๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 14 Temmuz 2010, 15:39:51



Konu Başlığı: Ehli aşkın cehli aşka itirazı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 14 Temmuz 2010, 15:39:51
Ehl-İ Aşkın Cehl-İ Aşka İtirazı



Ben her kandil ağlarım… Garipliğime, hüzne râm oluşuma, murâdın uzaklarında kalışıma, yârin vefâsızlığına… Ve sevdâzede makamında can neyini hicrân nefesleriyle çalışıma… Dualarda karıncalanan ellerim, yârin ellerinden mahrum kalmayı hazmedemediğinden titrer Yaradan bilir içimde ân be ân büyüyen alevlerin ruhumda kül ettiklerini…

Kandillerin getirdiği ruh ferahlığından nasibim olmaz nicedir Yâr denen zalimin cânânlık makamına oturmaktansa, can almaya meyledişindendir gözlerimin kandilleri sele boğuşu… Bütün bir gece af dilerken Rabbinden kâinat, ben… Kemter bir kul oluşumun omzuma yüklediği ağır yükten -sanki sıyrılmış gibi- bîhaber gibi, sadece ve sadece yâri nasip etsin diye yalvarırım Hak’ka! Çilem nasıl bir çiledir ki bitmez! Çile dergahında sevda divanı okumaya memur edilmiş varlığım… Ne gençliğim ırgalarken o can alıcı cânânı, ne de ihtiyarlığım… Ey Ulular Ulusu Rab’bim! Duy bu âciz kulunu… Bir O’nun vuslatıdır benim bahtiyârlığım…

Süleymaniye’nin öksüz mahyaları ben gibi yârdan ayrı değil bu gece! Fatih Camii avlusundaki şadırvanın baş ucunu bekleyen servinin derdi de dermana erer seher kavuşmadan… Etyemez Caddesinden süzülen her hayal, nurun tavaf ettiği o beldede şan ve şeref bulurken, benim boynum bükük kalır Kaldıramam aşk belâsında güçsüz düşen omuzlarıma bırakılan yükü… Fuzuli Dedemin diyârını özlerim… Kerbelâ’yı özlerim… İlle de can özüm Kerkük’ü! Ayasofya, sükut edişiyle manidardır söyleyemediklerime… Gök çengeli yorar bakışlarımı… Dar bakışlarımı… Ayasofya kadar manidar bakışlarımı… Hayaline kızıp, hakikatine mecbur olduğum o esmer gülün, her dikeni ayrı bir azabı hediye ederken kan terleyen ruhuma… Güz muştuları da el çeker olmuş yazık!

İstanbul’a güz yakışır… Hazan yada sonbahar değil… Lâkin yâr, cehl-i aşk olmaya öylesine alışmış ki, beni pişman etmekten imtinâ etmez ehl-i aşk olmaya… Cehlin getirdiği bir sehl ile başından savar sevda kuşlarını… Aceb… Birlikte çıkmanın keyfini ve hiç mi düşünmez ömrün yokuşlarını? Kandil gecelerinde, kanattığı bir yüreğin vebâli de dokunmaz yüreciğine… Zulmün doruklarında kanat çırpar da, o her şeyiyle yâr ve ana olmaya kurulmuş eşsiz Hûmâ! Bir dem olsun, yanaşmaz sefil eylediği canın heyecanına… Aşktan nasibi yok olsa idi, can çıramı böylesine alevlere sebil eder miydi Yaradan? Elbet eylemezdi… Bütün yollar vuslata çıkmaktan caymıyor… Ve gönül! Hiçbir cins-i lâtifi O’nun yerine yârdan saymıyor…

Mahyalar… Öksüz değil bu gece… Ruhların dâr-ı semadan süzülüşünün şahidi yıldızlarla söyleşirler lisân-ı hâl ile… Alınlarda secde izi ve Yaradan huzurunda yere kapanmanın nuru ışıldarken, aşk mucibince kendini unutmuş bir garip, ne diye uğraşır kîl-û kâl ile? Sevdanın katman katman köpürdüğü bir noktadan, yâr diye inleyen ses tellerinin, nefsi için bir şey dilemeyişinden bile ibret almaz bir yâr içindir perişan oluşum… Her kandil bir hakikat, göz yaşından kurulmuş köprülerde için için soluşum…

