๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Aralık 2010, 14:45:17



Konu Başlığı: Dışarıda islamcı olup evine yabancılaşanlara
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Aralık 2010, 14:45:17
Dışarıda İslamcı Olup Evine Yabancılaşanlara


Bugünüm senden geçti

Zaman geçmeyecek artık

Ellerim kesik

Bedenim sessiz

Yarım kalmış bir cümleyim artık

Yarım Bıraktın/Yârsiz bıraktın beni

Yalnız değil/Issız bıraktın beni...

diyordu bir dizi filminin şarkısının sözlerinde...

 Dizi izlemek gibi bir âdetim olmamasına rağmen nedense bu konuyu yazıp yazmama hususunda şarkının son sözleri tetikleyici etken oldu.Siz bir dizi müziğinin sözleri olarak değil de hayatın içinden bir gerçeğin resmini gösterebilmek açısıdan değerlendirin olur mu?

 Ele almaya çalışacağım konu mahrem olmakla birlikte kanayan bir mahrumiyetin ele alınış çabasından ibarettir. Hangi mahrumiyet mi? :

   "Hayatın ağırlığını bir başına kaldırmaya baş koymuş gururlu kadınların yaşadığı çöküntü/ mahrumiyet"

 Çünkü mahrem demek bizim algımızda: "Kol kırılır yen içinde kalır." anlamına geliyor çoğu zaman. Bunu ailevi dilde söyleyecek olursam: Bir evin kadını/annesi manen ölür; ruhunun cesedi salonda kalır, mutfakta kalır, yatakodasında kalır. Ve kimse bilmez. Bir evin babası yıpranır, hayatla madden ve manen sürekli savaş hâlindedir. Ve iç dünyasındaki fırtınalar kimse bilmez.

 Çünkü yabancılaşma/alinasyon bizleri öncelikli sorumlu olduğumuz insanlar ve eşya karşısında vurur. Türkçesi: Filistindeki yetimleri görürken, şehrin girdabında kaybolan kendi çocuğumuzu görememek gibi bir şeydir bu. Herkesimden insanla sohbet edebilen ve onların seviyelerine göre bir söylem üretebilen değil, kendi jargonuna hapsolan ve ordan çıkamayan bir dil-darlaşma/dindarlaşma/yabancılaşmadır.

 İrdelemeye çalışacağım konu: İslami söylem sahibi ailelerin 1990'ların heyecanından evrilip 2000'lerin boşalan söylem penceresinden aile yapımıza içeriden bakmaya çalışan bir evlat yazısıdır. Çünkü ben İslamcı ailelerin arasında büyümüş, ve daha sonra nice boşanma-kin öfke dramlarına tanık olmuş bir oğulum... O yüzden bu yazı evli erkeklere-babalara-ailelere yol göstermeye kalkan bir ukalalığın değil, daha çok varolandan, sevgilerinden, yitip giden onca ailenin trajedisinden yola çıkarak hem yaşıtlarıma hem de büyüklerime sunmaya çalıştığım âcizane bir deneme yazısıdır.

 Kadınları ve onların erkekler karşısındaki konumlarını ve kadınlardaki yabancılaşmayı görmediğim sanılmasın. O da bir başka yazıya kalsın diye düşündüm.

Lakin bu yazımda amacım: İslamcı bir söylemle koşturan "Erkek" unsuruna yoğunlaşmaktı. Özellikle dışarıda İslamcı olup evde kendisine/ailesine karşı ruhsuzlaşan erkeklere sözüm. Bir nevi zulfiyare dokunmak. Sürç-i lisan edersem affola.

 Gelin bir karar verelim artık ve evlerimizdeki kadınların kalplerini kırmayalım, onaralım daha çok.Onların bizden başka kimseleri olmadığını ve bizim de onlardan başka kimsemiz olmadığını görmekle başlayalım isterseniz söze. Bir de Allah Rasulünün buyurduğu gibi: "Onları Allah'tan bir EMANET olarak aldınız." sözünü bir ilke olarak koyalım başucumuza.

 Öfkeli ve çaresiz kadınlarla karşılaşıyorum ne zamandır. Öfkeli ve bir daha baharların gelmeyeceğine inanmış kadınlarla... Ne anneliğinin ne de kadınlığının karşılığını almamış, hep itilmiş kadınlarla...

 Bu kadınların erkekleri neredeler şimdi? Oğulları ve yeğenleri?

 Oysa Nisa suresi 34. ayette vurgulanan neydi?

"Erkekler kadınlar üzerine titrer; onları koruyup kollarlar. (...)"

 Kavvam diyor Kur'an bu duruma. Kavvam kavramı üzerinde biraz durduğum zaman şunu gördüm "Yaşayan Kur'an" tefsirinde: esas itibariyle "çokça ayağa kalkan" yani çok ilgili olan, anbean tepki veren, muhatabıyla interaktif ilişki hâlinde olan demektir. Nitekim bir "kayyım" olarak atanan kimse ,başına geçtiği işi anbean takip eder, üzerine titrer, koruyup kollar.

 Bu ayette erkeklerle ilgili olarak mübalağa sigasıyla gelen qavvam vurgusunun yönü, erkeğin kendisinden ziyade kadına veya eve, çocuklara doğrudur.Söylenmek istenen sanırm şudur: "Erkekler evlerine karşı, özellikle de kadınlara karşı yüksek derecede ilgili, sevgili ve saygılı olmalıdırlar.Anbean sürekli iletişim hâlinde olmalıdırlar.Sevgi, şefkat,ilgi ve alakadan bir an bile geri durmamalıdırlar.

 Eş ve çocuklarının en küçük ayrıntısıyla bile yakından ilgilenmelidirler. Yani "çokça ayağa kalkmalı", her dertlerine koşmalı, daima yanlarında olmalıdırlar.

 Evlilik hayatını bir yük olarak görmemelidirler. Eğer öyle görüyorlarsa evlenmemeli,bu sorumluluğun altına girmemeliydiler. Madem girdiler o halde hakkını tam olarak vermeli ve qavvam olmalıdırlar.Öyle anlaşılıyor ki gerçek anlamda qavvam olmak budur.

  Bu kelimedeki vurguyu kadına ve eve doğru değil de, erkeğin bizzat kendisine , güç ve kudretine doğru yorumlayan kimi müfessirler, aslında kadını dinleme gereği duymayan, güçlü kudretli, sert, yönettikleriyle iletişimsiz, onlara sürekli yukarıdan emirler yağdıran bir "reis" profili çiziyorlar.Aslında onlar, Allah'ın "hayyu gayyum" olmasını da aynen böyle anlıyorlar. Hâlbuki orada da asıl vurgu, karşısındakini dinlemeyen, heybetiyle arşta kurulu tahtında oturan, oradan emirler yağdıran değil; olayların ve süreçlerin içerisinde yer alan, yarattıkları üzerinde titreyen, statik değil dinamik, interaktif iletişim halinde olan ve böylece "olan birlikte olan" Allah tasavvuru söz konusudur.

 Demek ki qavvam, üzerine titreme, koruma ve kollama, çok ilgili, gayet hassas ve ileri derecede sorumluluk duyma hâlini anlatmaktadır.Gavvamlık, sırf bir erkek biyolojisine sahip olmakla, tarlaya tohum ekmekle bahşedilen bir şey değil, ilgiyle, alakayla,sorumluluk idraki ile "kazanılan" bir şeydir"

 Erkekler her şeyden önce bir denge unsurudurlar. O yüzden bir erkek hanımını annesine feda etmeyeceği gibi, annesini de hanımına feda etmemeli. Kaynana-gelin çatışmasında erkeğin her iki tarafa da yaklaşımı adilane ve ilişkilerde kimsenin kimseyi ezmesine müsade etmeyecek şekilde olmalıdır. İdeal olan ilke budur. Bunu en küçüğümüzden en büyümüze hepimiz bilirken peki ya gerçek hayattaki durumumuz nedir? Birçok kere şahid olmuşuzdur ki fikri-siyasi açıdan Rabbani, tevhidi, Kur'an'i bir duruşu olan, çizgisini bozmayan "bazı erkeklerimiz" aile içi ilişkilerde bu değerlerden uzak bir duruşu sergilemektedirler. Eşini ya annesi karşısında ya da kız kardeşi karşısında ezmiş yahut ezilmesine göz yummuştur. Aktif-Adil Hakem rolü geri planda kalırken Pasif-Taraflı Hâkim yönü aile içi ve aileler arasında  dengeleri kuramamıştır..

