak, hadisin üçüncü fıkrasının anlamını şöylece belirleyebiliriz:

Haksız yere adam öldürmek, kan akıtmak için sınır tanımaksızın fırsat kollayıp intikam almaya çalışmak, insanların hayat hakkına yönelik bir tecâvüz olmanın yanında, bitmek-tükenmek bilmez kan davalarının körükleyicisi olacağı için “fiil olarak” ağır bir suçtur. Bu yüzden böylesi bir yola girenler “Allah katında en sevimsiz” gruplardan sayılmışlardır.

Netice

Hadîs-i şerîfe göre,

İslâm’ın merkezinde (harem bölgesi) işlenecek zulüm,

İslâm döneminde diriltilecek İslâm dışı-câhilî bir eylem, söylem ve inanç,

Bireyin hayat hakkına yönelik haksız yere tecâvüz,

dinimizde, şirk ve küfürden sonra en ağır suçları teşkil etmektedir. Bu üç suçtan herhangi birini işleyenler de günahkâr müslümanların “Allah katında en sevimsizleri” dir.

O halde Kitap ve Sünnet bağlısı olan müslümanların bu üç konuda fevkalâde dikkatli olmaları, müslüman kimliğinin korunabilmesi bakımından hayâtî bir önem taşımaktadır.

Dipnotlar: 1) Buhârî, Diyât 9; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, X, 308; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VIII, 27; el-Muttakî, Kenzü’l-ummâl, XVI, 57; Suyûtî, el-Câmiü’s-sağîr. 2) el-Hac (22), 25. 3) Bk. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, XII, 220