> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Bir göz açıp yummuş gibi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bir göz açıp yummuş gibi  (Okunma Sayısı 694 defa)
08 Mayıs 2010, 01:24:58
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 08 Mayıs 2010, 01:24:58 »



Bir Göz Açıp Yummuş Gibi



Ömrümüzden uçup giden yılların arasında öyle anlar vardır ki yaşadığımız sürece unutulmaz; aksine yıllarla birlikte büyür, kökleşir, dal budak verir dört bir yanımıza. Kimi zaman birkaç yılda öğrendiklerimizi, yaşadıklarımızı bu birkaç saat içinde öğrenir, yaşarız.

Her zaman bizimle var olan, bizi bir gölge gibi takip eden gerçeklerin, birileri çıkıp bizi uyarana kadar farkında olmayız çoğu zaman. Oysa yürüdüğümüz yolun her dönemecinden sonra, her insanın karşısına çıkabilecek, başkalarının karşılaştığı olaylarla, hayatın içinde var olan gerçeklerle biz de gün gelir yüz yüze gelebiliriz. Çünkü biz de aynı yolun yolcusuyuz; biz de aynı gök kubbe altında yaşıyoruz. Bütün güzellikler bizim için, acılar, kederler başkaları için değildir elbet. Kendimize yakıştırmadığımız, uzak gördüklerimiz karşımızdaki için de başkasınadır. Karşımızdakiler için de bizler, başkasından başka biri değiliz. Bu düşünce bir kaçış olmasa da bir ertelemedir aslında. Çünkü gönül her daim güzeli ve sonsuz olanı arzulamaktadır.  Gayri ihtiyari oluşan bir dua, bir dilektir de aynı zamanda bu. Duyguların tutunduğu bulutların keşfedilmemiş renginde…

Zor sınav

Kompozisyon dersi sınavı için hocamızı bekliyorduk. Kompozisyon, sınavı en kolay dersimizdi. Ya da bizim için öyleydi. Herhangi bir ön hazırlık, çalışma gerektirmezdi çünkü. O gün de, önümüze çizgisiz beyaz kâğıtları koymuş, hocamızın gelmesini bekliyorduk. Hocamız her zaman bir tek kelime söyler, sınıftan çıkar giderdi. Bizler o bir tek kelime ile ilgili düşünce ve duygularımızı önümüzdeki kâğıda aktarmaya çalışırdık. Diğer derslerin sınavları gibi kopya çekmeyi gerektirmediği için hocamız bizi yalnız bırakırdı. Yazmak eylemi için yalnız kalmanın gerektiğini de kendisi söylemişti çünkü. Hocamız sınıfta kalırsa dikkatimiz dağılabilirdi.

Hocamız, kapıdan girip sınıfın tam ortasında durduğunda bile bir sınav heyecanını kalbimiz hissetmemişti. Hepimizin yüzünü bir tek kuşatıcı bakışla tarayıp geçmişti hocamızın gözleri. Gayet rahat, hiçbir heyecan belirtisi olmayan yüzlere her zamanki sıcak, içten bir bakıştı bu.

Bu bakış ve susuş ne kadar sürdü bilmiyorum. Alışık olduğumuz tavırlarından biriydi aynı zamanda. Özellikle sınav zamanları hocalarımızda bir takım değişikler oluyordu. Fakat bu kompozisyon dersi için pek geçerli sayılmazdı. Kimsenin kimseyi rahatsız etmesi için bir sebep yoktu. Susmuş, hocamızın ağzından çıkacak kelimeyi bekliyorduk. Nihayet o tok sesi yankılandı sınıfta: “Yazın!” dedi. “Konu; Mezar!” Bize bir şey sormak, söylemek için fırsat vermeden kapıya doğru yöneldi. Şaşkın bakışlarla hocamızın adımlarını izlerken kapının eşiğinde durup, tekrar sınıfa döndüğünü gördük. “Kimse kimsenin mezarına girmesin!” uyarısını yaparak, çıkıp gitti.

