๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Temmuz 2010, 18:31:37



Konu Başlığı: Dünyevileştiremediklerimizden misiniz
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Temmuz 2010, 18:31:37
Dünyevileştiremediklerimizden misiniz?  


Herşey Martin Luther'le başladı Hristiyan dünyasında reformu başlatan bu zat materyalizmin yolunu da açan kişi olmuştur
Rönesansla başlayan kiliseden (ruhanilikten) kopma reformla hızlanmış, Fransız ihtilali, sanayi devrimi materyalizmi kurumsallaştırmış, marksizm ideoloji haline getirmiştir Avrupa'nın yeni bölgeleri keşfetmesi, pozitivizm, aydınlanma felsefesi hep materyalizme, kapitalizme hizmet etmiştir Bu gelişmeler insanların zihin dünyasını da değiştirmiş, herşey madde ile ölçülür hale gelmiş, insanlar sadece ve sadece bu dünyayı düşünür olmuşlar, bu dünya için çalışmaya başlamışlardır
Artık insanların aşkın değerleri yoktur Sadece daha müreffeh bir hayat, daha güçlü iktidar tutkusu, makam-mevki sahibi olma arzusu vardır 19 yüzyılda batının bu arzuları doruğa çıkmış zayıf insanlar alabildiğince ezilmiş, işçiler günde 16-18 saat çalıştırılmış bu da yetmemiş Afrika'dan toplanan insanlar zorla köleleştirilmişler, bunlar da hiçbir zaman insan yerine konmamışlardır
Bunlara tepki olarak doğan marksizm, zulmü devletin eline vererek yaklaşık 70 yıllık bir vahşet devrine sebep olmuştur

Batıda bu uygulamalar sosyal patlamaya neden olmaya başlayınca, batılı devletler kendi vatandaşlarına daha insani ortamlar hazırlamaya başlamışlardır Fakat bu arada maneviyatını kaybeden batı insanı bir buhrandan öbür buhrana düşer hale gelmiştir Daha müreffeh bir hayatın pek de bir şeyi çözmediği görülmüştür
İslam dünyası batının üçyüzyıl önce başladığı bu yarışa geç başlamıştır Hatta pek çok müslüman ülke bu yarışa girmemiştir bile Özelde ülkemizi ele alırsak, ülkemizde batıya yönelme Lale Devri ile belki biraz daha geri alınırsa önce, Fatih'le başlamıştır Fakat bu yönelme zihni planda batıya yönelme değil, acaba orada ne oluyor? merakıyla, daha sonra onların bu kadar (teknolojik) gelişmesinin sebebi nedir? diyerek olmuştur Osmanlı hiçbir zaman kapitalist ve materyalist olmamıştır Olamazdı da Çünkü İslam dini müntesiplerinin böyle olmasına engel olan bir dindir Aslında bütün dinler asliyetleri itibari ile buna engeldir Çünkü bütün dinler ahiret hayatını ön plana çıkarırlar Dünya hayatının ön plana çıkabilmesi için ya toplumdaki din duygusunun zayıflaması ya da dinin bu yönde tahrif edilmesi gerekir Yahudiliğin tahrifi ve Martin Luther'in yaptığı gibi

Osmanlı'nın referansı, dayandığı temeller İslam olduğu, toplumun yapısı ve şekillenmesi de İslam'a göre olduğu için kapitalizm kendisine Osmanlı toplumunda bir yer bulamamıştır Allah'a şükür Osmanlı'da bir "sanayi devrimi faciası" yaşanmamıştır

