๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Kasım 2010, 17:21:32



Konu Başlığı: Düşünceler 2
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Kasım 2010, 17:21:32
Düşünceler – 2


Temel anlam ve amaçlar etrafında bir din hassasiyeti yegâne doğru istikamettir. ‘muhkemat’ta ısrar ederek gereksiz ihtilaflardan kurtulunabilir.

İblis ve O’nun tuzaklarından kaçınmak, O’nu üzerimizde etkin kılan şartları hayatımızdan atmakla mümkündür. İkinci adım Allah’a tam yöneliştir. İblis’leşen insanlar, güçler, kurumlar, hayaller ve fikirler de İblis kadar Tağut vasfı taşır. Tağut aldatıcı, sınırları ihlale sevkedici her güçtür.

 

Tarih boyunca sorun olmuş bir tekfir ve şiddet gerçeği vardır. İslam hiçbir şeyi boşluğa yerleştirmiyor. Her şeyi yerinde ve zamanında yaparak ve aynı zamanda şartları ve muhatapları dikkate alan bir yaklaşımla bu sorunun üstesinden gelinebilir.

Dini anlatma ve yaşama (beyan, tebliğ ve şahitlik), tekfir olgusunu tamamen çözer. Anlatanın anlatmadaki isabet ve başarısı ve anlattığını yaşayıp yaşamadığı hayati önemde hususlardır. Mekke dönemi esas alınacak olursa her şey bir tebliğ üzerine kurulmuştur. Şiddet ise esas olmamakla ‘şartlarıyla’ beraber ve tam bir evveliyatın üzerinde doğallıkla temellendirilmiştir. Söz ve amelin isabeti, uygun yerde ve şartlarda işlevlenişi demek olan “Hikmet”e uygun olarak söz, amel, icraat, tebliğ ve güç kullanımı söz konusu edilmiştir. “Beyan” kavramındaki muhatabın zihninde hiçbir kapalılık, soru ve belirsizlik kalmayacak denli bir netlik, kesinlik, vuzuh ve apaçıklık mündemiçken ‘şahitlik’ kavramında dengeli ve yaşayarak örnek olma anlamı uygulamaya geçmiş ve her şey böyle temellendirilmiştir.

 

Tevhid ve şirk bağlamında, Din’in yaşayan, yıkılmaz ve capcanlı (Din’ül-kayyim) hususiyetini anlamak gerekir. Tek hak İlah’a ve Mabud’a kulluk, tüm hayatın ve zihnin temel istikametidir. Başka hiçbir ilaha kulluk etmemek ve reddediş ilk adımdır. İlk adım şirkin reddi, ikinci adım tevhid’in ikamesidir: Zihne ve oradan hayata ikamesi… Tüm haysiyet ve asaletimiz Tevhid Akidesi’ndendir. Bugün dar bir aşiret alanında şirkin insanları zelil şartlara mahkum ettiğini görebildiğimiz gibi, devletleri her türlü kalkınma ve özgürlük karşısında bir set gibi engel haline getiren saikin de şirk olduğunu görebiliriz. Bir ideolojiye bağnazca bağlılık(şirk), kalkınma ve özgürlük için tehdit haline geliyor. Yaşayan şirk gerçeği, kendi olumsuzluğunda “Din’ül-Kayyim” gerçekliğinin doğruluğuna bir tanıklıktır. Benzer nitelikte negatif yönden bir tanıklık da AIDS ile ortaya çıkmıştır. Tevhid’e paralel her uygulama insani bir atmosfer kurarken, şirk’e uygun her uygulama insani atmosferi bozuyor(fesad).

İnsanın bir ‘yer’inin olması gerekir. Oradan her yeri tanıyacağını, oradan hayata bakacağı yer: sosyal, siyasi, düşünsel, ekonomik… Düşünsel ‘yer’ bakış açısının mümkün kıldığı yerdir. Oradan yurtlanarak bakarız başka ‘yer’lere. Bu ‘yer’in terkini de bu ‘yer’in varlığı mümkün kılar.

Hayatın ‘uygunluk’, ‘görelik’ üzerine kurulduğuna inanıyorum. Düşüncel / hayat göreliği, fıtrat/yol göreliği, din/yolcu göreliği çiftlerinin de anahtar/kilit göreliği gibi uygun ve birbirine göre olması gerektiği idrak edilmelidir. Söz/toplum, davranış, seviye birbirine göre olmalıdır.