Hayata dahil ölüm


Sınıfın içindeki sessizlik, hocamızın sınıftan çıkışıyla daha bir ağırlaştı. Herkes şaşkındı. Beklenmeyen bir konuydu bu… Mezar!.. Şimdiye kadar hiç aklımıza gelmemişti. Hem bizler onu düşünecek yaşlarda da değildik. Hepimiz, ömrünün ilkyazını yaşayan, önünde birçok hedefleri, umutları, beklentileri olan gençlerdik. Nerden çıkmıştı şimdi bu “mezar” konusu. Mezar, ölüm demekti. Ölüm, hayatın bir gerçeği olmakla birlikte, bize şimdilik çok uzaktı. Hem arada bir gençler de bu gerçekle yüzleşiyor olsa da bizim aklımızda, gündemimizde böyle bir konu yoktu. O daha çok yaşı kemale ermiş insanlar içindi. İsmi bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyordu. Soğuktu, hüzünlüydü. Baharda tomurcuğa durmuş dalların üzerine zamansız yağan kar gibiydi. Gülüşleri dudaklarda dondurup, gözlerdeki ışıkları söndürüyordu; bir şehrin birden bire kesilen elektrikleri gibi. Sonrası karanlık ve el yordamıyla tutulabilen korkular. Bir derin boşluk ve o boşluğun içinde savruluş. 

Kısacası, şimdiye kadar değer verdiğimiz, uğruna her cefaya katlandığımız, benimdir dediğimiz, uzak ve yakınımızda her ne varsa bir anda anlamsızlaşıyordu. Ölüm düşüncesiyle birlikte bütün zevkler, tatlar acılaşıyor; gözümüzü kamaştıran bizi kendine çeken renkler simsiyah bir nokta olup bakışlarımızın takıldığı noktada büyüyüp bütün benliğimizi içine alıyordu.

Bizler henüz ölümü düşünecek yaşta değildik. Karmakarışık olan duygularımın düşüncelerimin içinden bir türlü çıkamıyordum. Duygularımla birlikte beynimden geçenler de bir telaş ve ürperiş içindeydi sanki. İçimdeki fırtınanın savurduğu düşünceleri, boz bulanık bir nehir içindeki akışını seyrettiğim kâğıttan bakışlarımı ayırıp bir an arkadaşlarımı seyrettim. Herkes başını önüne eğmiş, önündeki kâğıda mezarını kazmaya çalışıyordu! Her bir kelime toprağa vurulan bir kazma, her bir cümle alındığı yere tekrar konulmak üzere kenara atılan kürekler dolusu topraktı. Birden hocamın uyarısını hatırlayıp, gözlerimi önümdeki boş kâğıda çevirdim. “Kimse kimsenin mezarına girmesin!”

Haberim var mı

Şair; “Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden; / Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?” diye sanki bana sesleniyordu. Şimdiye kadar çok fazla düşünmemiştim açıkçası. Her gün ölüm haberleri okuyor, duyuyordum fakat bana çok geç geleceğini, daha yaşayacak uzun yıllarımın olduğunu sanıyordum. Şimdi birden bire karşımda açılan bir mezar var ve o mezar beni bekliyor. “Kimse kimsenin mezarına girmesin!” uyarısı düşündükçe daha bir sarsılıyor benliğim. Hani etrafında dolaşmak, Yunus’un dediği gibi: “Sana ibret gerek ise gel göresin bu sinleri” davetine katılıp ibret almak neyse de, o “sin”in içine girmek hiç de kolay değil. Hayalen bile olsa insanın içi ürperiyor. Bir şekilde ruh terk ediyor bedeni. O terk edişte bile nice bilinmeyen, tadılmayanlar yaşanıyor kim bilir?  Ve beden boş bir çuval gibi olduğu yere yığılıp kalıyor. Sonra diğer canların son görevi başlıyor benim için. Ardımdan üzülenler, ağlayanlar. Mahzun yüzleri seyrediyorum, içinde bulunduğum tahta kutunun içinden. Hadi biraz daha yaşasaydım; çocuklarım, torunlarım olsaydı neyse. Belki o zaman biraz daha yakıştırabilirdim ölümü kendime. Yaşadıkça dünya ile aramızdaki bağlar gevşerdi belki. Oysa hep yaşanılan “an”dan haber vermişti uzun yıllar yaşayanlar. Hatta geçen yaz köyümüzde yüz yedi yaşında bir dede vefat etmişti de, namazını kıldıran imam: “ Bu merhum dün hayattaydı. Konuşuyor, yiyor içiyordu. Dün ona sorsaydınız bunca yıl yaşadın ne anladın dünya hayatından. Emin olun ki, içinde bulunduğu an’ın onun için bir anlam ifade ettiğini beyan edecekti.”