Tanzimatla netleşen batıya dönüş yine de belli ölçülerde idi Hiç kimsenin kafasında batının tamamen taklit edilmesi (hatta taklit edilmesi bile) yoktu İlk keskin fikirler Jöntürklerden geldi Cumhuriyeti kuran kadrolar ise, ekseriyetle, tamamen batıya yönelmek düşüncesinde idiler Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Türk toplumunun fikir dünyasında büyük bir kırılma yaşadığını müşahede ediyoruz Her ne kadar Cumhuriyeti kuran kadrolar, Osmanlı'nın yetiştirdiği kadrolar olsa da, bütün devlet yapılanması Osmanlı'dan devralınsa da, devletin kendine me'haz ittihaz ettiği kaynaklar ve referans aldığı yerler değişti İslam bir referans ve me'haz olma özelliğinden çıkarıldı Referanslar hep avrupadan alındı Hatta İslam dininin ülkenin terakkisine manii olduğu telakkileri ortada dolaş(tırıl)maya başla(n)dı
Osmanlı'da niye "sanayi devrimi" olmadığı, niçin yeterli sermaye birikiminin oluşmadığı, niye fazlaca zenginimiz bulunmadığı sorgulanmaya başlandı Bunun üzerine devlet eliyle zenginler (kapitalistler) oluşturulmaya, devlet eliyle sanayileşmeye başlandı Ancak bunun geniş halk kitlelerine yayılması gerekiyordu Fakat geniş halk kitleleri bunu nasıl kabul edecekti? Yüzyıllardır ahiret inancıyla yetiştirilen millet, kanaatı ve tevekkülü en önemli hasletlerden sayıyordu Dinin çok belirleyici bir yeri vardı

İslam'ın etkisini kırmak için laiklik ilkesi kabul edildi "Devletin dini İslam'dır" ibaresi anayasadan çıkarıldı Hatta meclisde resmi dinin hristiyanlık olması gibi teklifler bile ortaya atıldı Bu teklif kabul edilmedi, ancak hristiyanlıkda Martin Luther'le başlayan reformun İslam'da da yapılabileceği kanaati oluştu
Bunun ilkadımı olarak da aynen Martin Luther'in İncili almancaya çevrilip halka yaygınlaştırılması gibi Türkiye'de de Kur'an'ın Türkçeleştirilmesi faaliyetleri başlatıldı Bunun için önce tekbirler Türkçeleştirildi Ardından ezan türkçe okunmaya başlandı Onu Kur'an-ı Kerim'in türkçe okunma denemeleri izledi
Tabii bu denemeler hep başarısızlıkla sonuçlandı Kur'an-ı Kerim'in türkçeleştirilmesi çalışmaları Atatürk'ün ölümü ile terkedildi Ezan 1950'ye kadar Türkçe okunmaya devam etti Ancak bu tarihte Demokrat Parti tarafından bu durum sona erdirildi Böylece bir defa daha "Kur'an-ı biz indirdik Onu koruyacak olan da biziz" kelam-ı ilahisi tecelli etmiş oldu

Yalnız bu çalışmaların şöyle bir etkisi oldu, o da Kur'an-ı Kerim meallerinin yaygınlık kazanması ve daha çok okunması

Geniş halk kitleleri dini bilgilerden uzak tutuldu Fakat din duygusu ortadan kaldırılmadığı gibi topluma hakim olan ahlaki değerler de yok edilmedi Ayrıca maddi imkanlar hep belli çevrelere tahsis edildiği için halka kalan kainat ve tevekkül oluyordu

Halk kitlelerinde maddeye yönelmeyi ilk başlatan Demokrat Parti iktidarıdır Bu iktidar döneminde dünya nimetlerinden çok daha geniş bir kesim istifade etmeye başlamıştır Ama zihinlerde ve toplumda asıl devrimi yapan merhum Turgut Özal'dır Turgut Özal gerçek manada kapitalizmi Türkiye'ye getiren zattır Özal'la beraber Türkiye'de zengin olma, dünyanın tüm nimetlerine sahip olma düşüncesi topluma hakim olmuştur Kısa sürede zengin olan tüccarlar, işini bilen memurlar, devleti dolandıran bürokratlar bu dönemde mantar gibi çoğalmıştır
Halen bu dönemin içindeyiz Türk toplumu üretim toplumu olmadan tüketim toplumuna geçmiştir Yani batının 18 ve 19 yy'da yaşadığı deneyimi doğru düzgün yaşamadan 20 yy'daki konumuna geçmiştir (Kanaatımca her iki deneyim ve konum da bizim için iyi değildir)


İSLåMCILAR BU İŞİN NERESİNDE?