Bu kandil de sensiz geçti ey peri! Ne sesin, ne yarım yamalak ümidin ne de azarın var idi Her kul Berat’a ererken, bu fani dünya her defasından daha dar idi Dara düşeni dâra çekmenin adına cânânlık diyorsun belli… Bu tarifin resmettiği bir cânânlık ile cînâna erilir mi kuzucağım? Kûşe-î gamda bir başına bıraktığın bu kıymetsiz gölgenin ışığı olmaktan kaçamayacağını bilerek mi el açarsın bu gece Hak’ka? Dur bi dakka! Uzat bana buğday yanığı bileklerini… Kurtulamadığın o sevda kelepçelerinin de mi hatırı yok? Anladım… Senin gözün ve gönlün, aşığın olana, varlığının zekatı olan vuslatını vermeye tok!

Bir velinin sözünü okumuştum bir kitapta: “Allah kuluna kabul etmeyeceği duayı ettirmez!” Benim her duam sen isen, seni o Yaradan’la baş başa olduğum ânlarda dilime dolayan yine el açtığım Yaradan ise… Nisyan nasip olmuyor, lakin isyana da bırakmıyorsa aşkla çöllere dönmüş yüreğimi… Her lâhzâ isminle çarpıyorsa kalbim… Bu on sekiz bin renkten müteşekkil aşk tablosunda eksik olan vuslat beyazı, herhangi bir gecenin mehtabını bekliyor kesin! Aman sus! Kimseler bilmesin! Bu gece mehtab parmak uçlarıma hükmediyor Akdeniz’in karanlıkta bile mavilikten vazgeçmeyen bağrında dalgalarla oynaşacağına mehtab, benimle oturmuş sana yazıyor Âh kuzucağım! Bağrımda açtığın yara bu gece pek fena azıyor…

………/………

Âzâbı biter mi gönlü kırıkların ?
Nesli tükenir mi bu hıçkırıkların ?

Tükenir sanma yâr, ecel gelmez ise !
Bahtı hep karadır; gönlü yanıkların…

Baharı çok gördün şu gamlı nergise,
Af nedir bilmez dil cürmü, sanıkların…

Sor beni kedere âşinâ herkese,
Şahıyım herdem uyur uyanıkların…

Gamzen… O gamzeler… Bîümit yeise !
Dili tutulmaz mı cümle tanıkların ?

Unutmak imkânsız, dalınca kurt sise;
Adı uğlamadır şimdi çığlıkların !

Teessüf… Teessüf… Yâr sensiz meclise !
Bir benim yalnızı, kalabalıkların…

Hükmü var mı; cübbelerin, sarıkların ?
Bayâtî hâldaşı gönlü kırıkların ?

………/………

Ben her kandil ağlarım… İçin için çağlarım… Geçer güle adanmış bahar çağlarım… Gök çene kaparken, mehtabın başına sükut bağlarım… Bülbüllere mekân olmayı unutmuş, yâr ayağı basmamış bağlarım…

Ben her kandil ağlarım… Kandiller yanarken, kandilin aleviyle özümü dağlarım… Ovalar dar gelir ve denizler… Beni uzaktan acıyarak izler, dağlarım… Ölenler öte aleme çoktan tahtını kurmuş… Hâlime bigânedir şimdi bütün sağlarım…

Aşk… Varlığımda hüküm sürerken, var iken yok olmanın ağırlığını sakınmaz yüreğimden… Yâr… Kıyamadığım yâr, ricât etmenin fevkinde yeni hüzünler icâd eder aşığına… Yine de kem söyleyemem ben… Hiç küser mi gölge, ışığına?

Ben her kandil ağlarım…

Güçer KAFA