 

Vakara giden yol, iffet ve gevşeklik koşullarının psikolojik olarak giderilmesiyle olanaklıdır. İffetse, vakar bedel ödenerek mümkün hale gelir. Çalışkanlık, tembelliğin aşılmasıyla gerçek olur. Tembellik, çalışkanlığın feda edilmesidir. Yerinde sükûta; konuşma ve söz söyleme şehveti aşılarak varılır. Gevezelik ise sükût ve imkânlarının heder edilmesi halidir. Her durumda insan bir seçim yapar. Her seçim bir halden başka bir hale geçiştir. Olumsuz her seçim, ödenen bir bedelin sonucudur. Olumlu/iyi/doğru her seçim ise yanlıştan kurtulma çabasıyla imkânlıdır. Hidayet ve delalet bir anda oluşmaz; bir sürecin sonucunda gerçekleşir. ‘Kendinde’ bir hayat için, değerlerimizin öngördüğü dairenin içinde kalmakta ısrar etmeliyiz. Her yanlış adım geriye doğru atılmış bir adımdır. Aceleyle atılan her adım, sabra karşıt bir sürece hizmet eder ve sabra dönüldüğünde aceleci adımların telafi edilmesi de ödev haline gelir. Sabır kurban olarak aceleci ruh halini talep eder. Acelecilik sabrın bedel olarak ödendiği yöneliştir. Şehvet kurban edilmeden iffete ulaşılmaz. Sahtelik terk edilmeden dürüstlüğe ulaşılmaz. Cimrilik bırakılmadan cömert olunamaz. Şirk bir hal, nefisteki bir özellik olarak izale edilmeden Tevhid’e ulaşılamaz. Tefekkür bir zihin hareketidir. Zihin durgunluğuna son verilmeden Tefekkür Kalesi fethedilmez. Nefis ve dünya sevgisinden azade olmadıkça Allah sevgisine varılmaz. Sükût ve kelam ancak ilahi nedenlerle yer değiştirmelidir. Tevazu, kibri kurban edenlerin ulaşacağı yerdir.

İnsan akidevi olarak bir sınıfa dâhildir. Sınıfını tespit ve oraya aidiyet konusunda ödevini yerine getirmelidir. İslam’da bir hiziptir. Bu hizbin, bu evrensel hizbin insanı olmak için, o hizbe ait, o hizbin kitabı olan Kur’an’da belirtilen alametler, hususiyetler saptanmalı ve kimlerde o alametler varsa onlarla olunmalıdır. Ya da bulunulan yerde Müslüman birey, o ilkelerin tayin ettiği bir çizgide yaşamalıdır. 

 

Kur’an dünyanın en kolay anlaşılan kitabıdır. “leellehum tehteden”, “leellehum yeşkurun” düzeninde çok sayıda ayet vardır. Kitabımızda işte bu düzendeki ayetler temel amaçları belirliyor. Şükür, hakka dönüş, takva, rüşde erme, fikretme, hidayet, iman…

Vasat’a ulaşmayı, adil ve dengeli olmayı arayışın hedefine yerleştirmek lazım. Korkuyla umut arasında denge. Sevgiyle nefret arasında denge, sevgiyi kendi içinde dengede pratize etmek. Düşünceyle eylem arasında denge. Üzüntüde denge. Sevinçte denge. Aileyle toplum, yürekle akıl, toplumla devlet arasında denge. Her şey muhteşem bir ölçü içindedir. İnsanın iradi yanının da bu muhteşem yapıya dâhil olması isteniyor. Vakarla tevazu, mücadeleyle istirahat etme arasında denge. Okumayla hayatın gerekleri arasında denge. Affediş ve yaptırım dengesi.

 

Belli bir yerde belli bir davranış doğru ve isabetlidir. Belli bir yerde ancak belli bir söz doğru ve isabetlidir. Belli bir yerde ancak belli bir vaziyet ve tutum doğru ve isabetlidir. ‘belli bir yer’ doğruyu da tayin edip ‘belli bir doğru’ talebini tayin ediyor. Nasıl ki, kozmik evrende her şeyin belli bir yeri varsa, insanlar arası vasatta da her davranışın, tutumun ve sözün belli bir yeri vardır. İlahi ve ezeli hikmet bize bunu öğretiyor. Belli bir zaman kesiti, belli bir şeyi düşünmeyi de gerektirir. Belli şartlar ancak belli bir projeyi doğru kılar. Her şeyin bir yeri var: sükutun, öfkenin, çalışmanın, istirahatın, sözün, sevincin, gülmenin, üzüntünün, savaşın, barışın, tavrın…

 

Her şey emanet: göz, kulak, kalp, akıl, servet, makam, yetenek, aile, şöhret, liderlik vb. öyleyse emaneti, emanet sahibinin rızasına uygun olarak kullanmak gerekir. Bu da sahipmiş gibi değil, bir kul duyarlılığında yaşamakla mümkündür.

Hem emanetin israfı mümkün: akıl, bakış, kavramlar, söz, kişilik, servet… Her şey emanettir ve emaneti israftan muhafaza etmek gerekir.

‘Kendinde’ bir hayat kurmak temel meseledir. ‘kendinde’ bir hayata giden yol, bir Müslüman için doğru akide ve İslami yaşantıdır. Kendine yeten, huzur sağlayan, dinamik ve saygın bir hayattır İslami hayat. Bu hayatın değerleri bir sistem oluşturur ve o sistem dâhilinde bir hayat tek çözümdür.

 

Her şey kendi zıttı ile yok edilir: kötülük iyilikle, yanlış bir fikir doğru bir fikirle, batıl Hak’la, zulüm adaletle… Fizik evrende geçerli olan bu yasa, davranışlar, ilişkiler ve insanlar için de geçerlidir. Çağın insanı, İslam’ın insanı ile kendine gelir. Süreç başladı mı doğasından gelen sonuçları doğurur. Sürecin ne kadar hareketli, dinamik ve durgunluk kabul etmez yapıda olduğunu dinin doğası ve uygulaması bize öğretiyor. Zihinde hangi kavram ve düşünce başat ve hâkim konumdaysa kişinin tüm fikriyatı ona göre şekillenir. Tasavvuf karşıtlığı, Kürt meselesi, iktidar olgusu, birlik, ahlak vb. temele ne konulmuşsa, yargılar bu ölçüye göre şekillenir. İslam’sa temele Tevhid’i koyar; ideolojik darlığa sevketmez yanlılarını.

 

Zihinden hayata aktardığımız eylemlerimiz, bizi güçlendirir. Yeter ki, kaynağı inanmış zihin olsun. Burada oluşacak koridor (istikamet), hayat boyunca ısrarlı bir çabayla korunabilir. Zihinden hayata, hayattan zihne yol vardır. Bu yol her doğru amelin, ferasetimizi artıracağı bilgisiyle teyit edilmiştir. Doğrularda ısrar, bilinmeyen noktaların aydınlatılmasına sevkeder insanı. Yeter ki, istikametimizden ayrılmayalım, yönümüzü inanç/amel/ahlak/ ve ilim belirlesin.

İnsan İslam’a hizmet etmek istediğinde, kişiliğinin mesajın kabulü için uygun olması gerektiğini bilmelidir. Şahsiyet/Dava birliği olarak ifadelendirilebilecek bu hususun önemini Elçilerin tanıklığından öğrenebiliriz. Kırk yaşına kadar toplum içinde ‘Emin’ olarak peygamberin (Allah’ın selamı O’na olsun) tanınması, bilinmesi peygamberliğini ilan ettiğinde O’nun işini en kolaylaştıran etkendi. Mekkeliler Kabe’ye Hacer’ül-Esved’in yerleştirilmesinde O’nun hakemliğini kabul ettiler. O’na suikast düzenledikleri zaman, emanetleri O’nun yanındaydı. Safa tepesine çıkıp “Ben size desem ki, şu tepenin ardında bir ordu size baskın yapacak inanır mısınız?” dediğinde Mekkeliler: “Elbette, biz senin yalan söylediğini hiç görmedik ki…” dediler.

 

İslam’ın Mekke’de 13 yıl akideyi esas alan tebliğ süreci, insanlığın gündemine bir doğruyu, bir davayı getirmenin en uygun yolunun açıklama, ikna, bilgilendirme ve aydınlatma olduğunu gösterir. Terör, insanları bir doğruya yöneltmenin uygun bir yolu değildir. Doğru olan her şey insanlıktan, insan fıtratından, insanın sağduyusundan destek görür. Savaş bile, şartları oluştuğunda, barış için tüm yollar denendiğinde başvurmak zorunda kalınan bir yolsa insanlıktan destek görür. İşte bu şartların oluşmasını İslam çok önemser. İnsan burada dış şartları iyi analiz edip değerlendiren ve sözü edilen “şartlara uygun” bir çözüm ve tavrın öneminin bilincinde olarak yönelişini tespit etmelidir. Maruf olan, fıtri olan daima vardır ve Maruf’a uygun olanı onu kendine dert edinen bulacaktır.

Dün peygamber aleyhisselam Safa tepesine çıktıysa, o günün toplumunda var olan bir geleneğe uydu. Bugünün Safa Tepesi belki de STK’lar olabilir. Bir şeye karşı çıkmadan evvel, psikolojimizi, hem taraf olmanın, hem de karşı olmanın mecrasından çıkararak doğru olanı bulmayı amaçlamak gerekir. Her hususta esas alınması gereken bu psikolojik vaziyet fıtri olanı bulmada bize yardımcı olacaktır. Aşırı insanları tespit etmede başarı, bu bağlamda önem taşımaktadır. Kaykılmış ve yerinden ayrılmış bir zihin ve ruh haliyle konuşulan hiçbir meseleden uygun sonuç çıkmıyor. Çözümün var olduğu, serinkanlılıkta ve maksat bilinciyle konuşulabilinirse çözümün bulunacağı anlayışıyla hareket etmektir asıl olan. Fikir birliği yola çıkmak için önemli bir gerekliliktir. Yanlış adımlar ve sözler, daha sonraki çözüm arayışlarında da bir engel işlevi görür. İnsan gerçek anlamda ‘davanın selameti’ ve ‘İslam’ın geleceği’ni esas aldığında, ‘kendince’ doğru olan keyfi üslup ve tavırlardan uzaklaşabilir. Yanlış üsluplar, tutumlar, ortamlar, doğruya hizmet etmemektedir; nefsi olanı kışkırtan sonuçlar doğurmaktadır.

 

‘Allah’ın Rızası’, ‘Allah’ın Dini’ ile birlikte düşünülmedikçe belirsizlik taşır. Hükümleri, teklifleri, emir ve yasakları, akide, amel ve ahlakıyla beyan edilerek açıklamış olan dine uygunluk temelindeki bir “Allah’ın Rızası” zihniyeti insanı “Sebilü’r-Reşad”a iletir. Kaynağı belli olan bir dinin Kitabına ve uygulanmış örnek dönemine kayıtsız kalınarak ulaşılacak yer, niyet, Allah’ın rızası olsa da, uygulama ‘Salah’ değil ‘fesad’a yani bozulmaya hizmet eder. ‘Salih Amel’ kavramında içkin olan bu anlam, uygulama alanı bulmalıdır. Salih amel bir taraftan niyetin sırf Allah’ın rızası olması, diğer taraftan Din’e (Şeriat’a, Allah ve Resulü’nün emrine) uygunluk şartlarında tarif bulan emsalsiz bir istikamettir. Dini Allah’a halis kılmak, kaynağı da Kur’an’a has kılmayı gerektirir. Kitabın ve ‘Muhkemat’ın esas teşkil ettiği din algısı, kendine uygun olan her açılım, tespit ve bilgiyi teyit ederken ve bunu da ‘Maruf’ addederken, kendine uymayan, bünyesinin kabul etmeyeceği her şeyi dışlayacaktır. Aşırı kitapçı eğilim, burada engeldir. Çünkü din insanla, insanın ehliyet ve liyakatiyle tamamlanmaktadır. Anlam da lafızdan çıkmaz, tefekkür halindeki zihnin kitapla buluşmasından doğar. Kitapta olmayan veya öyle olduğu sanılan her şey kitaba zıt değildir. Yahudi Uleması’nın kıble değişikliği konusunda düştüğü hata, Mişnalarında bulamadıkları her şeyi reddetmeye ayarlı kafa yapılarının bir sonucuydu. Bu onları Vasat’a aykırı bir noktaya sürükledi. Onlar amacın şu veya bu yöne dönmek olmadığını, asıl olanın amaçlara uygun bir çizgi olduğunu algılayamadılar. Hz. İsa’ya karşı aldıkları tavrın arka planı da yine geleneksel ve tarihsel olanla ‘bozulmamış halis din’e dayananı tefrik edememekti. Hidayetin mutlak kaynağının Allah olduğu bilinci devre dışı kalınca, bir peygamber gönderen iradenin, başka bir dönemde de peygamber gönderebileceği anlayışı yitince, ırkçılık ve şeklilik zihinleri kuşatınca, insan sağlıklı düşünemiyor demek ki…



Abdulkadir Satış