Konu Başlığı: Doğudan Batıya İslam Açlığı Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Aralık 2010, 17:27:11 Doğu'dan Batı'ya İslam Açlığı
Ahmet Taşgetiren Bir gün komşunuz kapınızı çalıp; -Komşu, diye seslense, Peygamberimiz "Komşusu açken kendisi tok sabahlayan bizden değildir" diye buyuruyor, bizim çocuklar üç gündür aç" dese, ona cevabınız ne olurdu? -Allah versin, der savar mıydınız? Yoksa, üç gündür bir duvar ötenizdeki bu faciayı hissedemediğiniz için kendinize kahırlar mı ederdiniz? Telaşlanır, komşuya bir tas çorba ulaştırabilmek için seferber mi olurdunuz? İşte böyle bir gün, Hüdayi Vakfı'nın kapısını gözleri gözyaşı ile hasret arası bir hüzünle yüklenmiş bir adam çalıyor. Ve Osman Topbaş Bey'e aynen o cümleyi söylüyor: -Peygamber Efendimiz, "Komşusu açken tok sabahlayan...." Ve sonra hiçbir yüreğin dayanamayacağı bir feryadı seslendiriyor: -"Biz tam 70 yıldır İslam'a açız Osman Efendi.... Tam 70 yıldır Müslümanlığı yüreğimizde bir kor halinde taşıdık. Artık bizi doyurun. Kardaş iseniz doyurun. Açlık, çocuklarımızı yakıp kavuruyor." Adı Selim Seferov. Azerbaycan'ın kuzey bölgesinde, Şamil dağlarının eteğindeki Şeki şehrinin kadısı. Osman Bey'le kucaklaşırken, içindeki volkanın, hıçkırığın sesini saklayamıyor. İşte Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı'nın. Azerbaycan hikayesi böyle başlıyor. 20 Eylül'de Osman Bey tarafından Azerbaycan'a gitmek için davet edildiğimizde hepimiz bu hikayenin başlangıcını biliyoruz. Nevzat Yalçıntaş Bey, (çünkü Selim Efendi'yi Osman Bey'e gönderen, "Git onlarda bu himmeti bulacaksın" diyen o) İrfan Gündüz Bey, Rıfat Çınar Bey, Sami Zeybek Bey ve bendeniz... Türkiye'ye, hazırladığı "Dereden Tepeden" isimli TV programı için çekimler yapmaya gelen Mehmet Aslan da bizimle dönüyor. Bildiğimiz bir şey daha var ki, bu gidişte, orada, Şeki'de kucaklayacağımız Selim Efendi'nin yüreği hıçkırıkla değil, sevinçle, coşku ile çarpacak. Çünkü tohum filiz verdi artık. Çünkü Azerbaycan çocuğu Kur'an ikliminde büyüyor artık. Artık İslam'a aç nesillerden değil, İslam'ı kana kana içen, gür ekinler gibi dolu dizgin büyüyen çocuklardan söz etmek gerekiyor. Orada 17 Azeri çocuğun hafızlık cemiyetine iştirak edeceğiz. Ne büyük mutluluk bu. Şeki'de çiçeklerle karşılanıyoruz. Ellerinde çiçek tutanlar, Şeki İslamî ilimler Medresesinde Kur'an öğrenen, hafızlık yapan çocuklar. Acaba yürekleri Kur'an'la çiçeklenen bu çocuklar mı güzel, yoksa ellerinde tuttukları çiçekler mi? Orda, Medresenin bahçesindeki bir çınarı gösteriyor Mehmet Aslan, "İşte, diyor, Azerbaycan'ın ve Hüdayi'nin hikayesi bu çınarda saklı....Çınardan bir kol ayrılmış, bir süre yol almış, ama böyle, ayrı baş çekerek gidemeyeceğini düşünmüş ve yeniden çınarın gövdesine dönmüş. Yolda ona bir destek verilmiş, yalnız değilsin denilmiş. O destek Hüdayi'dir." Şair, her şeyi bir çırpıda anlatıveriyor. Pazar günü, sanki Şeki'de bayram var. O gün, Cuma Camiinde Azerbaycan, 70 yılın hasretiyle Kur'an hafızı olan çocuklarını bağrına basacak. Şeyhülislam Allahşükür Paşazade ve yardımcısı Salman Efendi orada. Şeki Valisi Nezir Muallim orada. Azerbaycan hükümetinde din işleriyle görevli devlet bakanı Mustafa Muallim orada. Selim Efendi ev sahibi. Gözleri pırıl pırıl, İstanbul Müftüsü Selahaddin Kaya Hoca ve Müftü Yardımcısı Vahdettin Akgün Bey Şeyhülislamın davetlisi olarak oradalar. Çocukları hafız olan "valedeyn"ler de orada. Hepsi birer sevinç yumağı halindeler. Ve tabiî Şekililer... Sonra merasim başlıyor. Gözler birden kapıya dönüyor. Başlarında Medresenin yöneticisi olan Veysel Hoca, arkasından Fatih, Arif, Efraim, Süleyman hocalar...ve yaşları 13-17 arasında, yüzlerine Kur'an şavkı vurmuş 17 genç... Cübbeleri ve sarıklarıyla pırıl pırıl...Caminin içine bir gümüş gerdanlık gibi diziliyorlar. Kader, Azerbaycan'a 1996'nın bir eylül günü, böyle bir gümüş gerdanlık armağan ediyor sanki. Önce herkes "gönül sözleri"ni söylüyor. Programı sunan, Hüdayi'nin Azerbaycan'daki hizmetlerini koordine eden Gençliğe Yardım Fondu Başkanı Nedim Kaya, her konağı mikrofona "gönül sözleri"ni söylemek üzere davet ediyor çünkü... Allahşükür Paşazade, "Bugün, diyor, en büyük, azametli günlerden biridir. 