๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 30 Ekim 2010, 17:21:29



Konu Başlığı: En Büyük Musibet
Gönderen: Zehibe üzerinde 30 Ekim 2010, 17:21:29
En Büyük Musibet

Şemsettin Kırış



İslâmı yaşamada ve tebliğ etmede çağımız müslümanlarının sergiledikleri görüntü çoğu müslümanın zihnini meşgul eden konulardandır, içimizi ferahlatan güzel örneklere tesadüf ettiğimiz gibi "Keşke böyle yapılmasaydı" dediğimiz de olmuştur. İslâm'ın geniş kitlelerce kabulünde Müslümanların İslâm'ı yaşayış biçimleri ve sergiledikleri görüntü çok önemlidir. Çağımız insanı daha çok görüntüye bakıyor ve bir örnek arıyor. Zaten insanlar geçmişte de peygamberlerce kendilerine tebliğ edilen ilkelerin ve ideallerin hayata uygulanışını ve örneğini görme arzu ve eğiliminde olmuşlardır. Bu arzu ve eğilim belki de insanın tabiatında bulunmaktadır.

Müslümanlar olarak kendimize farklı bir gözle, kendimizi tenkit süzgecinden geçiren bir gözle bakarsak, çok ideal ve arzulanan bir görüntü sergilemediğimizi farkederiz. Ayrıca İslâm'ın bu çağda da yaşanabileceğini isbat adına sergilediğimiz manzara, çok da bütünlüğü olan bir manzara değildir.

İslâm'ın yaşanmasıyla ilgili olarak şekil ve ruh bakımından çeşitli uç noktalar ve bu uç noktalara çeşitli uzaklıktaki noktalarda dağıldığımız ve bütünlük arzeden bir yapı sergilemediğimiz ortadadır. İslâm'ı anlama ve yaşamadaki bu farklı yaklaşımları İslâm'ın zenginliğine mi hamletmeli, yoksa ümmet olarak içinde bulunduğumuz kolu kanadı budanmış, sahip olduğu izzeti yitirmiş görüntüyü bu farklı yaklaşımlara mı bağlamalı? Bütün bunlar düşünülebilir ve tartışılabilir. Ancak ümmet, yaşadığımız çağda kendinden beklenen canlılığı ve yerine göre tepkiyi gösteremiyorsa bunu ayan beyan yaşanılan her olayda görüyorsanız kafanızdaki sorular cevaplanmış olmayacaktır. Ümmetin ve İslâm'ın geleceğini düşündüğünüzde sorular kafanızdan gitmeyecek, cevaplar da hemen gelmeyecektir, işte o zaman içinizdeki ızdırap, müslüman olmanın ızdırabı, imanın ızdırabı yüreğinizde daha çok dokunaklı ve tarifi imkansız bir acı halinde var olmaya devam edecektir. Bu ızdıraba ve acıya çok fazla üzülmemelidir. Bu ızdırap tabiî ve olması gereken bir ızdıraptır. Ne biliyoruz belki de bizi olgunlaştıracak ve imanımızı belli bir kıvama getirecek olan bu ızdıraplardır.

İçinde bulunduğumuz durum bizim için büyük bir imtihandır. Kâinatın Efendisi (s.a.) bir hadis-i şeriflerinde musîbetin en büyüğünün kendisinin aramızda olmaması olduğuna işaret ediyor. Hz. Âişe validemiz anlatıyor: Rasûlullah (s.a.) hane-i saadetinden mescide açılan kapıyı araladı. Ebû Bekir (r.a.)'ın cemaate namaz kıldırdığını gördü. Müslümanların bu güzel haline ve bu halin devam etmesi ümidi ile Allah'a hamdetti ve buyurdular ki. "Kim bir musibete uğrarsa benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı musîbetini hatırlayarak teselli bulsun. Çünkü benden sonra ümmetimden hiç bir kimse benim aralarında olmayışımdan daha büyük bir musibete uğramayacak."1 Evet en büyük musîbet Rasûlullah (s.a.)'in aramızda olmayışı. Fahr-i Kainat aramızda olsaydı bütün müslümanlar onun etrafında toplanır, kenetlenir ve teveccühleri tek yöne olurdu. Resûl-ü Ekrem Efendimizin o müstesna şahsiyeti bütün müslümanları tek bir liderlik altında toplamaya yeterdi. Müslümanlar asr-ı saadette olduğu gibi tek ses ve tek nefes olup küfre galip gelebilirlerdi. Ancak unutmayalım ki Cenab-ı Hakk'ın bir kader-i ilâhisi var. Efendimizin her an aramızda bulunması mümkün değil. Çünkü her can gibi o da ölümlüdür ve fânidir. O aramızda yoksa bizim onun aramızda olmayışını ne de büyük bir musîbet olduğunu bilerek, hissederek ve bu duygu ile yaşamamız gerekir. Bu "en büyük musîbeti" kabullenmemiz ve bu musîbeti, bizi ahiret için daha çok çalışmaya Allah'ın dinine daha çok hizmet etmeye sevkedecek bir duyarlılık, düşünce ve ızdırap halinde mukaddes bir emanet gibi göğsümüzde taşımamız gerekir. Bu ızdırabı ve bu musîbeti önemsemeliyiz.

Rasûlullah (s.a.) şu an aramızda bulunmuyor. Belki bu yüzden dağınık bir görüntü sergiliyoruz. Fakat Allah'ın Rasûlü (s.a.) sünneti ve sîreti ile aramızda. Onun sünnetine ve sîretine tutunursak tek ses ve tek yürek olabiliriz. Ümmet olarak da yaşadığımız çağda üzerimize düşen mesuliyetin gereğini yerine getirebiliriz. Sünnet-i Peygamberi bizi birbirimize bağlar ve bizi bir güç, karşısında durulması imkânsız bir güç haline getirir. Kalplerimiz ülfet eder, teveccühümüz tek yöne olur. Cenab-ı Hak o günleri nasip etsin. Âmin.

Dipnotlar: 1 İbn Mâce, cenâiz 55.