๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Haziran 2010, 14:20:04



Konu Başlığı: Dünya Hayatı Bir İmtihandır
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Haziran 2010, 14:20:04
Dünya Hayatı Bir İmtihandır


Yüce Allah buyuruyor: Elif, Lâm, Mîm And olsun, Biz kendilerinden öncekileri de denemişken; insanlar, “inandık” deyince, denemeden bırakılacaklarını mı sanarlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır Yoksa kötülük yapanlar Biz’den kaçabileceklerini mi sanarlar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah’la karşılaşmayı uman bilsin ki, Allah’ın bunun için belirttiği vakit gelecektir O, işitir ve bilir Hak uğrunda cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur Doğrusu Allah, âlemlerden müstağnîdir Inanıp yararlı iş işleyenlerin kötülüklerini, and olsun ki, örteriz; onların yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırz(29 SûreAnkebût), 1-7 Âyetleri)

Bir deneme yazarı, kitabına “Müslümanca Yaşamak” adını vermiş Bugün, biz buna iki kelime ilâvesiyle “Zor zamanda Müslüman olmak / veya / Zor zamanda Müslümanca yaşamak” demek istiyoruz

Elbette Cehennem gereksiz, Cennet de bedava değilBurada, ne o kitaptan ne de Cennet veya Cehannem’den söz edeceğim Üzerinde duracağım konu “Zor zamanda Müslüman olmak”

Nedir? “Zor zaman”, “Ben Müslümanım” demenin nefse yeni yükler getirdiği, tercihleri zorlaştırdığı, kişiyi dünya ve ötesi (ukbâ) arasında bıraktığı zamandır

Ve, “zor zaman”, tâ yaradılıştan bu güne, İslâm’ın insanla birlikte yaşadığı tüm çağlarda karşılaşılan bir sınav (deneme) alanıdır Allah’ın son Elçisi HzMuhammed Mustafa da, ilk vahiyden dinin ikmâlini bildiren son vahye kadar, Müslüman olmanın güçlüklerini göğüsleye göğüsleye, ilâhi mesajı hayata geçirmiştir

Kur’ân insana “sadece îman ettik demekle Cennet’e girivereceğinizi mi sandınız?” Diye sorar Yolda sınavlar vardırCan sınavı, mal sınavı, iktidar, şan-şöhret sınavı, şehvet sınavı

Bu konuları, bugün ele alıp konuşmak da, kaleme alıp yazmak da anlamlı diye düşünüyorum

Tüm dünyada İslâm’ın zor zamanlarını yaşıyoruz İslâm kişiliğine sâhip çıkmak onu kuşatmak, ondan onur duymak, onu yüreğinin bütün coşkusu ile selâmlamakSanki yeniden bir sınav heyecanı taşımakla eşdeğer gibi geliyor

İnsanlarımız bu dönemde yeniden Asr-ı Saâdet’e (=Kutlu Çağ’a) baktıklarında, orada Hz Peygamber’in etrafında yaşayan insanları daha iyi anlıyorlar “Ben Müslümanım!”diyebilmenin gerektirdiği bedelleri hissediyor ve onların şahsından kendi kişiliklerini tartıyorlar

Bana denseydi, Mekke’nin yönetimini sana verelim, yeter ki, vazgeç dâvândan, diye Bana va’dedilseydi servetler, bana sunulsaydı Mekke’nin en güzel kızı? “Sağ elime güneşi, sol elime ay’ı verseniz”gibi cevap verebilir miydim?

Tebuk savaşına gitme çağrısı bana gelseydi

Uhud’da can pazarında ben olsaydım

Fitne kazanı benim etrâfımda kaynasaydı

Mescid-i Dırar benim çevremde kurulsaydı?

Peygamber hutbe okurken, Medîne’ye yeni bir kervan geldiğini ben duysaydımGerçekten nasıl davranırdım?

Yaşanan olaylar karşısında dizlerim titriyor mu? Dilim dolaşıyor, zihnim ve kalbim bulanıyor mu?

Kardaşlarımdan korkar hale geliyor muyum?

Ticâretim kesada uğrar diye endişe ediyor muyum?

Çocuklarımın istikbâli ne olacak sorusu içimi zonklatıyor mu?

Dostluklarım kiminle?

Müslümanlarla birlikte görünmekten utanıyor muyum yoksa?

Siyâsî hesaplarım inançlarımla çatıştığında nasıl tavır alıyorum?

Kime benziyorum ben Asr-ı Saâdet’te (=Kutlu Çağ’da) yaşayanlardan?



Soruların Cevapları Nasıl Olmalıdır?

İnsan dünyâya bir defa gelir Kendisine verilen yaşama fırsatını iyi veya kötü bir şekilde kullanır, sonra da bu âleme vedâ’ edip gider Bu kuralın istisnâsı yoktur Şüphesiz akıllı insan, kendisine bu bir defa, evet, sadece bir defa sunulan hayât ve ömür nîmetini dikkatlice kullanır, sonra da en büyük başarıyı kazanmış olmanın derin huzûruyla ebedî yolculuğuna çıkar Ahirette de “Ah şöyle yapsaydım, keşke böyle davransaydım” Diye dövünüp pişmanlık duymağa fırsat verilmez

Hemen hepimiz -genelde- Müslüman bir cemiyette, Müslüman bir âilede dünyâya geldik Atalarının inandığı dini kabûl etmenin büyük sıkıntısını ve korkunç tedirginliğini yaşamadık Böylece Cenâb-ı Mevlâ, doğrusu bize büyük bir lûtufta bulundu