70 yıllık çetin günlerden sonra ilk defa hafızlık cemiyetine iştirak ediyorum. Halkımın içinde Kur'an'ı okuyanlar huzurun kendileridir. Bunlar nurlardır, cami yıkmayınan, eziyet -etmeyinen bu nuru söndüremezler." Osman Topbaş Bey'e teşekkür ediyor. Ve sonra Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'le ilgili çok ilgi çekici bir olay anlatıyor: "-Haydar Aliyev'e bu hafızlık cemiyetini arz ettim. Şeki'ye gideceğimi söyledim. "Bütün Kur'an'ı mı hıfzettiler?" diye sordu. Evet, dedim. Çok sevindi, memnun oldu. "Bizim yolumuz Allah yoludur, Kuran yoludur" dedi." "Konak"lar gönül sözlerini söylüyorlar. Hafızlar ve misafir hocalar Kur'an ziyafeti çekiyorlar, Selahaddin Kaya Hoca güzel bir dua yapıyor ve tebriklerle, hediyelerle, ikramlarla, Azerbaycan'ın tarihinde bir dönüm noktası yaşanıyor. Bu kimlik dirilişinde gayret kuşağını kuşanan Osman Topbaş Bey'de mahviyet ve heyecanı mezcolmuş görüyorum. Şüphesiz en çok şükreden o olmalıdır. Çünkü bu dirilişin her merhalesinde cefalar yüklenmek gibi Rabbani bir lütfa mazhar olmuştur. "Eğ başını, gör işini, zaman ahir zamandır" sözünü yaşarcasına... Azerbaycan'da, toplumsal kıyametten bir can kurtarma gayreti içinde... "Toprağa iki tohum düşer, birisi tarla faresinin yemi olur, diğeri büyür çınara dönüşür. Eğer emek verebilirsek, toprağa düşen daha fazla tohumu tarla farelerinin elinden kurtarır, daha fazla çınarlara büyüme imkanı hazırlarız." Bu söz Osman Bey'e ait. Ve yüreğine Azerbaycan derdi düşenden beri, kapısını çaldığı her yüreğe bu derdi taşımaya çaba sarf ediyor. Onun için, şurada, "euzü besmele" çekip, çağlayanlar gibi şakımaya başlayan her çocuk için ayrı ayrı şükür secdesi yapmaya can atacağından eminim. Onun bu heyecanına Azerbaycan'da beraber olduğumuz on gün içinde, her gün kaç kez tanık oluyorum. Şeki Medresesi'nde şu an 25 çocuk daha hafızlığa çalışıyor. Ayrıca yüzüne okuyup köyüne dönenler var. Medresenin şu anki kapasitesi 70 kişi...Yüz elli kişiye çıkaramaz mıyız? Veysel Hoca, yeni yatakhaneler, yeni sınıflar yaptırıyor. Hafızların sayfa verdiği koridora şöyle bir yüreğinizi açarsanız uhrevi bir uğultu ile cezbeler yaşamanız, sevinç göz yaşları dökmeniz işten bile değil. Osman Bey, Azerbaycan'ın bu uhrevi iklimine vurgun. Hazreti Peygamber'in Hazreti Ali'yi Hayber'e gönderirken "Senin vasıtanla bir kişinin İslam'ı kabul etmesi senin için dünyadaki her şeyden hayırlıdır" diye buyurduğunu okumuş bir kere..."Bu söz, bizim için de bir mana taşımıyor mu?" diye soruyor. Nasıl taşımaz! Eğer taşırsa, o zaman işte meydan! Meydan o kadar geniş ki....10 gün içinde, Hüdayi erlerinin, ya da bir başka deyişle, Ahmed Yesevi'ye kadirşinaslık borcunu ödemek için yola çıkmış delikanlıların, genç kızların karış karış emek verdiği Azerbaycan toprağını geziyoruz ve uğradığımız kırk kadar merkezde göz yaşartıcı sahnelerle karşılaşıyoruz. Hüdayi erlerinin ulaştığı yer sayısı kırk değil oysa, 100 kadar merkezde Kur'an halkası oluşmuş. Şeki'nin hemen çevresinde Zakatala, Aliabad, Kabela, Oğuz, Haldan şehirleri ve bunlara bağlı yerleşim birimleri...Sonra Ağdaş, Mingeçevir, Şamahı, Aksu, Medrese, Tümtül, Hosrov...Sabirabad...Bakü... Şurası tamir görmüş veya yeniden inşa edilmiş bir cami...Şurası bir mescid. Şurası bir evin odası. Şurası bir okuldan kiralanmış sınıf... Şurada Türkiye'den gitmiş bir genç, şurada onun Türkiyeli hanımı, şurada Azerbaycan'dan Türkiye'ye gelmiş ve Hüdayi Vakfı'nın İstanbul'daki Mehmet Akif Kız Kur'an Kursu'nda eğitim görmüş bir genç kız...Şurada onun Türkiyeli beyi... Her biri etrafına 25'ten 100'e kadar çocuk almış, onlara İslam'ı ve Kur'an'ı öğretiyor. Giriyorsunuz, "Esselamü aleyküm" diyorsunuz. Koro halinde "Ve aleyküm selam, ve rahmetullahi ve berakatüh" diye cevap alıyorsunuz. Gözleri gözlerinizde. Pırıl pırıl, o ne güzel, ne günahsız gözler ya Rabbi! "Eğleşin" diyorsunuz, oturuyorlar. Kız çocukların tümünün başları örtülü. Önlerinde bir rahle...Rahle dediysem, öyle ceviz oyma falan değil, iki ayak, bir de üstüne hangi inşaattan arta kaldığını bilemediğiniz uzun bir tahta, işte size rahle... Azerbaycan'daki İslamî dirilişe, bu mahrumiyet manzaraları tanıklık edecek mahşer günü... Hepsi öğrenci, öğleye kadar okullarında okumuşlar, dersten çıkıp Kur'an öğrenmeye gelmişler... Çantaları hemen oracıkta...Acaba en büyük ağabeylerinden kalma çantalar mı? Eskimiş, yırtılmış bir çanta yığını... Çocuklarımıza aldığımız gıcır gıcır çantaları düşündüğümde, bu mahrumiyet yurdunda, bu Kur'an öğrencilerinin şartları karşısında utanıyorum. Kiminin önünde elif cüzü, kiminkinde Kur'an-ı Kerim. 6 yaşından 60 yaşına kadar Kur'an öğrencisi var rahle önünde diz çökmüş. Aliabad'daki İslam Medresesi'nde, anne ile 6 yaşındaki kızı yan yana oturmuş Kur'an öğreniyorlar, ve anne "kızım benden ilerde" derken gözlerinin içi gülüyor. Ağdaş'da, bir bayan İngilizce öğretmeni, şu an kendisine Kur'an'ı öğreten genç kızı, Türkiye'ye, İslam'ı öğrenmesi için kendisinin gönderdiğini söylerken gurur duyuyor. Hele bu davranışının Peygamberimiz tarafından sadakai cariye (ölmeyen bir sadaka) olarak nitelendiğini öğrenince büyük mutlulukla doluyor. Soruyorsunuz: "-Şehadet kelimesini bilen var mı?" Bu da soru mu? Azerbaycan'da şehadet kelimesi okuyan çocuk korolarına katılmanın zevkini nasıl anlatmalı? "-Peki manasını kim söyler?" Bütün parmaklar havada. Sen söyle bakalım: "-Şehadet edirem ki Allah'tan başka tanrı yoktur ve yine şehadet edirem ki Muhammed O'nun kulu ve rasülüdür." "-Peki ne demek Allah'tan başka tanrı yoktur demek?" Yine bütün parmaklar havada... "-Peki Peygamberimizin bizim için önemi nedir?" Gene öyle... Hüdayi 100 merkeze genç hocalarla ulaşmış. Bunlar burada ilk hizmetlerin başladığı 1992'de daha çok Türkiye'den gelmişler. Ama şimdi devreye Azerbaycan'ın kendi kızları, kendi oğulları girmiş.. Türkiye'den gelenler gene var, ama çoğu o toprağın çocukları...10 günlük bir seyahat içinde 100 yeri birden ziyaret etmek imkansız. Ama herkes Osman Bey'i bekliyor. O gelmeli, kendilerini dinlemeli, başlarını okşamalı, hal hatır sormalı, ihtiyaçlarını gidermeli, dua etmeli,... Sanki Osman Bey Azerbaycan'da 3 bin çocuğun babası. Evet bu kurslara kışın, okul mevsiminde 2 bin, yazın 3 bin çocuk devam ediyor. Onlar Osman Muallim'i (Muallim Azerbaycan'da Bey yerine kullanılıyor) bir baba gibi, bir can dostu gibi biliyorlar. Kızları Türkiye'de okuyan babalara Osman Bey de "Onlar bir yıllığına benim kızım oldu, daha sonra gelip yine sizin kızınız olacak" diye latifede bulunuyor. Onlar da, aynı muhabbetle mukabele ediyorlar. -Aman kuzum, çocuklarla birlikte mescidde namaz kılın. Namazı öğrensinler, namaza alışsınlar. Bunlar genç hocalara hatırlatmalar. Sonra öğrencilerle, Allah'a iman, ahiret ve dünya hayatı, peygamberi sevmek, Kur'an'ın bizim için anlamı, namazın her rüknünün manası üzerine sohbetler... Çocuklar her sözü adeta içiyorlar. Sonra doymadan, buruk bir ayrılış, sonra başka bir yerleşim yeri ve....göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir 10 gün... Orada Hüdayi'nin desteği ile Gençliğe Yardım Fondu dört yıl içinde 17 cami ve 4 Kur'an Kursu'nu inşa veya tamir etmiş. Pırıl pırıl camilerde namaz kılıyoruz, ama bunun yanında hala harabe halinde bulunan camiler de görüyoruz. Fark, Hüdayi'nin hizmet farkı. Ulaşabildiğiniz, tuğla taşıyabildiğiniz, emek verebildiğiniz ışıl ışıl yüzünüze gülümsüyor, ulaşamadığınız ise ibadete, ezana, Kur'an'a hasretle kavrulmaya devam ediyor. Zakatala'nın bir köyünde gördüğümüz harabe halindeki camide, bir torbanın içine konmuş, yapraklarına böcekler üşüşmüş Kur'an-ı Kerim sanki tüm Azerbaycan'ın hikayesini anlatır gibi. Yıkılmış minber, çökmüş tavan, rutubetten kabarmış tezyinat ve sahabi isimleri...Permeperişan bir mabet...Bu Azerbaycan'ın kimlik yıkımı yaşadığı 70 yılın ibret levhası gibi gözlerimizin önünde...Vah! Bu yıkık camilere hangi Hüdayi eli, hangi zamanda ulaşacak? Oysa Aksu'da Nuran Hatun Camii, Türkiyeli bir hayırseverin himmetleri ve Hüdayi-Gençliğe Yardım Fondu'nun ilgileriyle inşa edilmiş. 35-40 bin kişilik şehirde bir tek cami bu. Biz oradayken, cami bitmiş, halıları döşenmiş, ibadete hazır hale gelmişti. Orada ilk Cuma namazını kılıyoruz.Cami de böylece ibadete açılıyor. Saflarda 40 kadar çocuk, Türkiye'li misafirler ve birkaç da Azeri var. Aksu'da Ruhani idare tarafından görevlendirilen Ahund (Şiilerin din görevlisi) bizlerle birlikte saffa duruyor. Muhabbetle kucaklaşıyoruz. Cami için birbirimizi tebrik ediyoruz. Kur'an öğrenmeye gelen kızlı erkekli 150 kadar çocuğun kiminin "valideyn"i şii, kimininki sünni. Ama burada Kur'an iklimi, hepsini harman etmiş. Başlarında baba, ana, oğul ve gelinle Kur'an seferberliğine adanmış Türkiyeli Helvacı ailesi var... Bu Kur'an buketini objektife sığdırmak öylesine zor ki... Aksu camii ile Zakatala'nın köyündeki caminin farkı, sevinçten uçan bir yürekle hüzün yüklenmiş bir kalbin farkı gibi... O yüzden Nuran Hatun Camii'ndeki cıvıltı, Azerbaycan'ın mahzun camilerinin göz yaşlarını unutturmuyor ne yazık ki... Azerbaycan bir İslam yurdu ve belli ki bir İslam yurdunun en küçük yerleşim birimlerinde bile bir mescid, bir cami bulunmalı ve onun içinden cıvıl cıvıl Kur'an sesleri gelmeli...Şu an Azerbaycan'da bu iklime hasret binlerce yerleşim birimi var. İslam'a aç İslam yurtları buralar...Kim gidecek oralara, kim şenlendirecek camilerle ve Kur'an sesleriyle oraları...Ve kim doyuracak bu İslam açlığını, kim ekmeğini paylaşacak onlarla? Bir Hürmet var orada. Ağdaş'ta. 40 yaşlarında sırım gibi bir adam. Hürmet'i görüp, ondaki sevdayı, ondaki açlığı, ondaki sevinç dolu yüreği görüp de, onun yürek yangınına mukabele etmemek mümkün mü? İkindi vakti geleceksiniz de onun yaptırdığı camiyi görmeye gideceksiniz diye yüreği heyecandan kıpır kıpır bekleyen, geç kaldığınız için köyüne dönüp, sabah yeniden damlayan bir adam. "Hadi gidiyoruz" dediğinizde, heyecandan havalara hoplayacağını hissettiğiniz bir adam. Evet camiyi o yaptırmış, nesi var nesi yok satarak yaptırmış, gece gündüz çalışıp kazancını camiye vererek yaptırmış, daha ilginci hanımının kolundaki bilezikleri, satarak yaptırmış... Siz hiç, caminin ağaç oyma kapısını yaptırmak için evini atölye haline getiren, oyma ustasını evinde aylarca barındıran aşk ehlini gördünüz mü? İşte Hürmet o. İşin daha ilginç tarafı, bu aşk ,oyma ustasını da himmete sevk etmiş; caminin iki kanatlı büyük kapısını yaparken beş kuruş almıyor. Ne yazık ki, ne Hürmet'in ne de onun muhteşem camiinin fotoğraflarını size sunamıyorum. Çünkü fotoğraf makinem bana ihanet etti. Peki o sıfırlanmış iklimde Hürmet'in bu aşkı nerden doğmuş? Orası apayrı uzun bir hikaye. Özetle şu: Bir gün bostanda çalışırken beyazlar giyinmiş ak sakallı bir adam gelmiş, elini Hürmet'in göğsünün üzerine koymuş. Hürmet'in yüreğinden tüm vücuduna bir sıcaklık, alev gibi bir sıcaklık yayılmış. Sanki yanmış Hürmet. Beyazlar giyinmiş adam bir süre kaybolmuş, ama Hürmet'in yangını sönmemiş. "Ya rabbi bu ateşin sırrı nedir?" diye kavrulduğu bir gece, rüyasında aynı adam yeniden görünmüş ve Hürmet'e "Bir cami yaptır" demiş. İşte ateş o ateş. Hürmet koşup duruyor. Cami yükselmiş, minare yükselmiş, Hürmet camiyi anlatırken, sanki her tuğlanın hikayesini de anlatmak istiyor. "Şurada Kur'an okunacak" diyor, Şurada kızlarımız okur, şurada oğlanlarımız..." diyor. Hürmetin yürek ateşini tanımanızı isterdim, bir dava faniliği için... Ve yüzündeki tebessümü taşımak isterdim sizlere, İslam'ın çağdaş sorumluluğu yüreğinize yük olmasın diye... Bu ara kesitten sonra yeniden dönersek gezimize... Hosrov, Ağdaş şehrine 6 kilometre uzaklıkta bir köy. Hüdayi'nin ve Gençliğe Yardım Fondu'nun ilgisi, burayı bir İslamî İlimler Medresesi ile şenlendirmiş. 