Bu dönem Türkiye'deki hemen bütün toplum katmanlarını ve grupları içine almıştır Sağcısı, solcusu, İslamcısı, marksisti bundan uzak kalmamıştır Hızlı solcu ve marksistler holding idarecisi, borsacı, medya patronu; hızlı sağcılar mafya lideri, çek-senet tahsilatçısı, şirket sahibi olmuştur Sıra İslamcılara gelmiştir Onlar da hızla holdingleşmekte, şirketleşmekte ve zenginleşmektedirler
Bu dönemdeki dünyevileşmenin tüm vebalini Özal'a atmak da doğru olmaz Geçen yüzyılın sonlarında başlayan modernleşme çabalarının meyvaları olarak da görmek mümkün bu dönemi
Şimdi asıl meselemize gelelim İslamcılar, İslami hareketler, İslami grup ve cemaatler bu işin neresindeler?
Toplumun genelindeki kapitalistleşme ve dünyevileşme maalesef tüm İslami grupları da kaplamıştır Müslüman fertler de bundan müstağni kalamamışlar onlar da bu furyaya dahil olmuştur "Müslümanlar zengin olmalıdır" hüküm cümlesi, "İslam cemaatı/ümmeti zengin olmalıdır" olarak değil, "Ben (müslüman olarak) zengin olmalıyım" şeklinde anlaşılmaya başlanmıştır Müslümanlar fazlaca dünyaya dalmış durumdadırlar
Dünyevileşmenin iki boyutu vardır Öncelikle zihinlerimiz dünyevileşmiştir Olaylara bakış açımız çeşitli illetlerle malül İslam'ın bakış açısını neredeyse kaybettik Pragmatist bakış neredeyse heryere hakim oldu Olaylara öncelikle fayda/zarar düşüncesiyle bakıyoruz "Eğer bunu yaparsam uhrevi olarak ne kazanır/ne kaybederimden önce dünyevi olarak ne kazanır/ ne kaybederim hesabı yapılmakta Maalesef İslami çalışmalarda bile bu söz konusu İslam için yapıldığı iddia edilen bir çalışmada bakıyorsunuz pek çok gayri İslami unsur var Niye böyle olduğunu sorduğunuzda, "İslam için, Allah rızası için" olduğunu öğreniyorsunuz Hani devrimcilerin "Halk için halka karşı" faaliyetlerde bulunması gibi
Halbuki bilindiği üzere İslam'da amacın meşruluğu kadar aracın meşruluğu da önemlidir Meşru bir amaca gayri meşru araçlarla ulaşılmaz Makyavelist düşünce dediğimiz, "Amaç için her araç meşrudur" fikri İslam'da mevcut değildir Her müslüman amacına ulaşmak için yine İslam'ın belirlediği veya İslam'ın yasaklamadığı yöntemleri kullanmak zorundadır Her müslümanın amacı sonuçta Allah'ın rızasına ulaşmaksa -ki öyledir- o zaman Allah'ın emirlerine ters yol ve yöntemlerle O'nun rızasına ulaşılamaycağı bilinmelidir

Dünyevileşmenin ikinci boyutu, ferdi yaşantımızda ve aile hayatımızdaki dünyevileşmedir biz müslümanlar kapitalistçe bir hayat sürmeye başladık Giyim-kuşamımız, yememiz, içmemiz saatlerimizi düzenlememiz İslami esaslara dayanmamakta Fazlaca israf ediyoruz İhtiyaç tanımını kendimize göre değiştiriyoruz Nefsimizin arzuladığı şeyi ihtiyaçlaştırıyoruz Aile hayatımız da ferdi hayatımızın bir benzeri Evlerimiz kanatkar bir mü'minin evine değil de en hafif tabirle zevk ve safa içinde yaşayan bir gafilin evine benziyor Lüks ve gereksiz eşyalar evimizi doldurmakta, moda takip edilerek, bu eşyalar eskimeden değiştirilmektedir