 Bizim toplumumuzda Batı toplumlarındaki görülen parçalanma henüz söz konusu olmasa da kendi içerisindeki çürümeyi tartışmaya açmak zorundayız. Bizler annelerimizi, ablalarımızı hanımlarımızı kaybediyoruz. Onları ellerimizden başkaları almıyor belki ama onları Mutfağa, Salona, ev işlerine, betona ve duvara gömüp öyle yaşıyoruz. Bilmem farkında mısınız?

 Bizler eşlerimizi, kızlarımızı, annelerimizi sabah işe giderken evde bırakıyoruz ama onları sabah sabah kadın programları ve müzik kanalları bir bataklık olarak beklemekte. Bunun alternatifini öncelememiz gerekirken işin erkekleri bağlayan kendi ortamlarına yönelik oturumları daha çok önemseniyor, yaşam içinde yer buluyor.

 Bir de biz akşam geldiğimiz zaman bizi bekleyen annelerimize, ablalarımıza, kız kardeşlerimize, hanımlarımıza karşı davranışlarımızı gözden geçirelim isterseniz.

 Hep, sinirli, yorulmuş olan bizleriz ama ya onlar?

 Onların böyle bir hakları (!) bile olmuyor çoğu zaman. Çünkü kadınlar erkeklerinin dini üzerinedir değil mi?

 Ya erkekleri yanlış yoldalarsa?

 

 Bir kadının ruhu yara aldığı zaman öncelikle yüzünden gülümsemesi çeker gider. Sonra sesi değişir. Eviniz belki hâlâ temiz, terlikleriniz hâlâ ayaklarınıza gelir belki ama o eve giresiniz gelmez. Bir kadının bir evden çekip gittiğini anlamak istiyorsanız o eve girip girmeme isteğinizin kalıp kalmadığına bakın. Bir eve dönmek ile bir otele dönmek arasında fark kalmadı artık. Eve dönmek Beytullah'ın küçük modeline dönmektir. Eve dönmek Hira'dan Haticelere dönmektir. Eve dönmek günahlardan helale dönmektir. Eve dönmek şeytanın ve teşhirin, cinselliğin, yalanın,kavganın hakim olduğu sokaklardan, caddelerden, ekmek kavgasından masumiyete,sadeliğe ve kardeşinize dönmektir.

Evdeki kadınlarımız, kızlarımız ve annelerimiz bizim herşeyden önce KARDEŞLERİMİZDİR. "İman edenler ancak kardeştir". Bunu unutmadan yaşayalım ne olur!!!

Kadınlarla konuşalım, uzun uzun. Onları sessizliğe mahkum etmeyelim.

 Boşanmalar artıyor.İstatistikler inandırıcı gelmiyorsa çevrenize dönüp bakabilirsiniz. Ben sadece son bir yılda beş boşanmaya denk geldim.Ve boşananlar ne yazık ki bilgi düzeyi yüksek Müslüman ailelerdi. Her kadın boşanma yoluna gitmiyor tabii ki. Boşanmalar buz dağının görünen kısmı. Asıl çürüme derinlerde. Suyun altında. Yani hayatın gün yüzünde değil dört duvar arasında.

 Bundan aylar önce İstanbul'da Fırat Kültür Merkezinde psikolog Mücahid Gültekin "Psikolojik Açıdan Hz. Fatıma ve Günümüz Müslüman Kadını" adlı sunumunda kendilerine başvuran hastalarının büyük çoğunluğunun ekonomik açıdan orta sınıf ve alt sınıf diyebileceğimiz İslamcı-Muhafazakar ailelerin özellikle orta yaş hanımlarının ve kızlarının olduğunu belirtmiş ve salonda bulunan binlerce insana bunun nedenini sormuştu.

 Ben de Aile Psikiyatrilerinin bu çığlıklarını duymamız gerektiğini düşünüyorum.

  Aile içi çatışmaların nedenleri hepimizin takdir edeceği üzere

-Aileyi ve bireyleri ilgilendiren konular üzerinde, yüzeysel konuşma
-Aşırı soru sorma, yersiz şüphe ve tereddütler
-Yapay ilgi gösterme
-Konuşma ve izah etme olmadan, karşı tarafın hareketlerini, düşüncelerini yorumlamaya ve tahmin etmeye çalışma
-Geçmişteki üzücü ve tatsız olayların sık sık gündeme getirilmesi
-Sorulan soruları cevapsız bırakma
-Bireylere söz ile baskı kurmaya çalışma
-Abartılı bir şekilde onaylama veya reddetme
-Sık sık öneride bulunma veya kişisel düşünceleri kabule zorlama
-Suçlama, eleştirme, olumsuz değerlendirmeler yapma
-Emir verme, tehdit etme
-Samimiyetten uzak kalma, yalan söyleme
-Alay etme, küçük düşürmeye çalışma, fikirlere değer vermeme
-Olayların olumsuz yönlerini çıkarmaya çalışma
-Küçük hataları çok abartma
-Fedakârlığı devamlı karşı taraftan bekleme
-Ortak faaliyetlere gereken önemi vermeme
-Karşıdakini ifade etme imkânı tanımama  gibi kişisel problemlerden kaynaklanmakta olduğunu göreceğiz. Lakin ben eşler arası çatışmaları genel tespitlerden öte modern çağa bir cevap iddiasında olan İslamcılığın kendi içerisindeki Müslüman erkeklerin ailelerine karşı yabancılaşma unsuru üzerinden de bir değerlendirme yapılması kanaatindeyim.

Medeniyet adına empoze edilmiş modernizmin kadını dışarıya çağırmasının arkasındaki nedenleri İslamcı erkekler çok iyi biliyor. Dışarıda ayakta kalması gereken azgın bir tüketim sektörü var. Bu sektör kadını çok iyi kullanıyor. Onu metalaştırıp vitrine koyuyor. İslamcı söylem ise çözümü evde annelikte ve kanaatte olduğunu -haklı olarak- söylüyor. Peki, örtüsü ev olan kadın bu örtünün altında ne kadar sağlıklı? Ne kadar değer görüyor? Ne kadar anlamlı? Evin içindeki İslami jargonun hakim olduğu anlamsızlaşmayı ve çürümeyi de değerlendirmemiz gerekmiyor mu?

 Kadının evdeki ruhsal ölümünden ilk ailesi etkilenecektir.Bu ölümden sadece erkek sorumlu değildir. Lakin sorumluluk açısından erkeğin ihmali.aldatmalara, msn arkadaşlıklarına, ciddi kaymalara, bunalımlara, derdini yanlış kişilere açmalarına ve ilişkinin çatırdamalarına sebep olacaktır. Hemen "erkek suçludur" demiyorum ama ortada var olan bu sorunun çözümleyicisi olması bakımından biz erkekleri önceliyorum.

  İslamcı, radikal, tevhidî, Kur'an'i olduğunu iddia eden bir çok erkeğin kullandığı dil, siyasileşmiştir. Sosyal içerikten çoğu zaman yoksundur.

 O yüzden bu tip erkekler ev tefsir sohbetlerinde, seminerlerde, tartışma panellerinde ve kendi ilgi alanlarında çok aktif ve yapıcı iken evlerinde dut yemiş bülbüle dönmelerinin ve eşleriyle-aileleriyle ortak dil yakalayamamalarının bir sebebi de politize olmalarıdır. Bununla birlikte hanımıyla arasındaki seviye farkı, eğitim farkı ve yaş farkı da eklendiği zaman ortaya korkunç bir iletişimsizlik ve duygusal uyumsuzluk çıkmaktadır.

 Bunu aşacak olan ve bununla mücadele edecek olan biz erkekler değil miyiz? Lakin bir çok ağabeyimizin bu konuda bir çaba ortaya koymasını bırakın , bize heyecanla İsrail'in bölgedeki politikalarını anlatırken, yan odada çırpınan, ruhu yaralı ve mutsuz eşinden,kızından,kardeşinden,oğlundan haberi dahi olmamaktadır.

   Tağuti düzen, Rab, İlah, Din, İbrahimî duruş kelimelerinin bol bol kullandığımız İslamcı dairemiz içinde bir erkeğin ailesindeki bunca iletişimsizlik gündemimizde ilk yer alması gerekirken kenarından şöyle bir dokunduğumuz meseleler olarak kalmaya devam ediyor.

 70 li ve 80 li yıllarda Akıncılar-MTTB çizgisinden ve yer yer geleneğin kirli algılarını terkederek Kur'an'la ve onun tevhidî daveti ile tanışan nice erkek elbette kendileri gibi bilinçli hanımlarla evli değillerdi.O yüzden kendileri Kur’an’i açıdan netleşip bilgilendiler ama bu eve ne kadar yansıdı?

 Şu an orta yaş ve orta yaşın biraz üzerinde olan birçok İslamcı erkek, hanımıyla ciddi anlamda bir iletişim koması yaşamaktadır.

 Alanında özverili nice dindar psikoloğun ve nice aile uzmanının hasta kitlesi, bizim camiamızın depresyondan ve sinir hastalıklarından başını kaldıramayan hanımları ve kızlarından oluşmakta ise buraya bir "mim!" koymak gerekmektedir.

 Nereye kadar, suç tağutun, Laisizmin, Modernizmin acaba?

 Kur'an mealinden anlamak ile bir kadının ruhunun mealinden anlamak farklı şeylerdir.

"Ev hanımları neden pasif kalmaktalar, hayat mücadelesinin ve dava mücadelesinin içinde erkeğiyle birlikte neden yer alamamaktadırlar?" sorusunun cevabını bu bağlamda salt ekonomik zorluklara, çocuklara ve ev işlerine bağlayarak çözemeyiz. Bunlar etkendir belki ama belirleyici/çözümleyici olan bilinç düzeyi yüksek ve hayatın içinde olan erkeklerdir diye düşünmekteyim.

Anneler bir toplum doğururlar. Annenin ruhu ölürse toplumun da ruhu ölür. Bir kadın çok şeydir aslında. O, bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı,bir bahçıvan, bir muhasebeci...

Bir annedir...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...

Bir kadın öldüğü zaman kaç tane cenaze kaldırdığınızı siz bile tahmin edemezsiniz! Ki bu ölüm biyolojik bir ölüm olması da gerekmez. Zira ölümlerin en acısı bir insanda ruhun ölmesi yani ruhsuzlaşması ve beraberinde gelen kalp katılığıdır.

Seminerlere , mitinglere, tefsir derslerine giden ve nitelikli bir İslamcı bay-bayan davetçi, alanında uzman, para göz olmayan aile psikologlarının kapılarını aşındırmalı ve onlarla bilgi alışverişine girmekten kaçınmamalıdır.

Zira bizim boş bıraktığımız bu alanı emperyalizm, seküler rehberlik ve danışmanlık ağlarıyla donatmaktadır.

Trendi yükselen bir alan olduğu için psikoloklara fahiş ücretler ödenmektedir.Bununla birlikte haplarla, ilaçlarla ayakta kalmaya çalışan bir ev kadını kitlesi türemektedir.

İslamcı erkekler yani bir iddiası olan ve modern seküler dünyaya vahyin diriltici soluğunu teklif eden bizler, abiler, babalar olarak  özellikle bu alanda yaygın veya örgün eğitim almamış dahi olsak kendi özel çabalarımızla ve özverilerimizle kendi annelerimizin,çocuklarımızın, kardeşlerimizin,hanımlarımızın dinleyeni, psikoloğu , ruh doktoru olabilecek donanımı kazanmalıyız. İçerideki çürümeye verilecek en güçlü cevap buradan gelecektir çünkü!

***

Yarım Bıraktığımız her kadın; Yârsiz bıraktığımız bir ruhtur.

Yalnız değillerse de /Issız bıraktığımız bir dosttur!

Hanımlarımızı-Annelerimizi-Kızlarımızı kaybetmememiz, kazanmamız dileğiyle...


Kadir Bal