Peygamber Efendimiz’in Islam Dini’ne dâvet ettiği sahâbiler bu muazzam sıkıntıyı yaşadılar Akıllı, mantıklı, tutarlı, dirâyetli, üstelik yaşadıkları toplumda önemli makam ve mevkî’ elde etmiş soylu kimseler, hele şiir ve edebiyatta ileri gitmiş kültürlü insanlar Kur’an-ı Kerîm’i ilk defa duydukları zaman hayret ve hayranlık içinde kaldılar Onun insan sözü olamayacağını kesinlikle anladılar Ama bunu kimseye söyleyemediler Dinlerine son derece bağlı halk kitlesi tarafından, hattâ anaları, babaları, kardaşları, eşleri tarafından reddedilmenin, makam ve mevkilerini, itibar ve saygınlıklarını yitirmenin tedirğinliğini hissettiler Üç-beş yiğit Müslüman dışında, araplar yıllarca İslamiyete korku ve endişe ile baktılar Öyle ya, Hz Ömer’in, nübüvvetin altıncı yılında İslamiyeti kabûl ettiğini, bir hesâba göre o vakitler henüz kırkbeş erkek, onbeş kadının Müslüman olduğunu dikkate alırsak, altı yılda ancak altmış kişinin hidâyete erdiğini, yâni yılda ortalama on kişinin Peygamber safında yer aldığını anlarız Böylece atalarının dinini bırakıp yeni bir dine girmenin çok zor bir iş olduğu sonucuna varırız

Biz, ilk Müslümanların yaşadığı sıkıntıların, çektikleri ızdırap, acı ve çilelerin hiçbirini yaşamadık Gözümüzü bir ezan sesine açtık Kulağımıza okunan kameti kuzu kuzu dinledik; anamızın, babamızın, yakınlarımızın namaz kılarken yaptığı hareketler pek hoşumuza gitti Seccâde üzerinde onları taklîd ederek dînimizi öğrenip yaşamağa başladık Her şey tatlı bir kaynak suyunu lıkır lıkır içercesine kolay oldu



Biz Nasıl Müslümanız?

Şimdi kendimize sorabiliriz: Acaba bütün bu rahatlıkların, kolaylıkların, gözünü açıp kendisini dînin kucağında bulmanın bir bedeli olmalı değil midir? İslamiyet’i kendi gayretleriyle sonradan kabûl eden çilekeş Müslümanların yaşadığı zorlukların hiçbirini görmeden, her şeyi hazır bulan bizlerin yapacağı bir şeyler yok mudur? “Elhamdulillâh Müslümanım” demekle veyâ orucunu tutup namazını kılmakla iş bitiyor mu? Dînimizi daha iyi öğrenmek ve olması gerektiği şekilde yaşamak için özel bir gayretin içine girmemiz gerekmiyor mu?



Öyleyse Ne Yapmalıyız?

Çeşit çeşit terceme ve tefsîrleriyle Kur’ân-ı Kerîm elimizde Rasûlullah’ın sözleri, onun hayât görüşü ve yaşama tarzı bütün açıklığı ile önümüzde Daha önceki Müslümanlar gibi biz de âile efrâdımızla birlikte dînimizi güzelce öğrenmek ve öğrendiklerimizi yaşamak zorundayız Evlerimizi İslamiyet’in öğrenildiği ve yaşandığı birer okul hâline getirmek mecbûriyetindeyiz

İslâm uğrunda sıkıntı çekmek halkın hoşuna gitmeyebilir, nefislerimize ağır gelebilir Ama bu şerefin, ancak Allah’ın sevdiği, iyiliğini ve olgunlaşıp kemâle ermesini dilediği kimselere nasîb olabileceğini de unutmayalım Şunu da bilelim ki, mânevî bakımdan olgunlaşmanın bir yolu, dîni yaşama uğrunda başa gelen sıkıntılara katlanmaktır



İmtihânı Kazanabilmek için
Bugün dînini yaşayabilmek için işini, aşını, mesleğini, okulunu kaybedenler var İyi bir Müslüman olabilmek, hattâ Müslüman kalabilmek için râhatını ve huzûrunu kaybedip, derin îmanı sebebiyle kaybettiklerine üzülmeyen, Allah için imtihân edilmekten dolayı duyduğu derin iç huzûru ve tevekülle her şeye katlanacağını belirten yiğit insanlar hâlâ var ve aramızda yaşıyorlar Din uğrunda imtihâna girmiş ve onu kazanmış o yiğit insanlar, kendilerine hayranlıkla bakılması gereken hâs mü’minlerdir



Sonuç Olarak Diyoruz ki;

Nefsimizin oyununa gelmemek için tekrar tekrar kendimize soralım:

-Biz Allah yolunda ne yaptık?

-Hangi yiğitlik denemesinden geçtik?

-Hangi imtihânı kazandık?

Şâyet biz, Allah’ın sevdiği insanlar gibi zor bir imtihândan geçmemişsek, korkak, pısırık, uyuşuk ve râhatına düşkün nefsimize;

-”Ey nefsim! Din uğrunda sen ne kadar sıkıntı çektin?” Diye sormalıyız

Cihâd (çalışıp, çabalama, gayret etme) rûhundan uzak yetiştiği için sıkıntılardan korkan, Allah için fedâkârlığın ne olduğunu tatmayan nefsimize dîn uğrunda zahmetlere katlanmanın korkulacak, ürkülecek bir şey olmadığını öğretmeliyiz Şâyet Allah Teâlâ bize lûtfetmiş de bugüne kadar din uğrunda başımıza hiçbir sıkıntı vermemişse, şükreden bir kul olmanın gerektirdiği sorumlulukları hatırlamaya çalışalım

Ömür nîmetinin insana sadece bir def’a verildiğini hatırdan hiç çıkarmayıp fırsatı iyi değerlendirelim Çünkü, “inandık” dedikten sonra denenmeden bırakılmayacağımızı artık biliyoruz

 


 H Mustafa Sarı