Bir de bu iki boyutun ortaya çıkardıı bir sonuca dikkat çekmek istiyorum Biz müslümanlar sebep-sonuç ilişkisine çok fazla önem atfetmeye başladık Yeryüzünde işler sebep-sonuca göre cereyan eder Doğru Ancak yeryüzünde olan-biten herşey Allahu teala'nın izniyledir Hiçbir şey Alahu teala'nın kudreti haricinde değildir Bizler, sanki Allahu teala'nın vaadine fazlaca güvenmiyor gibiyiz Allahu teala rızkı garanti ediyor ama biz rızık korkusu ile İslam'dan, yaşantımızdan taviz veriyoruz Allahu teala " Dilediğimi yükseltir (aziz eder) dilediğimi alçaltırım (zelil ederim)" diyor; biz makam mevki korkusuyla kendi elimizi, kolumuzu bağlıyoruz Allahu teala "Eğer benim dinime yardım ederseniz ben de size yardım eder sizi zafere ulaştırırım" diyor; biz zafere ulaşmanın yolunun tavizden geçeceğini idda ediyor, Allahu teala'nın emirlerine rağmen O'nun dinine yardım edebileceğimizi zannediyoruz

Bir kısmımız bu düşünceyi o kadar ileri götürüyor ki neredeyse mucize ve kerametleri bile dünyevi bir sebeble tevil ediyorlar Eğer Afganistan'a atılan bombalar patlamamışsa bu atılan bombanın hatalı olmasındandır Bosna'da bir veli zatın türbesine, bombalanmasına rağmen, birşey olmamışsa, bunun sebebi dağlar tarafından korunan bir yerde olmasındandır Çeçenler bir milyon nüfuslarıyla 200 milyonluk Rusları dize getirdiyse, bu Rus ordusunun dağınıklığı ve Rusya'nın karışıklığındandır

Bu yüzden bakıyoruz ki holdingimiz kendini korumak (!) için falan laik kuruma bilmem ne kadar yardım ediyor; başka bir holdingimiz (hol------erimiz) futbol takımlarına milyarlar, trilyonlar harcıyor; bir başkası bazı kutlamalara milyarlar harcıyor İslam düşmanlığı ile müseccel medya kurumlarına reklam veriyorlar bu arada İslami bilinen kurumlardan itina ile uzak duruyorlar Bazı grup ve cemaatlarımız, sistemce sakıncalı görülen İslami gruplardan ayrı olduklarını ispat etmek için kendilerini adeta parçalıyorlar

Halbuki herbirine tek tek sorsak; bütün güç ve kuvvet Allahu teala'nın değil midir? Her zaman "La lavle vela kuvvete illa billah" demiyor muyuz? Her namazda "Yarabbi ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz" diye iltica etmiyor muyuz? "Evet" diyecekler "Peki bu durum ne, bu hal neyin nesi?" diye sorarsak; "Tedbir" diyeceklerdir Tedbir ile korkaklığı birbirine karıştırır olduk Tedbir nerede olur, tevekkül nasıldır? tam manasıyla bilmiyoruz Belki de biliyoruz ama işimize gelmiyor Çünkü çok fazla düşünyevileştik Rahatımızdan en ufak taviz vermek istemiyoruz Makamımız, mevkimiz, malımız, mülkümüz rahatımız hep yerinde olsun dersek, en ufak bir sıkıntıda o sıkıntıya sebep olan şey ne ise onu izale etmeye çalışırız Bu dönemde de izale edilmesi gereken şeyler ekseriya Allahu teala'nın emirleri oluyor O zaman biz de emirleri, çeşitli tevillerle, yerine getirmiyor veya yerine getirir gibi yapıyoruz


ÇÖZÜM NE?

Şimdi bu kadar karamsar tablodan sonra çözüm nedir? diye sorulacaktır
Çözüm, tevbe, yeniden tevbe ve yeniden tevbedir Biz Allahu teala'nın kullarıyız tekrar ona dönmek zorundayız Rabbim hepimizi tevbenin şuuruna varan ve tevbe eden kullarından eylesin (AMİN)


Akif Dursun