100'e yakın yerleşim biriminde Kur'an öğreten gençler, Hosrov'da yetiştiriliyor. Mahallî birimlerde göz dolduranlar Hosrov'a getiriliyor, orada bir buçuk yıllık bir eğitim görüp, yeniden kendi köyüne Kur'an öğretmeni olarak gönderiliyor. -Peki bu bir buçuk yıl yeterli oluyor mu?"-Büyük ölçüde, diye cevaplıyor Hosrov'un hocaları bu sorumuzu. Zeki Hoca, Murat Hoca, Yusuf Hoca ve diğerleri... Hosrov yatılı bir okul. Yaklaşık 6 bin metrekare üzerine kurulmuş, dershaneleri, yatakhaneleri, camii ve geniş bahçesi ile tam bir ilim ve ibadet yeri...Henüz 16-17 yaşında bekar gençlerden, 25-30 yaşında, evli, çoluk çocuk sahibi olanlarına kadar 70 talebe var. Azerbaycan'ın İslamî ihya gayretine omuz vermeyi gönlüne yerleştirmiş, evini ocağını bırakıp buraya gelmiş 70 genç adam...Geceleri gündüzleri bir arada ve kendilerini yetiştirme çabası içinde geçiyor. Onlarla iki gece beraber olduk. Derslerine girdik, sohbet ettik. Hocalarıyla görüştük. Şunu gönül rahatlığı ile ifade edebilirim ki, orada bir buçuk yıl içinde bu gençlere, asgarî bir İmam Hatip Okulu seviyesinde İslamî kültür kazandırılıyor. Bir arada bulunmanın ve bu zamanı, "Müslümanca bir Hayat"ı kazanmak için değerlendirmenin verdiği ruhi kıvam ise artısı... Azerbaycan'ın yarınında Hosrov'un özel bir yeri olacak. Buradan yetişen gençler, ilerde kendilerini daha da geliştirme imkanı hazırlanabildiği takdirde, Azerbaycan'ın manevi haritasını çizecekler. 17 yaşındaki bir gencin, 2000'lı yılların insanlarına ruhi çerçeve çizdiğini düşünün, ve Hosrov'u anlayın... Hosrov, İslam adına her şeyin emeklediği bir dünyada, kafaları ve gönülleriyle Yesevi dervişlerine beşiklik ediyor adeta.. Hosrov tüm Azerbaycan'a kan pompalayacak büyük bir yürek. Şamahı'nın yanı başındaki Medrese de onun gibi.. Nevzat Bey diyor ki, "Türk dünyasında nereye gitsem, orada hizmet veren hocanın Medrese'de yetiştiğini öğreniyorum." İşte o Medrese bu Medrese.. Şu an Ahıska Türkleri barınıyor burada. Bütün Türk dünyasında İslamî kimliklerindeki itinaları ile bilinen mazlum bir soydaş grubu Ahıskalılar... Eski bir Ermeni köyü olan Medrese'de, 1995 yılında muhteşem bir cami inşa edilmiş. Caminin altına 8 odalı bir Kız ve Erkek Kur'an Kursu yapılmış. 1993 yılında, terkedilmiş bir Ermeni meyhanesinde başlayan Kur'an eğitimi, bu dersanelere intikal ettirilmiş. Şu anda 300 öğrenci ders görüyor. Diyanet adına burada bulunan Ali Kemal Hoca ve hanımı, diğer Azeri erkek ve hanım hocalarla birlikte kaybedilmiş zamanları yakalama heyecanı içinde Kur'an seferberliğini sürdürüyorlar. Şamahı'ya geçmeden önce Azerbaycan'ın kuzey ucunda, tam Gürcistan sınırındaki Zakatala'ya bağlı Aliâbâd İslam Medresesinden bahsetmem lazım. Çünkü orada da Gürcü Müslümanlar var. Azerbaycan'ın insan mozaiğinde Ahıskalılar ve Gürcüler İslamî duyarlıkları ile dikkat çekiyorlar. Yoğun Hristiyanlık propagandasından bunalan ve gençleri kaybetme endişesine kapılan Belediye Başkanı, Gençliğe Yardım Fondu'na"Size bir okul binası vereyim, buraya bir İslam Medresesi açın" demiş ve başlamış faaliyet, iki katlı bina tamir edilmiş, ve 60 kız, 100 erkek talebenin "İslam eğitimi" başlamış. Bir erkek bir hanım iki Türkiyeli, 3 Gürcü ve 2 Hosrov mezunu Azeri öğretmenin hizmet verdiği Medrese, sanki Azerbaycan'ın Gürcistan sınırında manevi bekçilik yapıyor. Şamahı'ya yeniden dönersek...Burası Hüdayi ve Gençliğe Yardım Fondu'nun, Azerbaycan'da bir İIk'e imza atacakları büyük bir şehir. Orada, Malatyalı bir hayırseverin himmetleriyle, valiliğin verdiği bir araziye iki katlı, 100 talebenin yatılı olarak okuyabileceği bir bina inşa edilmiş. Azerbaycan'da İslam Teknikum'u olarak ifade edilen, ilahiyat Meslek Yüksek Okulu niteliğinde bir okul açılması düşünülüyor. Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, "özümüz kaybolmasın" diye 1997'de tüm Azerbaycan'daki liselerde "Millî Ahlak ve İslamşinaslığı" adı altında din dersleri konulmasını emretmiş. Devlet tarafından hazırlanan bir rapora göre birkaç yıl içinde 3-5 bin arasında Azerbaycanlı Hıristiyanlığı kabul etmiş. 200 Azeri genç papaz olmuş. Ermeni emelleri île paralel yürüyen bir Hıristiyanlaştırma faaliyeti... Bir yanda, 70 yıllık kimlik sıfırlama operasyonunun ardından, yas törenlerine indirgenen, Mollanın geçim kaynağına dönüşen "içi boşaltılmış İslam anlayışı", öte yanda Amerika'nın, Avrupa ülkelerinin ve tabiî Ermenistan'ın korkunç finansmanı ile yönlendirdiği misyoner faaliyetleri ve buna eklenen Krişnacıların propaganda abanışı... İşte bu, Sovyet hegemonyasının tahribatını bilen her yüreği derinden sarsıyor ve kimlik kaygısını yoğunlaştırıyor. Din dersleri bunun ürünü. Oysa öğretmen yok. Ağdaş'ta, "Çok Amaçlı bir Teknikum" bünyesinde iki sınıflık "İslam Teknikum"u açılmış, ama öğretmen sıkıntısı çekiyorlar. Peki liselerde din dersini kim okutacak? Baku'de İlahiyat Fakültesi var ama yetmez. Şamahı'daki İlahiyat Meslek Yüksek Okulu, bu açığın kapanmasında çok büyük bir hizmet verecek. Ama dert var. Dert ne? Dert, bunca hizmet için kaynağın nereden bulunacağı sorusunda düğümleniyor. Hüdayi'nin uykusunu kaçıran bu, Gençliğe Yardım Fondu'nun uykusunu kaçıran bu...Daha kısası, Osman Bey'in uykusunu kaçıran bu... Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak bütün bir Türk dünyasında bir manevi ihya hareketini başlatmalı diye düşünüyorsunuz, bu hareket, bu dünya ile Türkiye'nin yeniden buluşması için gerekli olan ortak iklimin olmazsa olmaz vasatıdır diye düşünüyorsunuz, Amerika'da yürütülen lobi faaliyetinin kısırlığına karşı, burada İslam'la birlikte oluşacak Türkiye sevgisinin yarınlarda ortaya çıkaracağı meyveleri düşünüyorsunuz, hepsinden öte bir kardeşlik borcunu düşünüyorsunuz... Ve bir de Diyanet'in, elçiliklerin yürüttüğü faaliyetlerin cılızlığına bakıyorsunuz, "bu açlığa bu derman yeter mi?" diye saçınızı başınızı yolmaktan başka çare bulamıyorsunuz.İşte o noktada sivil hayır ve kültür müesseselerinin sınırlı imkanlarına rağmen altına girdikleri yüke bakıyor, bu gayretleri yürekler doluşu alkışlama ihtiyacı hissediyorsunuz. Ve "devlet neden bu hizmetlere yardımcı olmaz?" sorusu gelip yüreğinizde düğümleniyor. Azerbaycan'daki 10 günlük gezimiz içinden buraya aktarılacak daha pek çok not var. Baku'deki Kur'an eğitimi hizmetleri, Gençliğe Yardım Fondu merkezinde verilen yüksek öğrenime hazırlama kursları vs...bütün bunlar apayrı bir canlılık içinde cereyan ediyor. Ama her şey bizim bu gezi süresince gördüklerimizden ibaret değil. Yazın, kardeş bir kuruluş olan İstanbul Uluslararası Kardeşlik ve Yardımlaşma Derneği ile işbirliği halinde değişik merkezlerde gerçekleştirilen 1350 çocuğun sünnet edilmesi.Kaçkınlara (Azerbaycan'ın şu anda üçte biri işgal altında ve bu işgal edilmiş topraklardan göç edenler, gerek şehirlerin varoşlarındaki çadır ve klübe kentlerde, gerekse yerleştirildikleri toplu konutlarda gerçekten büyük bir sefaleti paylaşıyorlar) yapılan erzak, giyim eşyası yardımı ve kurbanlar Hüdayi, Gençliğe Yardım Fondu ve İstanbul Uluslararası Kardeşlik ve Yardımlaşma Derneği'nin ilgi ve şefkat halkasının ilmekleri olarak cereyan ediyor. Şu an Türkiye'de bu şefkat halkasının gayretleri ile 106 Azeri öğrenci gelmiş ve üniversitelerde eğitim görüyor. Elektronikten, uluslararası ilişkilere, kamu yönetiminden edebiyat ve tarihe, ilahiyattan, iktisada, işletmeye, iletişimden, bilgisayara kadar her alanda 106 öğrenci.... Geliş-gidiş masraflarından üniversite harçlarına, kitap, giyinme, barınma şartlarına varıncaya kadar her şeyi üstlenmiş, bir vakfın, bir derneğin mütevazı şartlarını, kardeş bir ülkenin yeniden imarı için seferber etmiş... "Bir borç ödeme bu, diyor ilgililer. Yesevi'ye borcumuzu ödüyoruz o kadar. Onlar dün Anadolu'da bir kandil tutuşturmuşlar, şimdi o kandili yakma görevi bizim..." Onların hem gayretlerine, hem bu gayretin özüne yerleştirdikleri mahviyete gıbta etmemek mümkün değil. Ama bilinmeli ki, "İslam açlığı", ne Azerbaycan'la sınırlı, ne de böyle birkaç vakfın, derneğin gayretleriyle karşılanacak kadar sınırlı. Kırım'ı gördüm, Kosova'yı gördüm, Bulgaristan'ı gördüm ve son olarak Azerbaycan'ı gördüm. Bunların tümü İslam yurdu ve tümü geçtiğimiz 10 yıllarını küllî bir esaretle ve bunun içinde "İslamî kişilik kırımı" île geçirmişler. Nerdeyse "Ben Müslümanım" dan başka her şey sıfırlanmış. Öylesine sıfırlanmış ki, o kapının giriş cümlesi olan "Şehadet Kelimesi" ni yeniden öğrenmek gerekiyor. Öylesine sıfırlanmış ki, "besmele" yeniden öğreniliyor. Ve öylesine sıfırlanmış ki, nerdeyse bir-iki nesli kurtarma imkanları kaybolmuş. Hüdayi'ye Kazak çocuklar gelmiş bir ara. Çocuklar insanın ebedi sorumluluğunu, cenneti, cehennemi öğrenince telaşa kapılmışlar. Hemen hocalarına çıkıp "N' olursunuz bize izin verin, gidip valideynimize İslam'ı anlatalım. Onlar da ebedi hayatlarını kurtarsınlar. Ya biz onlara İslam'ı öğretemeden ölürlerse..." İşte şimdilerde biz, geriden gelenlerin, önden gidenlerin arkasından yetişip "Durun, gittiğiniz yol yanlış, İslam olun, kurtulun" diye çığlık çığlık seslendikleri bir zamanı idrak etmiş durumdayız. Ağdaş'ta bir olaya şahit oldum. Osman Bey camiin içinde, Kur'an öğrenen kız çocuklarıyla sohbet ediyor. Ben de dışarıda, bize yakınlık gösteren halktan insanlarla görüşüyorum. Orta yaşlı birisi "İçerde Kur'an öğreten Ayşe hoca hanım benim kızım, diyor. Bir kızım da İstanbul'da okuyor." Sohbet ilerliyor, adam çok mutlu. Camide çocukların birlikte namaz kılmaları da onu çok sevindiriyor. Ben, Azerbaycan'da camide Kur'an okuyan çocuklardan başka namaz kılanların nadir olduğunu sıkça gördüğüm için, ona da sormak istiyorum: "Peki siz namaz kılıyor musunuz?" Mahcup oluyor, daha çok mahcubiyet yüklü bir tebessümle "Hayır, kılmıyorum" diyor.Mahcub olmasına üzülüyorum. Ama sormadan da edemiyorum- "Peki neden? iki çocuğunuza Kur'an eğitimi aldırıyorsunuz, onların namaz kılmalarından büyük mutluluk duyuyorsunuz, ama siz namaz kılmıyorsunuz, neden?" Yine mahcub, yine mahzun bir gülümseme ve yine buruk, cevab olmaktan çok uzak bir cevab: "Bilmem ki, kılamıyoruz işte." Sözümün ağır gelmemesini temin için yüzüme yüklediğim yoğun gülümseme île şunları söylüyorum: "Şöyle bir sabah vakti, Ağdaş'ın evlerini teker teker dolaşıp, herkesi uyandırıp, "Haydin namaza" diye seslenmek, yalvarmak, yakarmak ve herkese caminin onlar için mutluluk yeri olduğunu anlatmak istiyorum" Gülümsüyor. İşte böyle Azerbaycan... Belki tüm Türk dünyası böyle...Belki Balkanlar'dan Orta Asya'ya kadar, sosyalizmin kimlik sıfırlama operasyonuna maruz kalmış tüm İslam yurtları böyle. Peki Türkiye nasıl? İslamî irşaddan, bilgilenmeden, eğitimden müstağni mi? Bir kişi, şöyle bir seher vakti namaza çağırmak için yollara düşse, ışığı henüz yanmamış karanlıktaki evleri uyandırmak için kaç yıl ömür törpülemelidir? Ya milyar milyar dünya? Hıristiyanlar, Krişnacılar İslam yurtlarını kendi dinlerine döndürmek için seferber olmuşlar, ama kendi dünyaları permeperişan...Tüm o dünyalarda Allah'ın evinden kaçmış insanoğlunun