๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 11 Temmuz 2010, 14:48:01



Konu Başlığı: Doğru Kapının Önünde Beklemek
Gönderen: Sümeyye üzerinde 11 Temmuz 2010, 14:48:01

Doğru Kapının Önünde Beklemek



A'mâli ile ermedi bir kimse necâta
Hep müftekır-i rahmet-i Hallâk-ı Habîriz
(Anonim)

A'mâl kelimesi, bizim Türkçede de kullandığımız "amel" kelimesinin çoğulu olup sözlükte fiiller, hareket ve davranışlar gibi manalara gelirIstılahta ise Cenab-ı Allah'ın emir ve nehiyleri muvacehesindeki bütün iş, tavır ve davranışları kuşatan bir kavramdır ve çoğu zaman sonuna bir "sâlih" ya da "sâliha" sıfatı ilave edilerek kullanılır ki; 'amel-i sâlih' veya 'â'mâl-i sâliha' dediğimiz zaman iyi, temiz, duru, saf, katışıksız, makbul fiil ve davranışları kastetmiş oluruz "Necat" kelimesi bilindiği üzere kurtuluş ve selamete erme demektir "Müftekır" de Arapça bir kelime olup dilimizde artık kullanılmaya kullanılmaya yeni nesillerce manası zar zor anlaşılır bir kelime haline gelmiştir "Fakr' kökünden iştikak etmiş olan bu kelime 'iftial' kalıbından ism-i fâil olup muhtaç ve fakir manalarına gelir –Bu güzel kelimeyi yeniden kazansak ne kaybederiz ki!- "Hallâk" ve "Habîr", Cenab-ı Hakk'ın iki sıfatı olup birincisi Allah'ın yaratma fiiline, ikincisi de O'nun (celle celâlühû) gizli-açık, küçük-büyük her şeyden her zaman haberdar olduğuna işaret eder

Şairini bilemediğimizden ve bulamadığımızdan dolayı altına 'Anonim' yazdığımız bu enfes beyit aslında Allah Rasûlü'nün fem-i mübarekinden damlamış bir güzel söze telmihten ibarettir Hemen bütün sahih kaynaklarda geçen bir hadis-i şerifte bize anlatıldığına göre Efendiler Efendisi bir gün ashabına "Sizden hiçbirinizin ameli sizi Cennet'e sokmaya/sizi kurtarmaya yetmez" buyurdu Onlar da hemen, biraz da hayretlerini ifade edercesine ''Sen de mi, ey Allah'ın Rasûlü?'' dediler O da (aleyhi ekmelüttehâyâ) ''Evet, ben de (amelimle kurtulamam); ne var ki Rabbim rahmet, mağfiret ve fazlıyla sarıp sarmalarsa (o zaman başka)" buyurdu

