๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 30 Temmuz 2010, 14:00:24



Konu Başlığı: Duyguların dengesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 30 Temmuz 2010, 14:00:24
Duyguların dengesi

KENDİ DOĞDUĞU yer, her insana, başka her yerden başka bir güzel gelir Kendi çocuğu, başka bütün çocuklardan daha sevimli Bilmem, başkalarının çocuklarını kendi çocuğundan daha güzel ve daha sevimli bulan kimse var mıdır? Herşey ve her insan, bize olan yakınlığı nisbetinde apayrı bir kıymet kazanır gözümüzdeAllah’ın, içinde doğup büyüdüğümüz ortama ünsiyet edelim, sila-i rahmi koruyalım, beraber olalım diye verdiği bir duygudur bu

Bizimle doğrudan ilgisi olanın, bizim gözümüzde apayrı bir yeri vardır Ve bizimle ilgisinin derecesi nisbetinde, bu apayrılık daha da artmaktadır

Bu fıtrî duygu, Fâtır-ı Hakîm’in fıtratımıza dercettiği her duygu gibi, müstakim bir surette, yerinde ve kıvamında kullanıldığı ölçüde bir anlam taşır Bu duygunun kıvamından taştığı, ölçünün aşıldığı durumlarda ise, hakkâniyeti zayi eden, ‘asabiyet’ diye tabir ettiğimiz marazî bir durum çıkar karşımıza Asabiyet, marazî bir haldir; zira ‘münasebet’i ‘hakkâniyet’in önüne geçirerek, bize yakın olana iltimas, bize uzak olana ise haksızlık gibi durumlara yol açmaktadır İki çocuğun kavgasında her anne-babanın suçu öteki çocukta aramasından akraba kayırmacılığına, aşiret psikolojisinden milliyetçiliğin farklı tezahürlerine uzanan çizgide, bu asabiyet değişik suretler alır hayatın akışı içerisinde Ama birşey, hep orta yerdedir: “En iyisi bizimkisi”

Bir fıtrî duygu ve bir haddi aşmışlık Bu haddi aşmışlığa duçar olmadan, bu fıtrî duygu nasıl istimal olunacaktır? Yahut, bir haddi aşmışlığa duçar olmamak için bu fıtrî duyguyu da örseler yahut reddeder tarzda bir zorakilikten nasıl uzak durulacaktır?
Yakınlarda, her halinde bir edeb ve her sözünde bir hikmet bulunan kudsî nebînin ilk defa farkettiğim bir sözüne rastladığımda, dile getirdiğim bu ikilemin kendi iç dünyamda çözüldüğünü hissettim

Kudsî nebî, tek cümleden ibaret bir hadisiyle, bize ‘duyguların dengesi’ne dair bir ders vererek, bu ikilemden çıkış yolunu da gösteriyordu Bir tarafta kızı Fâtıma, öte tarafta ‘ilim şehrinin kapısı’ ve ‘Esedullah’ ünvanlı damadı Ali Hz Ali de amcasının oğlu olması itibarıyla, uzağında biri değildi elbet Peygamber aleyhissalâtu vesselamın Ama kızı Fâtıma kadar yakınında da değildi Buna karşılık, İslâm’ın bütün o ilk yıllarında, HzAli’nin müstesna bir yeri vardı Amcalarının bir kısmı Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın davetine karşı çıktığı, bir kısmının ise susup beklemeyi tercih ettiği bir vasatta, onun getirdiği tevhid davetine icabet ettiğini açık bir lisanla Peygamberin akrabaları içinde ilan eden ilk kişiydi oResûlullah aleyhissalâtu vesselamın katline karar verildiği gece gerçekleşen hicreti esnasında, hicret ettiği farkedilmesin diye onun yatağında yatarak onun yerine öldürülmeyi göze alan kişi de oydu İslâm’ın bütün büyük savaşlarında onun dillere destan kahramanlığı vardı; Hayber’in fatihi oydu ‘Allah’ın aslanı’ ünvanıyla anılmasına vesile olan bunca kahramanlığının yanısıra, hakikat bilgisi ve marifetullah noktasında da bir zirveyi temsil ediyordu Peygamber aleyhissalâtu vesselam bir ilim şehri ise, bizzat Peygamber tarafından bu şehrin kapısı olarak anılmayı hak edecek derecede bir zirveyi

Bir tarafta böylesi sıfatlarıyla damadı Hz Ali, diğer tarafta en küçük kızı Fâtıma
Bir tarafta kızı olmak itibarıyla daha ziyade bir sevgi bekleyen Fâtıma, öte tarafta onu Fâtıma’nın ilerisine taşıyan bunca faziletiyle Ali

Böyle bir durumda, ne yapılabilir? Allah’ın insanlar ve hatta mekânlar hakkında bize yakınlıkları nisbetinde kalbimize yerleştirdiği fıtrî sevgi, bize o kadar yakın olmayana karşı hakkâniyeti kaybetmeden nasıl yaşanabilir, nasıl korunabilir ve nasıl ifade edilebilir?

Kudsî nebî, muazzam bir ‘muhakeme-i hissî’ ve müthiş bir ‘duyguların dengesi’ dersi içeren tek bir cümleyle, bu kıvamı ve ölçüyü gösteriyordu işte

Damadı Hz Ali, bir gün gelip “Beni mi, yoksa Fâtıma’yı daha çok seviyorsun?” diye sorduğunda, şu tek cümlelik cevabı vermişti Resûlullah aleyhissalâtu vesselam: “Sen benim için Fâtıma’dan daha değerlisin, Fâtıma da bana senden daha sevimlidir”
Bir yanda imana ve İslâm’a olan bunca hizmeti ve bunca güzel hasletiyle Hz Ali’nin onun nazarındaki müstesna değeri; ama diğer tarafta, kızı olması itibarıyla Hz Fâtıma’ya duyduğu hususî sevgi


Rahmet peygamberi, hakkâniyeti asla yitirmeden, içine dercedilmiş o fıtrî duyguyu ne kadar da beliğ ifade etmişti: “Sen bana Fâtıma’dan daha değerlisin, Fâtıma bana senden daha sevimlidir”

Yani, senin benim dünyamda apayrı bir yerin var, Fâtıma’nın da benim dünyamda apayrı bir yeri var Senin yerine Fâtıma yetişemez, Fâtıma’nın yerine ise sen yetişemezsin İkiniz, kendi yerinizde müstesnasınız
Bu cevabı duyduğunda, eminim Hz Ali çok sevinmiştir Bu cevabı duyduğunda, eminim Hz Fâtıma da çok sevinmiştir Bu cevabı duyduklarında, enimin ikisinin de Hz Peygamber’e olan sevgileri bir kat daha sağlamlaşmış; birbirlerine olan sevgi ve hürmetleri bir kat daha ziyadeleşmiştir

Biz de kudsî nebîden bu dersi alıp, hep böyle yapabilsek

Allah’ın kalbimize koyduğu fıtrî duygudan asabiyet üretmesek Yahut, asabiyet üretirim korkusuyla bu fıtrî duyguyu örselemesek, zoraki ‘reddeder’ bir tavra girişmesek

Ne kadar da güzel olurdu, değil mi?

Ne kadar da güzel olur, değil mi?


Metin Karabaşoğlu