ruhi sefaleti kol geziyor. Uyuşturucu, şiddet, cinsel sapkınlıklar ve bunun sonucu ortaya çıkan cinayet, intihar, ve neslin tükeniş süreci... Bu dünyayı nasıl ihmal edebilir İslam'ın tebliğ erleri? İslam açlığı, bugün dünya çapında. Ve dünya çapında bir tebliğ seferberliği gerekiyor. Orada da bir sancıya işaret ederek, bu kimi buruk, kimi umutlar saklayan yazıyı noktalamak istiyorum. Kosova'da da şahit olmuştum, Azerbaycan'da da şahit oldum. İslam tebliğindeki parçalanmaya işaret etmek istiyorum. Sünni, Vahhabi ve Şiiî parçalanışına...Ve çoğu zaman "millî hesaplarla yüklü" bu oluşumun İslam'ın henüz elifbasındaki halkta uyandırdığı tereddütlere. Soru şu: Dünya İslam açlığı içinde kavrulurken, bizzat İslam ülkeleri, yoğun bir İslamî bilgilenme açlığı yaşarken, mezhebî farklılıklar üzerinde derinleşmek ve ucu taa halka yansıyacak uçurumlar oluşturmak niye? 1994'teki İran gezimde, aslı Türkiyeli, Şiiliği kabul etmiş, ana-babasını da şiileştirmiş bir mollaya, Kum-Tahran arasındaki uzunca otobüs yolculuğu sırasında şunu söylemiştim: -Tahmin ediyorum ki, kendin şiileştiğin, anneni-babanı şiileştirdiğin için sevinç duyuyorsunuz. Belki tüm Türkiye'nin de şiileşmesini istersiniz. Ama hiç düşündünüz mü, bugün İslam dünyasının pek çok yerinde "Müslümanlık" bilincinden başka her şeyi sıfırlanmış milyonlarca insan var. Ayrıca dünyada, İslam'ın henüz çok uzağında milyarlar var. Sizce şu İslamî kişilikleri sıfırlanmış insanların bir nüfus sayımında Sünni yazılmasının anlamı ne, şii yazılmasının ya da Vahhabi yazılmasının anlamı ne? Bir kere bu milyonlarca insan Şiiliği anlıyor mu, Sünniliği anlıyor mu? Mezar taşı yıkmanın, Hazreti Peygamber'in hatıralarını tahrib etmenin dinin hangi duyarlığı içine girdiğini anlıyor mu? İslam'ın henüz kapısından içeri girmemiş milyonların İslam'la tanıştırılmaları gibi çok temel bir tebliğ meselesi ortada dururken, Sünnîlikten Şiiliğe birkaç kişi taşımayı sevinç vesilesi ittihaz etmek, çok boş bir avunma olmaz mı? Şu çocukların Müslümanlıklarını sıfırın üstünde bir yerlere getirme çabası yerine, herkesin gündemine bir mezhep asabiyetini getirmek sağlıklı mıdır? "-Bunu böyle hiç düşünmemiştim" demişti dinledikten sonra. Aksu'da, Nurah Hatun Camiinde şii ahundu ile kucaklaşmamız bu bakımdan çok anlamlıydı. Osman Bey, ahundun koluna girip "Bu bebeler hepimizin, dedi. Hazreti Hüseyin'in yarası hepimizin içinde. Burada Lokman Bey var, o sizin kardeşinizdir. Bizim bu zamanda, bazı buruklukları aşıp, gayret kuşağını kuşanmamız lazım " Ahund da, "Buraya Lokman kardeşimizi göndermeniz en güzel seçim. Onun geniş gönlü, güler yüzü, yumuşak üslubu burada her meseleyi çözmeye yeter" işte böyle. Bugün birisi kapınızı çaldı ve "açım" dedi Gönlüm aç. Ruhum aç. Kalbim kıvranıyor Bana himmet et Allah için İslam'ı istiyorum "-İnayet ola" mı diyeceksin? Bugün milyarlar Müslümanın kapısını çalıyor.Gören, duyan, içi sorumluluk duygusuyla titreyen ve görev için bir adım ilen çıkan Müslüman, bugün aranan Müslüman'dır Eğer içimizde "Aç açı nasıl doyurabilir'?" diye bir soru yankılanıyorsa, o zaman açlığı gidermenin çarelerini arama görevi île karşı karşıya olduğumuzu anlamalıyız. 30 Eylül 1996 Pazartesi Bugün Azerbaycan'dan dönüyoruz. Bu yazıların en zor tarafı bitişidir. Çünkü orada, içinizde yazılmamış pek çok şey kaldığını hissedersiniz. Bir kere isimler kalmıştır yazılmamış Ahmet, Veli, Veysi ve Selman Efendi Güler yüzü île her kapıyı açan bir gönül adamı İlahiyat'ın çok değerli hocaları, Anadolu Lisesinin çok değerli öğretmenleri, size ikram için çırpınan Vakıf Efendi, ve hafızanızın girdabında adını hatırlayamadığınız, yarın karşılaştığınızda bir özür borçlu olduğunuz dostlar. Keşke bu yazı bitmeseydi. Bitmeseydi de Şeki'nin güzel insanları Doktor Efendi Allahyaroğlu'nu Rafık Efendiyi ve diğerlerini yazabilseydim... |