Cenab-ı Allah'ın müminlere va'dettiği sonsuz hayat, bu hayata mekan olacak Cennet, ancak Cennet'te nâil olunabilecek, 'gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hayal gücümüzü aşkın' türlü türlü nimetler ve bütün bunların ötesinde o Güzeller Güzeli'nin cemâlini müşahede edebilme bahtiyarlığı; Üstad hazretlerinin ifadeleri içinde söyleyecek olursak, ''dünyanın bin sene mes'udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatına ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir sene rü'yet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâl'in daire-i rahmeti ve mertebe-i huzuru hiç şüphesiz, bizim bu sınırlı, dar dünya hayatımızdaki az, noksan, kusurlu amellerimizle peylenemeyecek kadar pahalı nimetlerdir Ne var ki, Kur'an-ı Kerîm'in ifadesiyle 'Rahmeti her şeyi kuşatmış' ve hadis-i şerifin beyanıyla 'Rahmeti gazabına sebkat etmiş', Kendisini yüce kitabının daha ilk cümlesinde Rahman ve Rahîm sıfatlarıyla tavsîf eden Rabbimiz, bize, bu geçici dünya hayatındaki amellerimizle kalıcı bir ukba hayatını ve o hayatın içinde akla hayale gelmeyecek güzellikleri va'detmiştir O nimetlerle serfiraz olabilme yolu herkes için açıktır Bu yol aynı zamanda işlek bir yol olup, yürümesi de zor bir yol değildir Rabbimiz işte bu, fiyatı dünyalarla ölçülemeyecek kadar yüksek nimetler karşılığında bizden sadece, hayatımızı â'mâl-i sâliha ile geçirmemizi ve muvakkat dünya hayatında ortaya koymaya çalıştığımız amellerimizi müebbed bir niyetle desteklememizi istemektedir Bu da 'Ya Rabbi! Sen bana elli-altmış senelik bir ömür takdir buyurdun Şayet bu kadar değil, elli-altmış milyon senelik bir hayat da vermiş olsaydın, ben yine Sana ibadet ü taattan ayrılmayacak, Senin yolunun hizmetçisi olmaktan geri durmayacaktım' mülahazalarıyla dopdolu olmak ve bu sözümüzde sadık olduğumuzu şu fani ve kısa hayatımızda dolu dolu yaşayarak ispat etmektir ki yaptıklarımız yapacaklarımıza delil teşkil etsin
Öte yandan insanın yaptığı amellere, bir kısım hayır ve hasenâta güvenerek bunlarla Cehennemden kurtulup Cennet nimetlerini elde edebileceğini düşünmesi Rabble alış-verişte yakışıksız bir pazarlığa kalkışmak sayılacağından bir kibir ve gurur olduğu gibi Allah'a karşı da çok büyük bir saygısızlıktır Zira alan da O'dur, veren de O'dur Bizim de içinde bulunduğumuz bütün âlemler O'nun mülküdür Hal böyleyken herhangi bir hak arayışına ya da şöyle-böyle bir beklentiye girmek haddimizi bilmemek olur Zaten sadece bir kısım iyi işler ortaya koymak, ateşten kurtulmak ve Cennet'e girmek için yeterli bir sebep olsaydı herhalde niyetlerini ve bakış zaviyelerini ayarlamayamadıkları için Cehennem'e yuvarlanan ilk üç kişi hayatlarını cihadla, infakla ve ilimle geçiren ve Rabbilerinin huzurunda ''ben şunu şunu yaptım; ben şöyle şöyle bir insandım'' diyen insanlar olmazlardı Evet, kulu kurtaracak ve onu Cennet nimetlerine lâyık hale getirecek olan her zaman kendi acz, fakr, kusur ve günahlarını hatırlayıp, Rabbinin gına ve rahmetine sığınması ve

"İlahi sen ganîsin, ben fakirem
Zaifem, acizem, hârem, hakîrem" (Ahmet Dâî) diyebilmesidir

Üstad Bediüzzaman Lem'alar isimli eserinde kendisine tevcih edilen "Cehennem ceza-yı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlâhî iledir" deniliyorBunun sırr-ı hikmeti nedir? şeklindeki bir soruya özetle şöyle cevap verir: "İnsan, bir cüz-ü ihtiyarî ile ve cüz'î bir kesb ile bir emr-i itibarî teşkîl ile ve sübut vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevâsı daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hâsıl olan seyyiâtın mes'uliyetini o çeker Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdiVe şer ademî olduğu için, abd ona fâil oldu

Amma hasenât ve hayrât ise, madem ki vücûdîdirler, kesb-i insanî ve cüz-ü ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz İnsan onda hakîkî fâil olamazVe nefs-i emmâresi de hasenâta taraftar değildir Belki rahmet-i İlâhiye onları ister ve kudret-i Rabbâniye icad eder Yalnız, insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir Ve sahip olduktan sonra, o hasenât ise, ona evvelce verilmiş olan vücut ve iman nimetleri gibi, sabık hadsiz niam-ı İlâhiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar Va ' d-i İlâhî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmânî ile verilir Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazldır
Demek seyyiâta sebep nefistir, mücâzâta bizzat müstehaktır Hasenatta ise sebep Haktandır, illet de Haktandır Yalnız, insan iman ile tesahup eder "Mükâfâtını isterim" diyemez, "Fazlını beklerim" diyebilir " (13 Lem'a)

Kur'an-ı Kerim bu mülahazayı ifade eden âyetlerle doludur Onlardan birisini zikretmek herhalde kâfîdir Mütekellim-i Ezelî, Furkan-ı Mübîn'inde meâlen şöyle buyurur: " Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah'tandır Başına gelen her fenalık ise nefsindendir" (Nisa, 4/79)

Üstad'ın ifadelerinde içerisinde geçen ''fazlını beklerim'' mülahazası bir recâ duygusudur Recâ, K Z Tepeleri'ndeki ifadesiyle "günahlardan kaçınıp Allah'tan inayet beklemek; yarışırcasına hayrât ve hasenât yolunda koşup sonra da Allah rahmetinin enginliği mülahazasıyla o kapıya yönelmek" demektir Aynı eserde recâ ile alâkalı olarak zikredilen bir kaç cümleyi buraya almakta fayda mülahaza ediyoruz Allah dostlarından Yahyâ b Muaz, Rabbine şöyle yalvarır: ''Allah'ım, çok defa günah ve hatalara bulaştığım zaman ruhumda taşıdığım recâ, en mükemmel amellere iktiran eden recâdan daha güçlü görünüyor; zira ben arızalarla ma'lul bir insanım; katiyyen masûn sayılamam; günahlara bulaştığım zaman hiçbir iş ve amele değil, bilâ kayd ü şart Senin affına itimat ederim Nasıl etmem ki, Sen cömertlikle mevsufsun!" Evet, insan ezkazâ ne kadar günaha girmiş olursa olsun, kaç defa sendelemiş hatta düşmüş; mahiyetinin ve donanımının gereği göklerde pervaz etmesi gerekirken kaç defa yere kapaklanmış olursa olsun her defasında Yahya b Muaz gibi,

"Tevbe ya Rabbi! Hata râhına gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime" ( M Naci)
"Eğerçi şükrüm azdır nimetinden
Velî çokdur ümidim rahmetinden "(Ahmet Dâî)

diyerek Rabbinin kapısına iltica etmeli ve aradığını yalnızca o kapının önünde bulabileceğini düşünmeli; beklediklerinin de sadece o dergahtan verilebileceğine inanmalıdır Yitirdiklerini başka kapılarda arayanların, ümit edip arzuladıklarını farklı dergahlarda elde edebileceklerini düşünenlerin bu zamana kadar hep eli boş dönmeleri bu dâvânın en büyük delili değil de ya nedir!?

Gurbet Ufukları'ndaki ifadesiyle ''Başka her şeye kapanıp, içini sadece O'na açan, hâlini O'na şikayet eden hep O'na yakın durmanın insiyakları içinde bulunur ve O'nun dergahından eli boş dönmez Evet, insan ihtiyaçlarını, onları karşılayabilecek birine açmalı; bela-yı dertten 'âh' edecekse derde derman bir hekimin yanında inlemeli Kul, Efendisine arz-ı halde bulunacaksa, ağyâra bütünü bütün kapanarak, aklıyla, şuuruyla, hissiyle hep O'na açık durmalıdır"
Büyüklerimden pek çok defa dinlediğim bir menkıbeyi burada zikretmek isterim: Bir dergahta bulunan müridlerin zamanla gözleri açılınca başlarındaki şeyh efendiyi misal aynalarında şakî olarak görürler ve başlarındaki o zatı terketmeye başlarlar Birisi kalır Efendi ona der ki: ''Arkadaşların gitti, sen kaldın Neden?'' O tek talebe: ''Efendim onlar sizi berzah aynasında şakî görüp ayrıldılar'' der O büyük zatın cevabı bizim düşüncelerimize de tercümandır: ''Evladım, ben ondan kırk senedir haberdarım; fakat siz bana başka bir kapı gösterebilir misiniz ki ben ona gideyim!''
Recânın bu manada zıttı 'Allah'ın rahmetinden ve affından ümit kesme' diye tarif edebileceğimiz ye'stir –Müstakillen ele alınması gerekli bir mevzudur- Ye's inananlara Rabbileri nezdinden haram kılınmış, düşenleri acıklı bir duruma sokan elîm bir haldir Kur'an-ı Kerim bu yasağı şöyle dile getirir: "De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır)” (Zümer, 39/53)

Hicr sûresinde de Allah'ın rahmetinden ümit kesmek bir dalâlet olarak zikredilir: " Rabbinin rahmetinden, hak yoldan sapanlardan başka kim ümit keser ki ?" (Hicr, 15/56)

Dili gönlünün nağmelerine tercüman olan Allah dostlarının en yanıklarından birisi de herhalde büyük sûfî İbrahim Edhem (rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten)'dir Onun o sûzişî yakarışı hepimizin diline pelesenk olmuş gibidir Ne içli yalvarır: "Allahım, işte yine kapına geldim Ben yani Senin âsî kulun Günahlarımı itiraf ediyor ve bu pürkusur kulunu bağışlaman için sana yalvarıyorum Şayet affedersen bu senin lütfun olur; eğer kovacak olursan ben o zaman hangi kapıya giderim!?"

İmam Şafiî hazretlerinin ahir ömründeki şu solukları da çok dolgun ve pek dokunaklıdır: "Kalbim kasvet bağlayıp yollar da sarpa sarınca, ümidimi affına merdiven yaptım Günahım gözümde büyüdükçe büyüdü ama, onu affının yanına koyunca, affını tasavvurlar üstü büyük buldum"

Bu faslı her zaman çok severek tekrarladığım ve hâlime tercüman saydığım söyleyeni meçhul bir beyitle noktalamak isterim:

"Ger günahım kûh-i Kaf olsa ne gamdır ya Celîl
Rahmetin bahrına nisbet ennehü şeyün kalîl"

Şairin dediği açık; özetle şunu söylüyor: Ey güzel isimlerinden birisi de 'Celîl' olan ulu Sultanım! Gerçi benim günahlarım, büyüklüğünü takdir edemediğim Kaf dağından daha büyüktür Kaf dağının ne kadar büyük olduğunu kestiremediğim gibi Senin nimetlerine karşı ne kadar çok nankörlük yapıp, Sana karşı ne kadar fazla isyanda bulunduğumu da bilemiyorum Bildiğim bir şey var ki, Sana karşı dağlar kadar hata ve kusur işledim Senin ululuğunu takdir edemedim Seni hakkıyla anamadım Sana gerektiği gibi şükredemedim ibadet ü taatta bulunamadımNâm-ı Celîlini dünyanın âfâkında dalgalandırmak için gereken cehdi ortaya koyamadım İtiraf ediyorum; ediyorum fakat bununla beraber Ebû Sehl'in dediği gibi Senin hakkında hüsn ü zan besliyorum

Sayılamayacak, tartılamayacak kadar günahlarım olmuş; olmuş ve bilmem kaç sene önce işlediklerim bile aklımdan bir türlü çıkmıyor; daha dün işlemişim gibi her gün onların ızdırabıyla kıvranıyorum Dağlar kadar günah işlemiş olsam da ne gam; yine kaçkınlar gibi dönüp dolaşıp Senin kapına geldim ya! Hem benim dağlar cesametindeki günahlarım Senin rahmet, merhamet ve af deryalarına nisbetle bir 'şey-i kalîl'dir; deryada damla bile değil"

'Rabbim, Sen affedicisin, affetmeyi seversin; Rahmetine güvenimiz sonsuzdur Bizi, kadın-erkek kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, dostlarımızı, sevenlerimizi, sevdiklerimizi; hepimizi affet!'



Furkan S Yılmaz