Demek ki bin yıl yaşasa da insanda değişen bir şey yok. O son vedada daha bir anlıyor ki insan, dünyada bırakılanların hiçbir anlamı yok sonrası için. Ne kadar yürekten, candan seviyor olsak da, o en yakınımızdakileri, o çok sevdiklerimizi terk edip gidiyoruz. Peki nereye gidiyor bu insanlar böyle? Ölümler hep mezara kadar anılıyor, oraya kadar düşünülüyor. O kapıdan çıkıp gidenler bir müddet sonra unutuluyor ve giden için gerçek hayat bundan sonra başlıyor. Ölüm yokluk, ölüm hiçlik, ölüm ebedi bir idam değil elbet. Peki neden bu kadar soğuk geliyor yüzü? Nice sevdiklerimiz göçtü gitti buradan. Hepsi oradalar işte. Mevlâna gibi büyük insanlar tebessümle karşılamışlar ölümü. Bir an evvel “Sevgili”ye kavuşmanın sabırsızlığını yaşamışlar. Bizim kopmak, ayrılmak istemediğimiz dünyayı zindan hükmünde görmüşler. Bir gurbet yeri bilmişler. Ve ölüm onlar için vuslat, yeniden doğum olmuş.

Şimdi bütün dallarıyla birlikte yere serilmiş ağaç gibiyim. Ne elim tutuyor, ne dizim. Dilim dönmüyor, gözüm görmüyor. Ve birazdan benim için açılan o kapıdan ebedi yolculuğuma çıkmak için omuzlar üzerine alınacağım. İstesem de bir daha geri dönüş yok… Yüreğimi yakan pişmanlıklar, dilimde donmuş keşkelerle gidiyorum. Annem, babam, kardeşlerim, tüm sevenlerim, sevdiklerim o kapıya kadar benimle gelecek ve ben oradan öteye yalnız gideceğim. Bu yalnızlık duygusu ruhumu sıkarken birden iki mısra düşüyor yüreğime, umutlanıyorum: “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”

Biraz mühlet…

Önümdeki kâğıt hâlâ boş. Düşüncelerimi bir sıraya koyup kâğıda aktarmayı düşünüyordum ki, sessizlik, daldığım hayaller birden dağılıyor. Hocamız sınıfa giriyor ve “vakit tamam!” diyerek, ön sıradan itibaren kâğıtları toplamaya başlıyor. Şaşkınım, çaresizim,  ne yapacağımı bilmiyorum. Daha bir kelime bile yazmamıştım. Bir saat ne çabuk geçmişti? Biraz mühlet istesem mi acaba? Olumlu bir karşılık almayacağımı bildiğim için  bu düşünceden vazgeçiyorum. Hocamız gelip karşımda duruyor. Bir bana bir önümdeki kâğıda bakıyor. Son bir hamle ile kâğıdın ucuna ismimi, tam ortasına da “mezar” kelimesini yazıp hocama uzatıyorum. “Boş!” diyor. “Girmemişsin!..” sonra dönüp uzaklaşırken: “Unutma, bir gün mutlaka gireceksin!..”

Hocam kâğıdımı alıp diğerlerinin arasına koyuyor, kapıdan çıkarken ardından bakakalıyorum. Beynimde ve yüreğimde dalga dalga kabaran o düşünceler hocamın “unutma!” uyarısıyla birlikte benimle kalıyor; kâğıdım her ne kadar boş gitmiş olsa da...

Sınıftan en son ben çıkıyorum. Caddeler insan seli. İnsanlar… İnsanlar… Bir elli yıl sonra bu kalabalıktaki insanların büyük bir çoğunluğu hayatta olmayacak. Elli, yüz… Yılların ne anlamı var ki dünya hayatı için? Yunus’un bir beyti dolanıyor dilime, ben de, o akıp giden o sele karışıyorum. “Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle gele bir göz açıp yummuş gibi.”

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bir göz açıp yummuş gibi
« Posted on: 29 Mart 2024, 18:22:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bir göz açıp yummuş gibi rüya tabiri,Bir göz açıp yummuş gibi mekke canlı, Bir göz açıp yummuş gibi kabe canlı yayın, Bir göz açıp yummuş gibi Üç boyutlu kuran oku Bir göz açıp yummuş gibi kuran ı kerim, Bir göz açıp yummuş gibi peygamber kıssaları,Bir göz açıp yummuş gibi ilitam ders soruları, Bir göz açıp yummuş gibiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes