> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Diyalog ve hoşgörü hikayeleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Diyalog ve hoşgörü hikayeleri  (Okunma Sayısı 3182 defa)
24 Kasım 2010, 17:40:05
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 24 Kasım 2010, 17:40:05 »



Diyalog Ve Hoşgörü Hikayeleri…


Malum olduğu üzere, bir zamandır ‘diyalog’ ve ‘hoşgörü’ kavramları temelinde bir kampanya yürütülüyor. Kampanya çerçevesinde yapılan toplantıların içeriklerine veya sonuç bildirgelerine bakıldığında, bu çabaların hiç de masumane niyetli olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Organizatörler, genel insan tabiatında, mesajın ‘ılımlı’ verilmesi durumunda, kolay etkilenme özelliği olduğunun bilincinde olsalar gerek ki, adı ‘müslüman’a çıkmış bir çok insan da sonuç bildirgelerinde yer alan nice gayr-i İslami mesajın altına imza atmakta bir  sakınca görmüyorlar. Hani derler ya “zehiri altın tabakta sunarlar.” O halde, isminin önünde ‘aydın’ titri bulunan kişilerin, bu konularda herkesten daha çok ‘bilgili’ olması gerekmez mi? Peki bilgili iseler, bu ortamlarda ne işleri var? Onu sanıyorum ‘nefs’ faktörüyle açıklamak mümkün ama mesele de bu denli basit değil.

Diyalog hikayelerinin anlatıldığı bu toplantılarda, sahi ne yapılmak isteniyor? Bunun cevabını bilmemek için gerçekten insanın gözlerinin kör olması lazım. Malum, bu toplantılarda bütün dinleri (veya görüşleri) ‘temsilen’ katılımcılar bulunuyor. Yani sadece ‘Müslüman’ sıfatlı kişiler değil, Hıristiyan, Yahudi, Budist, laik, demokrat vs. isimler de yer alıyor. Fakat dikkatli bir gözle bakıldığında, katılımcılar konusunda, ‘seçici’ davranıldığı da gözlerden kaçmıyor. Öyle ya, bu toplantılarda bütün farklı düşüncelerden neredeyse hiçbir ‘radikal’ yok!” Ne radikal İslamcı, ne radikal Hıristiyan ne radikal Yahudi, ne radikal sosyalist ve hatta radikal ‘liberal’! Yani katılımcıların ‘bir konuda’ ortak bir payda sahibi olması isteniyor. İşte bu ‘ortak payda’nın üzerinde biraz durulursa, bu toplantıların ‘amacı’ konusunda da bir ipucu yakalamak mümkün olabilecektir.

            Nedir bu ortak payda? Bunu ‘ılımlı’ olmak olarak ifade etmek de mümkün. Fakat ben başka bir tanımlama yapmayı tercih edeceğim. Bence bu katılımcıların ortak paydası, ‘evrensel değerler’ üzerinde ciddi bir itirazlarının olmamasıdır. Yani ‘evrensel Batılı değerler’ üzerinde. Bunların başında da tabii ki demokrasi, insan hakları ve özgürlükler geliyor.

            Bakınız buradan nereye varacağım. Şimdi çokları sanıyorlar ki, bu toplantılar, ılımlı dini cemaatlerin işbirliğiyle kotarılıyor ve sonuç bildirgeleri de bu yüzden ‘ılımlı’ dini mesajlar içeriyor. Hayır, durum hiç de böyle değildir. Bu toplantıları dikkatli bir gözle takip eden herkes rahatlıkla görür ki, aslında verilen mesajların hepsinde ‘Batılı değerler’in “sorgulanamazlığının” katılımcılar tarafından kabulü söz konusudur. Şimdi, bu toplantıları kimlerin kotardığını az buçuk kestirebildiniz mi?

            İsterseniz bunu size, biraz daha açık bir dille izah etmeye çalışayım. Bence bu toplantılar, bugünkü dünya düzeni için en büyük ‘potansiyel tehlike’ olarak görülen İslam’ı ‘ılımlılaştırmak’ isteyen küresel düzenin banilerince düzenleniyor. Tabii ki bunun izini, ne organizatörler ne de katılımcılar arasında kolayca bulamazsınız. Çünkü bu işlerin kotarılma yöntemi böyledir! Peki bunu nereden anlarsınız? Sonuç bildirgelerini dikkatli okuyarak. Sonuç bildirgelerinde niçin mevcut dünya düzenine en küçük bir eleştiri yok? Bu soru gerçekten sorulması gereken bir sorudur. Toplantılara Türkiye adına katılanlardan niçin Türkiye’deki siyasal sistemi İslami değerler açısından (ama göstermelik değil sahici bir şekilde) eleştiren tek bir cümle bile işitilmiyor? Liberal-demokrat anlayış gereğince yapılan eleştirilerde bile ‘volume’ neden çok kısık? Niçin demokrasi kavramının önemi, sürekli olumlu içeriklerle vurgulanıyor. Niçin ‘evrensel değerler’e sürekli atıf yapılıyor ve toplantıların ‘meşruiyet zemini’nin bunlar olduğu vurgulanıyor? Bu basit fakat can alıcı soruları sorduğunuzda, sizler de ‘gerçek niyeti’ yakalama şansına sahip olacaksınız.

            Mesele işte bu kadar basittir. Fakat ‘komplo’ büyüktür. Çünkü küresel gücün elinde, gerçekten de kullanılmaya müsait insanları kullanacak imkânlar vardır. Bu tuzağa düşmeyecek tek insan tipi, ideallerine sıkı sıkıya bağlı ve davası olan kişidir.

Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki, ‘diyalog’ toplantılarının yapılıyor olması, diyaloga duyulan ‘ihtiyacı’ da gösterir. Yani, bu toplantılar boşuna yapılmamaktadır. Küresel güç, İslam’ın yükselişe geçtiği bu dönemde, yeni gelişmeyi bir ‘tehdit’ olarak görmekte ve bunun önlemlerini almaya çalışmaktadır. Diyalog ve hoşgörü kavramları çerçevesinde yapılan toplantıların amacı, ‘zihin manipülasyon’udur. Yani bu toplantılarda radikal düşüncelerin ‘sivri’liklerinin törpülenmesi amaçlanmaktadır. Bu yöntem amacına ulaşmazsa, o zaman ‘sert’ önlemler devreye girecektir. O da ‘marjinalleştirme’ taktikleridir. Veya siz ona “havuç ve sopa” taktiği de diyebilirsiniz. İstenilen çizgiye gelirseniz ne âlâ, gelmezseniz “tekdirden anlamayanın” akıbetine uğramayı baştan kabul etmişsiniz demektir!

Bu noktada bilinmesi gereken önemli bir hususun da altını çizmekte fayda vardır. Dünya tarihinde bütün büyük güçler, muhaliflerini yok etmek veya kontrol altına alıp ‘zararsızlaştırmak’ için bu taktikleri kullanmışlardır. Bunları Firavunlar da kullanmıştır; Romalılar da. Çinliler de kullanmıştır Batılılar da. Roma’nın meşhur ‘Konsil’ toplantılarının amacı da bundan başkası değildir. Peki 325 tarihli Konsil toplantısında alınan kararın ‘anlam’ı neydi? Yeni tehdidi bütünüyle ortadan kaldırmak mı? Hayır. Roma yöneticilerinden ‘tedbir ehli’ olanlar, Hıristiyanlığın büyüyen gücünü gördüler ve bunu ‘zorla’ yok edemeyeceklerini anladılar. Çünkü ta Aziz Pavlus’tan beri yeni dinin kavram dünyasına ‘müdahale’ edip duruyorlardı. Fakat yine de Hz. İsa’nın mesajını savunan gruplar vardı. Bu durumda yapılması gereken şey belliydi: ‘tehdid’i içerden çökertmek için yapılan ‘anlam müdahalesi’nin sınırlarını tespit etmek! İşte İznik Konsili’nin işlevi bu olmuştur. Peki Konsil bu kararı alınca, bütün muhalif Hıristiyan gruplar bir anda tuzla buz mu olmuştur? Elbette ki hayır. Burada yapılan şey, ‘meşruiyet’ zeminini belirlemektir. Yani Roma’nın kullanacağı ‘irade’nin meşruiyet sınırları tespit edilmiştir. Bundan böyle kim bu sınırları aşarsa, ‘gayr-i meşru’ ilan edilecek ve zinhar kellesi uçurulacaktır! Haddi zatında bu tür Konsiller’in en önemli işlevi de budur. İcraat makamlarına meşruiyet zemini hazırlamak!

Bu bağlamda Abant Toplantıları’nın sonuç bildirilerine bakıldığında, benzeri bir durumu görmek zor olmasa gerektir. Amaç, ‘evrensel değerler’i meşrulaştırmaktır ve bunu da en iyi becerecek olanlar, bütün çağlar boyunca en etkili meşruiyet aracı olduğu bilinen ‘din’ adına konuşan kişilerdir. Bu toplantıların isim babalığının, organizatörlüğünün vs. Türkiye’deki bir ‘dini cemaat’e havale edilmesinin nedeni de yine burada aranmalıdır.

Peki bu çabaların, Roma’daki Konsiller’in gördüğü işlevi göreceği ve akıbetin de aynı olacağı söylenebilir mi? Bu konuda elbette ki insanların bilinçli eylemlerinin belirleyiciliğini kabul etmemiz gerekiyor. Yani “sa’y” belirleyicidir. Bir başka ifade ile, insanlar kendi iradeleri ile bu yönde bir eğilim ve istek gösterirlerse, aynı akıbetin gerçekleşeceğini söylemek mümkündür. Fakat burada farklı bir unsur daha vardır ki, bunun altını kalın çizgilerle çizmek gerekir. Malum olduğu üzere, daha önceki çağlarda münzel kitapların tahrifi, doğrudan metne müdahale etmek şeklinde gerçekleşmiştir. Bugün artık Kur’an için böyle bir tehlike yoktur. Fakat Kur’an’ın ‘anlam’ına müdahale tehlikesi vardır. Bu da kelime ve kavramların içerikleriyle oynanarak yapılabilir. Zaten inzal olduğu dönemden beri, Kur’an’ı etkisizleştirmek isteyenler de bu yönde çaba göstermişlerdir. Bu çağda da benzer çabalar olmuştur ve bunlar artık gayet iyi bilinmektedir. İşte Müslümanlar olarak dikkatli kesilmemiz gereken husus da budur. Kavramların anlam dünyalarına yapılan müdahaleler, kişilerin zihniyetini değiştirmek amacına matuftur ve gerçekten etkili de olabilmektedir. Bugün bir çok İslam-dışı Batılı kavramın, aydın diye bilinen kişilerin zihninde meşruiyet zemini bulduğunu görebiliyoruz. Bu kişiler, esas itibarıyla Batılı/modern bir zihniyete sahip oldukları halde, kendilerini ‘müslüman aydın’ sanıyorlar (ya da öyle göstermek istiyorlar). Bir zamanlar Sosyalizmin kavramlarını İslamlaştırmaya çalışan bu ‘aydınlar’ şimdilerde de Demokrasiyi ve onun ayrılmaz kavramları olan ‘özgürlük’ ve ‘insan hakları’ kavramlarını İslamlaştırmaya çalışıyorlar. Bu çabalar, bitmez. Bunları farklı iki ideolojinin (veya dinin) mücadelesi olarak görmek lazımdır. Ya da Hakk’la Batıl’ın. Önemli olan, Hakk safında bulunduğunu iddia eden veya bu safta yer almayı isteyen kişilerin, bu safın gereklerini yerine getirmeleridir. Yani Hakk’ı tutup kaldırmayı ‘hak etmiş’ kişilerden olabilmektir. Bu ‘yetkinliğe’ ulaşılamadıysa, düşmanlarınızın veya rakiplerinizin sizi alt etmesinden daha doğal bir şey yoktur. Çünkü siz, sizi “üstün kılan” şeyden mahrumsanız, zelil olmaya da mahkum olursunuz. İşte mesele budur. Yani “olmak veya olmamak” gibi bir şey. Ya Hakkı tutup kaldıracak yetkinlikte olursunuz ya da ‘bir şey’ olamazsınız!

Son olarak, Hakk’ı iğdiş etme yönündeki çabaların başarı şansının bundan yaklaşık bir asır öncesine göre daha azaldığı yönündeki kanaatimi de ifade etmek istiyorum. Gerçekten bugün Müslüman dünyasının ‘düşünce düzeyi’, Batılı kavramların bütün dünyada revaçta olduğu bir asır öncesine göre daha iyi bir durumdadır. Bunun bir çok sebebi olmakla birlikte, iki ana nedenden bahsedilebilir. İlki, artık Batılı kavramların cazibesi kalmamıştır, ikincisi de, İslam dünyasında ‘düşünce’ uyanış emareleri göstermeye başlamıştır. İşte bu iki faktör nedeniyle, İslam dünyasının durumu, eskiye oranla iyidir denilebilir. Fakat mesafe hala çok açıktır ve kapatılması için de ciddi çabalara...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Diyalog ve hoşgörü hikayeleri
« Posted on: 29 Mart 2024, 08:04:09 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Diyalog ve hoşgörü hikayeleri rüya tabiri,Diyalog ve hoşgörü hikayeleri mekke canlı, Diyalog ve hoşgörü hikayeleri kabe canlı yayın, Diyalog ve hoşgörü hikayeleri Üç boyutlu kuran oku Diyalog ve hoşgörü hikayeleri kuran ı kerim, Diyalog ve hoşgörü hikayeleri peygamber kıssaları,Diyalog ve hoşgörü hikayeleri ilitam ders soruları, Diyalog ve hoşgörü hikayeleriönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes